osman doğru yaşama hakkı ve işkence yasağı

açık çek türkiye’de darbe girişimi sonrası işkenceye karşı koruma tedbirlerinin askıya alınması

türkiye insan hakları vakfı işkence görenlerin tedavi süreçlerine ilişkin çalışmalarının engellenmesine yönelik basın açıklaması

sena bal tedavi mi işkence mi?

biber gazı yasaklansın insiyatifi kolluğun işkence araçları yasaklanmalıdır

fatih s. mahmutoğlu işkence ve eziyet suçu

fırat kader hayvanat bahçesi mi? hayvanat hapishanesi mi?

fırat kader hayvanat bahçesinde bulunanan hayvanların sağlıksız ortamlarda ve normal kilolarının altında vücut yapıları aç bırakıldıkları ve işkence gördüklerine delil olarak fotoğraflara yansıdı.

cumhuriyet mahpus çocuklara işkence de ‘serbest’

george ryley scott - çev : hamide koyukan işkencenin tarihi

murat aksoy azap çektirmenin kutsallığı: golgota’dan ebu garip’e batı kültüründe işkence

aysun altunkaş hukuka aykırı delil teorisi ışığında ifade alma ve sorgu + işkence

güner akyazı adil yargılanma hakkı ve işkence

fermude gülsevinç erken ortaçağ'da hıristiyan toplulukların mağduriyeti

fermude gülsevinç lactantius, on the manner in which persecutors died (işkencecilerin öldükleri haller) eserinde domitianus ile decius arasında bir huzur dönemi yaşandığından bahseder.

ignatius ....... onunla buluşmak için bu dünyadan ayrılmak büyük bir lütuf. ....... bırakın üzerime gelen şeytan tüm işkencelerini kullansın ama efendimize kavuşayım.

jan willem van henten bir şehitlik hikayesi bize şiddet dolu ölümün spesifik bir türünü sunar; işkenceyle ölüm.

ahmet hikmet eroğlu farklı inancı tehdit olarak algılamanın sonucu: engizisyon terörü

ahmet hikmet eroğlu engizisyon zihniyetinin oluşumu ve engizisyon mahkemelerinin avrupa ülkelerinde farklı inanç mensuplarına karşı yürüttüğü sorgulama, yargılama, korku salma, işkence ve yakarak adam öldürme gibi eylemleri de terör olarak nitelernek mümkündür.

ahmet hikmet eroğlu engizisyon mahkemeleri, acımasızlıkları ile meşhur olmuştur. bu mahkemelerin sorgulama yöntemleri ve verdiği cezalar çok korkunç olmuştur.

ahmet hikmet eroğlu hatta engizisyoncular, işkence ile özdeşleştirilrnişler; "en acımasız işkenceleri uygulayan ve çaresiz olan kurbanları ateşlerde yakmak suretiyle cezalandıran kimseler" olarak tanımlanmışlardır.

vasfi raşit seviğ engizisyon muhakeme usulü

vasfi raşit seviğ engizisyon muhakeme usulünün en çok nefret uyandırması lâzım olan işkence kısmından tiyatrolarda bir lâtife olarak bahsedilebiliyordu.

yücel aksan 1450-1750 yılları arasında avrupa’da cadılık

yücel aksan “maleus maleficarum” ve “cautio criminalis” gibi kaynakların ışığında kadınları cadılaştıran asıl nedenin işkence olduğunu gösterebilmektedir.

yücel aksan kadınların yakalanmalarına, sorgulanıp işkence görmelerine ve sonunda öldürülmelerine neden olan kişiler, cadı avcıları, aslında iyilik yaptıklarını ve masum insanları koruduklarına inanıyorlardı.

emine şenlikoğlu özkan çin işkencesi

emine şenlikoğlu özkan bütün işkenceler, adı ne olursa olsun, dinsizliğin ürünüdür!

ayşe kılıç ispanyol engizisyonu ve müslümanlar

ayşe kılıç albililer tarikatının üyeleri bu zulmün ilk hedefi haline gelmiş, binlercesi katledilmiş ve işkenceye maruz bırakılarak kökleri kazınmıştır. yürütülen bu mücadele, piskoposluk engizisyonunun başladığını haber vermektedir.

mümtaz idil luther okulda da mutlu değildi. evdeki şiddete benzer şiddet olaylarıyla okulda da karşılaşıyordu. kırbaç, uygulanan en sıradan işkence yöntemlerinden biriydi din okulunda.

adnan arslan israil’de fiziki işkenceye alternatif psikolojik işkence ve hileli sorgu yöntemleri filistin edebiyatında: velîd el-hüdelî’nin setâiru’l-ateme romanı –anlatım tekniği ve içerik araştırması-

hüseyin sönmez leon golub ve fernando botero’nun resimlerinde işkence teması

ibrahim hakan dönmez iletişim boyutuyla işkence kurgusunun türk romanındaki seyri

milli eğitim bakanlığı ahşap teknolojisi + işkenceler

julia kristeva her benin kendi nesnesi, her üstbeninse kendi iğrenci vardır.

julia kristeva iğrenç ne beyaz bir örtüdür ne de bastırmanın yarattığı dingin can sıkıntısı; iğrenç, bedenleri, geceleri ve söylemleri iki ucundan çekiştiren arzunun değişkeleri ve dönüşümleri de değildir.

julia kristeva ama iğrenç, hoyrat bir acıdır, yücelmiş ve harap olmuş bir "özne-ben"in kabullenmek zorunda kaldığı bir acıdır.

julia kristeva insan aslında askıya alınmış bir çürümeden başka bir şey değildir.

julia kristeva edebiyat, iğrençle arasına bir mesafe koyar. iğrencin büyüsüne kapılan yazar onun mantığını tahayyül eder, kendini ona yansıtır, onu içe yansıtır ve sonuç olarak da dili -üslubu ve içeriği- sapkınlaştırır. ama öte yandan, iğrenme duygusunun iğrencin hem yargıcı hem

julia kristeva de suç ortağı olması, bu duyguyla karşı karşıya kalan edebiyat için de geçerlidir. bu açıdan da, bu tür ede­biyat, temiz ve kirli, yasak ve günah, ahlaki ve ahlaki olmayan gibi ikili kategoriler arasından açılan yolu katederek yazılır.

nihal şirin pınarcıoğlu & makbule şiriner önver günlük yaşamda çöp

nihal şirin pınarcıoğlu & makbule şiriner önver çöp ve çöplük atık neredeyse yaşamın her alanında bulunmaktadır.

nihal şirin pınarcıoğlu & makbule şiriner önver insan elinin, gözünün, aklının değdiği her yerde çöple içiçe geçmekte, ilintilenmekte, ilişkilenmekte; edebiyat, felsefe, sosyoloji, mühendislik vb. için verimli ve geniş bir çalışma alanıdır.

nihal şirin pınarcıoğlu & makbule şiriner önver aslında geleneksel anlamı ile çöp (yoktur)(...). o, sadece zamanı ve konumu değişen ve bütünlüğü çözülen(gönül, 2017)” olarak görülebilir.

başak güntekin sınırdaki edebiyat: bellek, kötülük, çöplük

başak güntekin son yıllarda , “çöplük” daha geniş tanımıyla “atık” temasının birçok sanat dalında kendini gösterdiğini söyleyebiliriz.

başak güntekin benim bu sembolün, edebiyattaki kullanımıyla “metaforun”, işaret ettikleri ile ilgilenmem, çağdaş türk edebiyatındaki kullanım sıklığını fark etmem ile aynı zamana rastlıyor.

başak güntekin özellikle kadın yazarlarımız tarafından 80’li yıllar sonrasında sıkça kullanılan bir metafor olarak “çöp”ün neye işaret ettiğini merak etmeye böyle başladım.

başak güntekin araştırdıkça gördüm ki çöpün genel anlamda “atık” ve kristeva’nın geliştirdiği (ve türkçeye “zelil” olarak çevirilen) “abject” ile doğrudan bir ilişkisi var.

başak güntekin kristeva’nın işaret ettiği psikanaliz kuramlarından başlayarak konuyu çözümlemeye çalıştım. fakat psikanaliz kuramının “çöplük” metaforunu açıklamada yetersiz kaldığı alanlar oldu.

başak güntekin oedipus miti’nden günümüze temizlik, kirlilik ve buna bağlı olarak kabul edilmiş kutsal ve mundar kavramlarına odaklandım.

başak güntekin turgay nar’ın çöplük metnini ve michel tournier’in meteorlar romanını merkeze alarak, atığın bildiğimiz ilk korkularımızla, kirlilikle ve bedensel günahlarla olan ilişkisini incelemeye çalıştım.

başak güntekin inancın dayattığı temizlik ve kutsallık karşısında, günahkâr olarak dışlanan kirlinin, bir kötülük simgesi olmasına ve kötülük simgesinin sorgulanmasına değindim.

başak güntekin “atık ve hafıza” ilişkisine odaklandım. geçmişimizde, hatırlamak istemeyerek belleğimizin çöplüğüne attığımız hatıraların, romanların da aslında bir “anımsama” olduğu gerçeğiyle olan ilişkisine dikkat çekmeye çalıştım.

başak güntekin şebnem işigüzel’in çöplük romanını bu bağlamda inceledim.

başak güntekin atığın toplumsal hayatın organizasyonu açısından oynadığı role değindim ve toplumun bazı kesimlerinin dışlanması ve ötekileştirilmesiyle, atığın kirliliği ve uzaklaştırılması arasında bir bağ kurdum.

başak güntekin birbirlerine verdikleri cevaplar olduğunu düşündüğümden dan delillo’nun beyaz gürültü ve latife tekin’in berci kristin çöp masalları romanlarını bu bölümde karşılaştırmalı olarak ele aldım.

başak güntekin sonuç olarak “çöp” metaforunu incelediğim tüm romanlarda zıtlıklar arasında bir “sınır” çizdiğine ve yazarların metinlerindeki zıtlıkların birbirleri ile kurdukları “iletişim” için çöp metaforunu bir araç olarak kullanıldıkları kanısına vardım.

başak güntekin bu yüzden incelediğim metinleri isimlendirmede “sınır edebiyatı” kavramını kullanmayı uygun gördüm.

başak güntekin çöp ve atık sembollerinin edebiyattaki kullanımının ise sınırlandırmaya kuvvetle karşı koyan bir konu olduğu kuşkusuz. bu tezde eminim ki konunun sadece belli başlı başlıklarına değinebildim.

başak güntekin bu girişin konunun incelenmesi ile ilgili olarak, hem benim hem de konuyla diğer ilgilenenler için bir başlangıç olmasını ve konunun zihnimizde başka soru işaretlerine yol açarak, bizi yeni tartışma konularına taşımasını umut ediyorum.

julia kristeva tahammül ve tahayyül edilebilir olasılığın dışına defedilmiş bir tehdide karşı o şiddetli, karanlık, isyanlardan biridir iğrenme.

başak güntekin kalabalıklaşan nüfusun kendine yeni yerleşim alanları araması ile birlikte, eskiden “uzağa” bir yere atılan “çöp,” artık çok yakınımıza geldi. öyle ki artık onun duyularımıza hitap eden varlığı bir yana, çağrıştırdıklarından dahi kaçabilmek neredeyse imkânsız.

başak güntekin çöplük metaforlu roman ve metinler, iğrenilerek toplum dışına defedilenlerin şiddetli ve karanlık isyanlarına bizi de ortak ederek, yine iki zıt kutbu birleştirmeyi başarır.

başak güntekin anne ile bir olan nesne ancak, babanın dilini öğrendiğinde kendini anneden ayıracak ve öznel kimliğini bulacaktır. öz benliğin ilk koşulu olan anneden kopuş, tabudan da hatırlayacağımız gibi ensesti yasaklar. kristeva’nın dediği gibi;

julia kristeva ensest yasağı ilk narsisizmin ve onun öznel kimliğe yönelttiği genellikle ikircikli tehditlerin üstünü örter. bu yasak, öznenin simgesel işlevindeki edilgenlik statüsüne doğru hem iğrendiren hem de haz veren geriye dönme eğilimine son verir. içerisi ve dışarısı,

julia kristeva acı ve zevk, edim ve söz arasında salınıp duran özne, simgesel işlevde nirvana’nın yanı sıra ölümle de kucaklaşacaktır.

rené noël théophile girard tek bir madde “kan,” hem kirleten hem temizleyen, hem insanları öfkeye, çılgınlığa ve ölüme sevk eden, hem de yatıştırarak yaşama döndüren” bir madde olabilir.

başak güntekin “iğrenç” sayılan bir nesneler evi gibi olan bu “kirlilik” yuvası, “iğrenç” olanın içinde bir dürüstlük bulan ve hatta onu faydalı bulan yeni kral için bambaşka manalara gebedir.

michel tournier işte, pislikler, çöpler kralı, içi kutsal kalıntılarla dopdolu, çöp sandığına dönüşmüş kutsal kalıntı sandığı olarak gizli imparatorluğunun altılı mührüne sahip durumda, tüm dünyada çalım satarak böyle dolaşıp duracaktı!

başak güntekin hem çöplük metninde hem de tournier’in meteorlar romanında bedensel olanın üzerine kurulmuş bir günahkârlık tanımı yapılmaktadır.

başak güntekin kirli olan bu bedensel atıkların insanı temiz kılmak için olabildiğince uzaklaştırılması gerektiğinden,“çöplük”tüm bu günahkâr atıkların toplandığı ikinci bir“kirli evren”dir. dolayısıyla cinselliğinden ötürü dışlanan bir roman kahramanı için en elverişli mekândır.

başak güntekin burası “iğrenç”in evidir. korkarak, iğrenci “korkuluk” yaparak uzak durduğumuz ev. dışarıda kalması gereken, bize yaklaştıkça bulaşacak olandır.

başak güntekin iğrenç olanın kristeva’nın “abject” kavramı ile birlikte incelenmesinin uygun olacağını düşünüyorum zira bedensel tüm atıklar (dışkı, aybaşı kanı, ceset gibi) bu terim yardımıyla incelenebilir.

başak güntekin kristeva “abject” kavramını nesne anlamına gelen “object”i esas alarak yaratır. “object” kelimesini “ob-jet” şeklinde yazarak “jet” ile jeter yani “atmak” fiiline gönderme yapar. “ob” öneki ise öndeki ya da karşıdaki anlamı katar. bu açıklamadan anlıyoruz ki nesne

başak güntekin bizim karşımızda duran “biz” olmayan bir “atık”tır aynı zamanda. fakat “abject” benim dışımdadır, benden çıkmış bir “iğrençliktir”. dışarı sürgün edilse bile, gittiği yerden meydan okumaya, tehdit etmeye, bulaşıcılık hissini korumaya devam eder. bu benden çıkmış

başak güntekin olanın halen beni tehdit eder halde olmasını kristeva şöyle tarif eder:

julia kristeva bulanık ve yitip gitmiş bir yaşamdan arta kalanlardan kısmen hatırlar gibi olduğum, ama şu an benden tamamen ayrı ve tiksinç bir şey olarak yakama yapışan bir yabansılık, aniden yoğun bir şekilde belirir. ben değil. şu da değil. ama hiçbir şey de değil. bir şey

julia kristeva olarak tanımlayamadığım bir “bir şey”.

başak güntekin bu ne olduğuna tam karar veremediğimiz, kendimizden ayrı tutmak için umutsuzca çabaladığımız ama bizimle olan bağlantısını içten içe iğrenerek hissettiğimiz şey “atılmış” olanın, dışlanmış olanın, etkili bir tarifini oluşturur.

başak güntekin bedenin atması gereken, ancak atarak “bütünlüğünü koruyabileceği” bedensel atıklar. bu atıklardan kurtulabilme becerimiz, kirli ile temiz, saf ile murdar arasındaki “farkı” bildiğimizi gösterir.

başak güntekin bu atıklar üzerine düşünmemiz bile bir kural ihlali ya da “iğrençliğin ta kendisi” olarak algılanabilirken, onlardan “kurtulmamamız” büsbütün kabul edilemezdir.

başak güntekin asıl günahkârlar, bedensel atıkları bir esrime kaynağına çevirenlerdir o halde. kirli olana bulanmakla kalmayıp onu kendi kutsalına dönüştürenler, dışlananlar içinde ilk sırada olmalıdır.

başak güntekin tournier kahramanlarının atık üzerine düşüncelerini çeşitlendirerek onları iyiden iyiye günaha iter. ....... kutsal ile kutsal olmayanı birbirinden ayıramayan thomas, aslında “farksızlaştırarak” en büyük günahı işliyordu. ayrılması, tiksinilmesi gereken

başak güntekin bir bedensel atık, nasıl huşu verici olarak algılanabilir? uzak bir noktada mümkünse yok edilmesi gereken bir “çöplük” herhangi bir insana nasıl “keyif” verebilir?

başak güntekin ....... alexandre’ın çoğunluk için geçerli olan “iğrençlikte” böyle bir avuntu buluşunu, açıkça anlayabilmek için aşağıdaki alıntıya göz atmamız yeterli olacaktır:

michel tournier çöp sanıldığı gibi yoğun, değişmez ve bütünüyle dayanılmaz pis kokular yayan bir şey değildir. burun deliklerinin durmadan çözmeye çalıştıkları son derece karmaşık, anlaşılması güç bir şeydir. ........

başak güntekin bedensel atıkların en çok tartışılanlarından biri dışkı diğeri de bedenin artık kendisinin bir atığa dönüşmüş hali olan cesettir.

başak güntekin apartmanlar çöplüklerle ve mezarlıklarla burun buruna gelmiş, görünmez kılınan şeyler kaybolmamış, tersine gitgide kaçınılmaz olmuşlardır.

başak güntekin bu üç istenmeyenden dışkı, ortaçağ avrupası’nda iç içe yaşanan bir olguyken (yolların ortasında akan lağımlar, pencerelerden dışarı dökülen lazımlıklar vb.), modernite bu “fazlalığı” görünmez kılmak için elinden geleni yapar, .......

başak güntekin ..... örneklerden “öfkelenip dışkısını esirgeme”nin meteorlar romanının alexandre’ına uygun düştüğünü pekala düşünebiliriz. hatta daha da ileri gidip alexandre’ın hangi parçası olursa olsun kimseyle paylaşmayacak kadar narsisizmden muzdarip olduğunu söyleyebiliriz:

michel tournier kabızlık çeken ben,eğer her sabah bir heteroseksüelin yüzü karşımda olsaydı,bu yüzü dışkıma bulayarak kabızlıktan kurtulurdum.bir heteroseksüeli pisletmek…ama bu ona fazla değer vermek olmaz mı?benim dışkım onun iğrençliği karşısında saf altın değerinde değil mi?

başak güntekin alexandre’a göre “doğasının istediği yön” onu ne tarafa yöneltirse, o tarafa dönmekte hiçbir sakınca yoktur. sadece toplum öyle istiyor, ya da iğrenç buluyor diye “doğasından” ödün vermesi söz konusu bile olamaz.

başak güntekin çöp ve dışkıdan başka üçüncü istenmeyen atık da “ceset”tir.

başak güntekin burada ölü bir bedenin artık “nesneleştiğini” ama yine de onun “ruhtan arınmış” kabul edilemediğini, yaşayan dünyaya artık ait olmasa da, halihazırda “var olan” bir bedenin insanda yarattığı çelişkili hisleri görüyoruz.

başak güntekin tıpkı dışkısından kurtulamayanlar gibi, çöplerinden kurtulamayanlara da rastlamak mümkündür.

başak güntekin elif şafak’ın bit palas romanında, apartmanın bitlenme sebebinin çöplerini atmaya direnen, hatta dışarıdan çöp taşıyarak evini bir “çöp eve” dönüştüren komşu olduğu ortaya çıkacaktır.

başak güntekin burada “sınır” deyiminin yine önemli bir noktaya işaret ettiğini, sınırı geçenin iğrenç olarak konumlandırıldığını görüyoruz. iğrenç, yaşamı ve ölümü aynı anda simgeleyebiliyor, bizi kaçtığımız, yüzleşmek istemediğimiz gerçekle “pislikle ve ölümle” yüzleşmeye davet

başak güntekin ediyor. oysa biz “farklı” olmalıyız, iğrenç bize “farksızlığımızı” hatırlatıyor. ne kadar kaçsak da, aynı kaderin bizi beklediğini…

başak güntekin soykırım yaşama dair olanla, ölümü acımasızca birleştirdiği ve gözümüzde ölüme en uzak olması beklenen çocukları bile fark gözetmeksizin yok ettiği için bu kadar iğrençtir. kristeva’nın dediği gibi

julia kristeva beni kaçınılmaz bir şekilde zaten ele geçirecek ölüm, yaşadığım evrende beni ondan kurtarması gereken şeye, örneğin çocukluğa, bilime ve benzeri şeylere karıştığında, nazi iğrençliği zirvesine ulaşır.

başak güntekin fakat insanlar ya da nesneler yok olsa da yok olmaya direnen bir şey var. geçmiş… insan belleğindeki anılar da tıpkı artık yok edilemez boyutlara gelmiş olan “çöp yığınları” gibi, bilincin sınırlarına dayanıyor ve bir türlü yok olmuyor.

başak güntekin işigüzel, romanı iki kadın karakterin üzerine kurar. çöplüğe düşmüş olan leyla ve düşmek üzere olan yıldız. iki kadın da üst orta sınıf ailelere mensuptur. ikisinin de eğitimi ve zekâsı ortalamanın üzerindedir.

başak güntekin fikirler dünyası ne kadar uğraşırsa uğraşsın hafızanın derinliklerine itilerek “abject” olarak dışlanmış bu hayvaniliği silemez. bu ortak bilinç bir yolunu bularak anlatılara sinmiştir ve yok olmayı reddeder.

başak güntekin kaçınılmaya çalışılan varoluş iğrençliği, geçmişte yaşanan iğrençlikler, bilinçlerimizde ya fare ya da böcek olup geziniyor.

başak güntekin saatin “insan derisinden olma ihtimali”, insanı nesneleştiren, insan bedeninden sabun yapabilen, ya da bedenleri kazanlarda yakabilen zihniyetin günümüze kadar gelmiş “iğrenç ve kirli” hatırasıdır.

başak güntekin savaş acıları, katliamlar, soykırımlar elbet ki işkenceleriyle, dökülen kanlarıyla kurbanlarının hafızasına kazınmış, ne kadar gizlenmeye çalışılsa da geçmiş üzeri örtülmeye çalışılan kirli bir çöplük gibi eşelendikçe, katliamın iğrençliği ortaya çıkmıştır.

başak güntekin kurbanların cezası pis bir düzenin kendisinden değil, pis dediğinden iğrenmeleriydi. bu doktor jivago’ya göre de böyleydi çöplük kralı alexandre’a göre de.

başak güntekin düzenin pisliği ve kokuşmuşluğunun sebebi onun böyle kalmasına baş kaldırmayanlardır. bu yüzden onlar çöplüktekilerden daha kirlidirler. çünkü onlar bizzat çöpe gönderendirler, onlar çöplüğü var ederler. tıpkı kutsalın kirliyi var etmesi gibi.

başak güntekin auschwitz'den sonra, kültürün/uygarlığın acil eleştirisi de dâhil olmak üzere her türlü kültür, çöptür” diyen adorno’yu hatırlayacak olursak, auschwitz kültürün iflasını çürütülmez biçimde kanıtlamış oluyor.

başak güntekin çöplük, artık bir “kullanım değeri” olmadığı düşünülen nesnelerin gönderildikleri yeni bir varoluş mekânıdır.

başak güntekin aslında nesneler bu “yeni” mekâna “yok olmaları” niyetiyle yollanmıştır. reddedilen, iğrenilen, yok sayılan bu nesnelerin mümkün oldukça uzağa gönderilmesi yok saymakla birdir. fakat çöpler yok olmazlar, inadına var olurlar.

başak güntekin doğum da aslında bir “dışarı atma” ile başlar. ilk insan da dünyaya “atılmıştır,”

başak güntekin hem varoluşun hem de yok oluşun mümkün olması için “kopuş” mutlak bir gerekliliktir.

başak güntekin yeni bir hayat kendi kuralları ile başlar. var olmak için, “temiz” kalmak, kirlenmemek gereklidir.

başak güntekin kirlilik, günahı, günah, cezalandırılmayı çağrıştırır. günahın sonu ise yeni bir uzaklaştırmadır.

başak güntekin yok olmadan önceki son durak “çöplük” olduğundan var olmanın ucuna gelindiğini, içinde bulunulan durumun tersine evrileceğini işaret eder “çöplük” metaforu.

tuğçe bilgin bedenden nesneye, nesneden bedene (transfer): figür, fragman

tuğçe bilgin tüm organların içinde bulunduğu, uzuvların tutunduğu yer vücuttur. ilk insandan günümüz insanına kadar, görünenin ardındakinin arandığı beden, özdeksel olandır. yaşayan bedenin en küçük yapısal birimi olan hücre, çoğalarak tüm doku ve organları oluşturur.

tuğçe bilgin vücut, bir hücreden milyonlarca hücreye evrilir ve ettir, kandır, kemiktir.

tuğçe bilgin bedenin hayati fonksiyonlarını sağlıklı ve normal düzeyde sürdürebilmesi için tüm organların gerektiği gibi çalışması koşulu vardır. hayatın devamlılığı ancak onun eksiksiz çalışmasıyla sürebilir.herhangi bir yerdeki noksanlık yaşamsal gereklilikleri sekteye uğratır.

tuğçe bilgin beden hep bir ifade aracı olmuştur. ancak ‘bedeni düşünme’ işi öyle evrimleşmiştir ki beden bir malzemeye, bir nesneye dönüşmüştür. bir dönem iyinin, güzelin, mükemmelin temsili iken, başka bir dönem kötünün, çirkinin, iğrencin temsili olmuştur ve

tuğçe bilgin bu süreç farklı açılardan tekerrürlerle ilerlemiştir.

göksu kunak ten görünendir. içi dıştan, dışı içten ayırır. saklar, korur; cansız değildir. dışarıdan bir müdahale olmadıkça içi göstermez. sağlığı, mutluluğu, gençliği temsil edebileceği gibi, iğrenç olanı, hastalığı, yaşlılığı, acıyı da temsil edebilir.

tuğçe bilgin abject, öznenin kendisiyle özdeşleşmesini istemeyip reddettiği, kendinden çıkan ama kabul etmek istemediği, kurtulmak istediği şeyler anlamındadır. türkçeye ‘zilllet, iğrenç ya da atık’ olarak çevrilen sözcük, her türlü bedensel atığı tanımlar.

tuğçe bilgin kristeva'ya göre en karmaşık haliyle zillet mefhumunu ortaya atan george bataille’dır. “bataille göre informe (formsuz), bir tasnif ve form sistemi olan anlamlar dünyasını parçalar; tanımları yok eder; dili alaşağı eder. bu konu bedenin safralarından toplumun

tuğçe bilgin safralarına uzanır: lümpenler, fahişeler, caniler, serseriler, aylaklar, istenmeyenler, dışlananlar, ötekiler”. bataille, “evrenin hiçbir şeye benzemediğini söylemek formsuzluktur... evrenin örümcek veya tükürük gibi bir şey olduğunu söylemeye varır”, der. abject

tuğçe bilgin unsurlar nesne değil, özne ve nesnenin birbirinden ayrışmasını sağlayan birer ara formlardır. ikisinin arasında fazlalık ya da mevcut eksiklik ilişkisi vardır. bir tür aşırılık ve dillendirilmeyen üçüncü taraftır. özne, abjecti dışlamasıyla kendi sınırlarını

tuğçe bilgin çizebilir ve kimliğini tanımlayabilir. özne, dış dünyadan kendini ayırarak özne olabilmiştir. kusursuzluk fikri, abjecti dışarda bırakır. abject, öznenin ben’e dönüşebilmek için kendisinden uzaklaştırdığı nesne olmayandır denilebilir. nitekim abject (zillet),

tuğçe bilgin bilinçaltının derinliklerine doğru itilmeye çalışılır. öznenin bütün ve tamamlanmış olması için, kusurun bedenden atılması gerekir.

julia kristeva iğrenç sınırlara, konumlara ve kurallara saygı göstermeyen bir şeydir. arada, muğlak ve karışmış olandır. bir anlamda sitüasyonisttir (durumcu). ama gülmeyi bilir; çünkü gülme, tiksinmeyi konumlandırmanın ve konumundan etmenin bir biçimidir.

julia kristeva anne ve çocuk,doğum yoluyla birbirinden ayrışır ve doğumla birlikte artık birbirlerinin uzamı içinde yer almayan ayrı varlıklara dönüşürler. dolayısıyla anne ve çocuk,birbirlerinin abject’idir. birbirlerini dışarı fırlatarak,ayrı birer bedene ve benliğe kavuşurlar.

christian guerin iğrençle karıştırılan ve mukayese edilen ‘tuhaf ve yabancılık’ kavramları, öznenin ruhsal durumlarını, dünya ve çevreyle olan ilişkisini açıklamada yardımcı olabilir. bu bağlamda öznenin nesneyle olan ilişkisini de aydınlatabilir.

tuğçe bilgin kristeva’nın ‘abject’ kavramı, 1919 yılında sigmund freud tarafından tanımlanan ‘uncanny’ (tekinsiz) kavramı ile bazı noktalarda benzerlik gösterir. uncanny (tekinsiz), aşina olmadığımız bir durumun içinde bulunan rahatsız edicilik olarak tanımlanır.

tuğçe bilgin almanca sözcük ‘unheimlich’ ‘heimlich’ (evsel), ‘heimisch’ (yerli) sözcüklerinin karşıtıdır ve ‘tekinsiz’ olanın, bilinen ve tanıdık olmayışı nedeniyle korkutucu olduğu sonucuna yönlenir.

tuğçe bilgin freud tekinsizliği, daha önce karşılaşılmamış yeni durumlar üzerinden yorumlar. kişinin tanıdık olmayana verdiği ruhsal ve düşünsel tepkilerdir. ....... sigmund freud tekinsizlik makalesinde şöyle der:

sigismund schlomo freud / sigmund freud doğalında yeni ve bildik olmayan her şey korkutucu değildir ancak bu ilişki tersine çevrilmeye uygun değildir. sadece yeni olanın kolaylıkla korkutucu ve tekinsiz bir hale gelebileceğini söyleyebiliriz.

sigismund schlomo freud / sigmund freud bazı şeyler korkutucudur ama her koşulda değil. onu tekinsiz kılmak için yeni ve yabancı olana bazı şeyler eklenmek zorundadır.

tuğçe bilgin freud tekinsizlikten bahsederken hayatın gündeliği ve kültürel eserlerin algılanışları arasındaki ayrımın önemini vurgular. önce bir ayrım belirterek, yaşanan tekinsizlikle, sanatta tekinsizliği birbirinden ayırır.

tuğçe bilgin her şeyden önce freud için yaşanan tekinsizlik, daima bir zamanlar tanıdık olan bastırılmışın geri gelişine bağlanırken, sanatta tekinsizlik, gündelik hayatta yaşanan tekinsizlikten daha çok şey barındırır.

tuğçe bilgin bir zamanlar tanıdık olan nesnelerin, ansızın beklenmedik formda geri dönmesi tekinsizliği doğurur. geçmişle kurulan gündelik bağlar içinden sıyrılarak zihinde şekillenir.

tuğçe bilgin tekinsizliğin oluşumu freud’a göre tamamen öznenin belleğinden gelen, geride bıraktığını düşündükleri arasından çıkar.

tuğçe bilgin ‘tekinsizlik’ ve ‘abject’ psikanalizin kuramcıları tarafından öne sürülen fakat sanat alanına da bulaşan kavramlardır. bu konunun ele alınması hem sanatçılar hem eleştirmenler için farklı açılardan bakma şansının yakalanmasına olanak sağlamıştır.

tuğçe bilgin özellikle bedeni merkez alan performanslara bakıldığında fransız sanatçı orlan iyi bir örnektir.orlan, genel-geçer güzellik düşüncesinin aksine çalışır.yaptırdığı pek çok estetik operasyonla tanınan sanatçı, estetik bir görünümün aksine anestetik bir dönüşüm geçirir.

tuğçe bilgin ‘carnal art’ olarak adlandırdığı sanatsal performanslarında orlan, kadın öznenin toplumdaki yerini ve erkek iktidarını güzellik kavramını eleştirmek için bir dizi estetik ameliyatla vücudunu ve yüzünü yeniden biçimlendirir.

tuğçe bilgin diğer kadınlar estetik cerrahiyi gençleşmek ve genel kabul görmüş, standartlaşmış türde bir güzelliğe sahip olmak için kullanırken, orlan bu estetik ameliyatları güzellik kavramını yeniden yapılandırmak ve kendi tarzına uygun bir şekilde bu kavramı yeni

tuğçe bilgin baştan yaratmak için kullanır. yapılan bu operasyonlar orlan’ın genel güzellik anlayışının aksine olmasının yanında, tekinsizliği ve abjecti de barındırır niteliktedir.

tuğçe bilgin orlan’ın ameliyatlarında yalnızca lokal anestezi kullandırması, o an ne olup bitiyorsa bunu bilinci açık halde yaşaması tekinsiz ve abject bir durum yaratmaktadır.

tuğçe bilgin orlan, bir rahim dışı ameliyat geçirir ve operasyon sırasında hem izleyen hem hasta rolünü üstlenebildiğini görür. sonrasında cerrahiyi performans sanatına dönüştürmeyi amaçlar.

tuğçe bilgin operasyonlar için gerekli olan yüklü miktardaki masrafı, performansları sırasında çekilen fotoğraf, video ve teninden kopan et parçalarını satışa çıkararak karşılar.

tuğçe bilgin onun operasyonlarında, sadece sahnedekiler değil, izleyiciler de etkileşim içinde olan katılımcılara dönüşür, kendi rollerini oynar ve gerçek bir acıya tanık olurlar.

tuğçe bilgin kristeva iğrençliği, ruhun sınırlarını tehdit eden her şeyi dışlayarak gerçekleştirilen bir işleyiş olarak betimler. iğrenç doğaldır ve günlük hayatta karşılaşılan ölüm, ter, dışkı, koku, bozulma gibi durumlara denktir.

tuğçe bilgin kiki smith işlerinde, çürüme, ölüm, vücut parçaları ve sıvıları, beden atığı gibi gündelik hayatta karşılaşılmayacak nesneler ve durumlar üzerinden çalışır. bu çalışmalarıyla smith, bedenle olan barışı sağlamaya, ondan gelen her şeyi kabullenmeye sevk eder.

tuğçe bilgin çünkü beden iyisi-kötüsü olmaksızın bir bütündür. kristeva’ya göre her gün dışkılanan ‘iğrenç şeyler’ sayesinde beden anonimlikten sıyrılır ve ‘benim bedenim’ olur.

tuğçe bilgin hayvan derileri ve beden parçalarıyla çalışan belçikalı sanatçı berlinde de bruyckere, heykellerinde vücut hakkında yanılsamalar yaratarak bazı duygular uyandırır. balmumu, ahşap ve at derisi kullanan sanatçı, izleyiciyi beden kavramı ile bir hesaplaşmaya iter.

tuğçe bilgin berlinde de brukyckere’nin 1980’li yıllardaki ilk heykelleri demir, çelik, beton gibi katı malzemelerle çalışılmış soyut ve ........ 2012’de istanbul arter’de yaptığı ‘yara’ adlı serginin kataloğunda selen ansen sanatçının çalışmalarına istinaden şunları yazmıştır:

selen ansen de bruyckere’nin yarattığı figürler, tek başlarına olsalar da, kimsesiz değillerdir. aynı dünyadan geldikleri için, zıtlar kanununa meydan okuyan organik bir özü açığa vururlar.

selen ansen soydaşlıkları, dizisel bir mevcudiyet kipi ve tekrar tekrar karşımıza çıkan, bir topluluk yaratmaya katkıda bulunan malzemeler (kumaş, balmumu veya ahşap) ve biçimler (melez, şekilsiz, parçalı, örtülü, açık) aracılığıyla sağlanır.

selen ansen bu biçimler, dokunma duyusuyla yaratılmışlardır ve kendi tenlerini tehlikeye atmak pahasına da olsa, oluşumlarını temas aracılığıyla sürdürürler. kendi yoğunlaşmış bedeninde inkar edilmiş olan ‘hayvan tarafını’ kendisini ona açmak suretiyle sonunda kabullenebilir.

tuğçe bilgin alman dansçı ve koreograf sasha waltz’ın 1999 yılında yaptığı çalışması ‘körper’ (beden), üç seriden oluşan çalışmaların ilkidir. ....... körper, çıplak bedenlerin üst üste yığılmasıyla dikkat çeker. bedenin tüm mahremiyetini yerle bir eder.

tuğçe bilgin tüm performans boyunca çıplak bedenlerle karşılaşılmaktadır. fakat hiçbir cinsel çağrışımın bulunmadığı gözlemlenebilir. aksine kişiler pek çok sahnede cinsiyetsizleştirilmiş gibidir.

tuğçe bilgin coplans’ın fotoğraflarında yaşlanma süreci ve fiziksel çökme konu edinilir. ....... dolayısıyla bu durum karşısındaki seyirci, kendiyle özdeşleştirdiği yaşlı bedene karşı bir his yaşar ve bu durum da ‘abject’ kavramıyla doğrudan ilintilidir.

tuğçe bilgin abjecte resim alanından yaklaşan ve aslında resim diye nitelendirilmeyen, kendi sanatını art ve üre kavramını birleştirerek ‘artüre’ olarak isimlendirmiş olan yüksel arslan, karl marx’ın kapital’inin etkisiyle çizdiği serisiyle de bilinir.

haydar öztürk & seval şener artüreler bizzat kendi yaratıcıları tarafından sanatın dışına atılmışlardır. artüreler kişinin kendinden uzaklaştırdığı kötü kokulu, kan, sperm, sümük gibi vücut atıkları, biçimsizliğin –informenin estetiği ile okunabilirler.

zeki zikrullah kırmızı arslan, resmin süregelmiş geleneğini reddederek aslında ta en başından kendi sanatının devrimini yapmıştır denilebilir. kapital serisiyle başlayan, insan bedeni, parçaları ve tek hücreli canlılarla devam eden bir tümdengelimdir.

zeki zikrullah kırmızı beden en başta, bir karşı duruşu somutlayacağına göre, kültürün kabul görmüş toplumsal söylemlerinde bedenden ayrı bırakılan tüm şeylerle, düşmüş yanlarıyla, yani vücudun atıkları olan idrar, kan, ter, irin, dışkıyla aktarılmıştır.

zeki zikrullah kırmızı sanatçı bedenin en pis tarafından başlamıştır.

tuğçe bilgin abjection bilinmeyen, aşina olmayan bir beden veya nesneyle karşılaşınca yaşanan bir his olmasının yanında, doğrudan öznenin kendi bedeni üzerinden de yaşayabildiği bir durumdur. bu kez abject alanının öznesi de nesnesi de ben’dir. en nihayetinde bedenin bütünlüğünün

tuğçe bilgin bozulması korkusunu içinde barındırır. bir uzvun kaybı bu duruma örnek gösterilebilir. emre şan, hayalet uzuv için, kişinin kaybettiği uzvunun hala oradaymış gibi davranması halidir ve bu yalnızca psikolojik bir sorun değil aynı zamanda nörolojik bir durumdur ki

tuğçe bilgin beyin hala olmayan uzva komutlar yollar, der.

jean-jacques courtine nasıl olur da ürküntüden eğlence, iğrenmeden neşe, korkudan zevk çıkarabiliyorlardı?

tuğçe bilgin kristeva’nın söyleminde olduğu gibi, korkuyu, iğrenci, tasavvur edilen normalin dışında kalanı kabullenmeyi yani onunla özdeşleşmeyi ancak ona gülerek, eğlence ve komiklik alanına çekerek kabullenebilmiştir. karşıda görülen aslında bir ‘abject beden’dir.

tuğçe bilgin

  1. yüzyılla beraber anormal bedene bakışta değişimler olmaya başlamıştır. tıbbın gelişmesi, insanî değerlerin ön plana çıkmasıyla, anormaliye sahip bireylere bakış artık komik yahut irite olan bir bakış değil aksine bu kez de merhamet ve acıma alanına çekilen bir

tuğçe bilgin bakış olmuştur. bu da abject alanıyla başa çıkmanın bir başka yoludur denilebilir.

tuğçe bilgin abject alanında yaşanan yabancılaşma ve iğrenmenin kabulü de bir dönüşüm sürecindedir. toplumsal algının yaşanan olaylarla değişmesi, bir gün kendi başına da gelebilme ihtimali dâhilinde, insanlar artık merhamet göstererek, yaşanan hislerle başa çıkmayı öğrenmeye

tuğçe bilgin başlamıştır.

tuğçe bilgin güney koreli sanatçı choi xoo ang, fantastik ama gerçekçi yanı güçlü olan figürleriyle insan hakları ihlalini konu edinir. yok edilen, sömürülen, acı çeken insanlığın altını çizer. sömürü ve ihlal abject alanına dâhildir ve abject yalnızca nesne veya beden üzerinden

tuğçe bilgin değil düşünsel algılayış biçimleri üzerinden de ortaya çıkar.

tuğçe bilgin abject beden ya da abject nesnenin karşısında alınan tavırla, güzelin, hoşa gidenin karşısında alınan tavır aynı yolda ilerler lakin aynı sona ulaşmazlar. beraber ilerledikleri yol, kavrama ve bilme yoludur. özne bir nesne karşısında ikileme düşerse, nesnenin bilgisi

tuğçe bilgin ve imgesi çakışırsa özne bir tavır alır. bu alınan tavırdan, haz aldığı söylenebilir ancak bu haz hoşlanma, beğenme gibi bir haz değildir. sefil ve içler acısı bir hazdır. bir nesneye karşı böyle bir ilgide olan bir özne, nesnenin bilgisi ve imgesi arasında sıkışır

tuğçe bilgin ve bu bilinç varlığı da ‘ben’ anlamına gelir.

tuğçe bilgin abjectin, en başta bedenin atıkları üzerinden yaşanan, aynı zamanda bir nesneye ve bedene karşı duyulan tiksinme ve iğrenme alanı oluşturan, öznenin psikolojik ve travmatik durumlarını nesneye aktarmasıyla da oluşabilen bir kavram olduğu öngörülmüştür.

tuğçe bilgin abject anını yaşamak için, bir nesneden, bir bedenden alınan yahut nerden geldiği anlaşılmayan bir kokuya maruz kalmak, kokunun iğrenç ya da güzel kokmasıyla ilişkili değildir. öznenin duyulan kokuya dair olan bilgisiyle belirlenir ve bu durum oldukça özneldir.

tuğçe bilgin elbette aşina olan, kötü koku denilen koku bilgisi, hafızada öncüldür. ter, dışkı, idrar, bozulmuş yiyecek… bu kokuların güzel bir koku olduğu idea edilmez. dokunma duyusunun en öznel duyu olduğunu söylemek mümkündür. öznenin dokunma hafızasıyla ilişkili olan bu

tuğçe bilgin duyu her öznede farklı bir algı yaşatabilir. dokunma duyusu, görme, işitme ve koku alma duyuları aradan çıktığında salt korku barındırır ve korku abject alanına dâhil olan güçlü bir duygudur.

tuğçe bilgin abject kavramının tanıdık olmayan bir durum veya bir nesne üzerinden yaşanabileceği düşünülmüş, bunun yanında öznenin bedeni, zihni, duyuları ve kendine ait nesnesi ya da karşı beden ve aidiyeti olmayan nesne üzerinden de yaşanabileceği çıkarımında bulunulmuştur. bu

tuğçe bilgin çıkarım sonucunda da beden ve nesnenin birbirinin yerine geçebilme eğilimi olduğu sonucuna varılmıştır. wilhelm worringer, artık obje’nin yalnızca biçiminden değil de, obje’ye bakan öznenin davranışından hareketle bir sonuca gidildiğine dair bir bağlam kurmuştur.

tuğçe bilgin “estetik haz, bir obje’de kendi kendimizden duyduğumuz hazdır. estetik olarak haz duymak demek, benim dışımda bulunan duyulur bir obje’de kendimden haz duymam, kendimi onda yaşamam demektir’’, der. estetik haz için olan bu söylem abject kavramıyla bağlanırsa,

tuğçe bilgin kristeva’nın söylemiyle, iğrencin (abjectin) ne olduğu bilinmez ve iğrenç arzulanmaz ancak ondan haz alındığı söylenebilir. fakat bu estetik hazzın aksine yoğun ve acı dolu bir hazdır. bir nesneye ya da bedene duyulan bu haz, o nesne veya bedenin var olma sebebinin

tuğçe bilgin karşısında duran bir söylem olarak, ancak bir özneyle mümkündür. karşılaşma ne olursa olsun, muhatabı öznedir.

gonca uncu & gülsüm çalışır sanatta çirkinin temsili

gonca uncu & gülsüm çalışır abject (iğrenç) sanat abject sanat, özellikle bedeni ve bedensel işlevleri referans alan, temizlik ve uygunluk anlayışımızı tehdit eden temaları araştıran sanat eserlerini tanımlamak için kullanılmaktadır. abject (iğrençlik) terimi ilk olarak 1980’de

gonca uncu & gülsüm çalışır fenimist ve postmodern söylemler üzerine çalışmalar yapan julia kristeva’nın ‘korkunun güçleri’ (powers of honor) kitabında fiziksel, psikolojik ve dilsel bir eylem olarak ortaya koyulmuştur. pratikte, bu eylem, kamuya açık gösterim ya da tartışma için

gonca uncu & gülsüm çalışır uygun olmayan, ya da uygunsuz olarak kabul edilen tüm bedensel işlevleri ya da bedenin yönlerini kapsamaktadır. abject sanat bir çeşit performans sanatı olarak da düşünülmektedir. bu akımın kökeni hermann nitsch’in kanlı hayvan cesetlerini sunulduğu

gonca uncu & gülsüm çalışır bir performans sergisine dayanmaktadır. abject sanatın bedeni ele alışı ve yansıtması bedenin güzelliğini değil çirkin ve tiksindirici tarafını sergilemek içindir. beden üzerine performanslarla müdahaleler yapılan bir nesneye dönüştürülmüştür. abject

gonca uncu & gülsüm çalışır sanatın sergilediği beden temsili kanlı, yaralı ve parçalanmış bir bedendir ve izleyicide dehşet hissi uyandırmaktadır.

gonca uncu & gülsüm çalışır abject fikri güçlü bir feminist içeriğe sahiptir. bir çok sanatçı kadın bedenini referans olarak kullanmış, cinsiyet ve kimlik konularını ele almıştır. 1980 ve 1990’larda bir çok sanatçı bu akımdan haberdar olmuş ve bu konsepti eserlerine yansıtmıştır.

gonca uncu & gülsüm çalışır kristeva’ya göre kadının kültür ve tarihle olan bağı abject (iğrenç) kavramıyla anlaşılır. birey bedenine ait içsel salgı, dışkı, kan ve kokuşmuşluğuyla kabul etmelidir, çünkü ancak bu şekilde bedenini sahiplenebilir. bedenin her gün dışarıya attığı

gonca uncu & gülsüm çalışır dışkı, yani iğrenç olan şey sayesinde beden kişiye ait olmaktadır. tıpkı bedenden atılan dışkı gibi bebeğin doğmasıda anne için abject (iğrenç) bir durumdur. kristeva göre abject (iğrenç) ruh ve bedenin içsel ve dışsal gerçekliğini tehdit edecek her

gonca uncu & gülsüm çalışır şeyi dışlayarak, ölümün, çürümenin, doğum anının, insan dışkısının hayatın bir parçası olmasıdır. kısacası iğrenç, aşağılık ve çirkin olan hayatın ve insanın bir parçası ve gerçekliğidir.

gonca uncu & gülsüm çalışır abject sanat, hem iğrencin insana hissettirdiği travma ile yüzleşmeyi, hem de iğrenç olanı abartmak suretiyle daha da iğrenç hale getirmeyi böylelikle de görsel gücünü arttırmayı amaçlamıştır.

gonca uncu & gülsüm çalışır dolayısıyla sanatçının abject sanatla yakalamak istediği şey, insan bedeninin en çarpıcı gerçekliklerini saklamak değil, tüm çirkinliği ve tiksindiriciliğiyle gözler önüne sermektir.

gonca uncu & gülsüm çalışır sanatçılar eserlerinde boya yerine çamur, kan, hayvan ölüleri gibi iğrenç maddeleri kullanmışlardır ve bundan dolayı foster bu sanata ‘dışkı sanatı’ benzetmesi yapmıştır.

gonca uncu & gülsüm çalışır klasik sanatın en önemli öznesi niteliğindeki beden ve güzellik ögeleri, abject sanatta içsel çirkinliğinin dışarı çıkartılmasıyla bozguna uğratılması gereken bir özne halini almıştır.

gonca uncu & gülsüm çalışır aynı zamanda abject sanatta bu yeni beden sergilemesi üç boyutludur, izleyici bedene yaklaşabilir, dokunabilir, koklayabilir ve onu duyabilir. bu sayede amaçlanan dehşet verici etki en üst seviyede gerçekleşerek, izleyici ve eser arasında deneysel bir

gonca uncu & gülsüm çalışır etkileşim yakalanmış olur.

gonca uncu & gülsüm çalışır çağdaş sanatta vücut dışkısının sergilenmesi, insanın bastırılmış ilkel duygularıyla, uygarlaşmış modern görünümü arasında olan ilişkinin, ters çevrilerek açığa çıkarılması eylemidir.

gonca uncu & gülsüm çalışır john miller’ın eserlerinde yapmış olduğu dışkıdan tepecikler ve manzoni’nin dışkı koserveleri, bilinçli olarak yapılan çağdaş sanat eserleri, anal-erotik itaatsizlikleri temsil etmektedir.

gonca uncu & gülsüm çalışır miller ‘dick jane’ adlı eserinde bir oyuncak bebeği boğazına kadar dışkıya benzer bir malzemeye gömmüş ve yüzünü de aynı malzemeye boyamıştır.

gonca uncu & gülsüm çalışır miller ise jane’i bir erkek üreme organına dönüştürmüştür, üstelikte dışkı şeklinde. bu sayede sanatçı erkek ve kadın arasındaki cinsel farkı ortadan kaldırmış olur.

gonca uncu & gülsüm çalışır miller bir çok eserinde dışkı metaforunu kullanarak beden temsilleri yapmış ve bedensel parçaları çöp yığınları gibi tiksindirici bir görsellikte sergilemiştir.

gonca uncu & gülsüm çalışır kristeve göre ter, kan, irin ve dışkı bedenin bir parçasıdır ve yaşam döngümüzü sağlayan asıl şeyler bunlardır. her gün bedenimizden attığımız dışkı sayesinde yaşamımızı sürdürebiliriz.

gonca uncu & gülsüm çalışır dolayısıyla görmezden gelinen ve bir kenara atılan bu iğrenç maddeler biz görmezden gelsek de yaşamın sürekliliği için önemlidir.

gonca uncu & gülsüm çalışır francette pacteau güzellik semptomu adlı kitabında tiksinti yaratan bedensel unsurları şu şekilde yorumlamıştır:

francette pacteau insan bedeninin iç organları düşünüldüğünde ya da görüntülendiğinde hissedilebilecek tiksinti, doğuran, doğan, dışkılayan, hasta olan ve ölen bedendir. iğrenme, nesnelerin (yemek, kusmuk, salya, dışkı, sidik, daha ileride meni ve adet kanı) yendiği ve/veya

francette pacteau dışarıya atıldığı, içerisi ile dışarısı arasındaki geçişin çeşitli bölgelerindeki (ağız, anüs, cinsel organlar) yemek yeme ve dışkılama devinimlerinde ortaya çıkar. ancak iğrenme nesneleri, yeme ve dışkılamanın çifte deviniminde asla bedenden tamamen

francette pacteau ayrılmazlar. aslında onları iğrenç (abject) olarak işaretleyecek olan kesinlikle bu kesinleşmemiş durumdur.

gonca uncu & gülsüm çalışır abject sanatın en etkili isimlerinden olan kiki smith aynı zamanda da kavramsal sanatın en tanınmış isimlerinden biridir. smith aynı zamanda çağdaş feminist sanatın ikinci dalgasının en önemli isimlerindendir. insan vücudunu ayrıntılı olarak

gonca uncu & gülsüm çalışır betimleyen, çoğunlukla mitolojiden ve folklordan gelen kadınlara odaklanan, sıklıkla rahatsız edici sanat eserleriyle tanınan bir sanatçıdır. eserlerinde bedene ait organları ve kemikleri incelemiştir. smith’in sanat anlayışı sağlıklı insanların değil,

gonca uncu & gülsüm çalışır hasta, yaralı, ölümcül durumda olan insanların bedenleridir. bedeni bütünsel olarak ele alan sanatçı, dış bedenin güzelliğini değil bütününü sorgulamıştır. eserlerinde görülen iğrençlik aslında sanatçının ölüm, savunmasızlık hissi ve cinsellik gibi

gonca uncu & gülsüm çalışır korkularla başa çıkma yoludur. meryem ana adlı eseri : feminist bakış açısı ve katolik dininin ikonografisiyle birleşmiştir. smith, kadının kutsallığının ve inancının saygı duyulan imgesini, yüzyıllardır kadın üzerinde süren şiddet ve vahşetin

gonca uncu & gülsüm çalışır yarattığı hasarla birleştirerek yansıtmıştır. kadın bedeni üzerindeki derin yanıklar ve kesikler vücudun savunmasızlığını vurgulamaktadır. bu şekilde bedeni karmaşık, gözenekli ve sınırsız bir sistem olarak tanımlayan feminist teorilere atıfta

gonca uncu & gülsüm çalışır bulunmaktadır. örneğin kan havuzu, vücut sıvıları veya yaralanmalar, zeminde cenin pozisyonuna sokulmuş kadın figürleri, ihlal edilmiş şiddet ögeleri gibi temalar diğer eserlerine yansımıştır.

gonca uncu & gülsüm çalışır cindy sherman, eleştirel fotoğrafçılığın çağdaş ustalarındandır ve eserleri abject sanat olarak nitelendirilmektedir. amerikan kitle kültürü ve medya imgelerinin hızla yayılmasına dikkat çeken ‘pictures generation’ hareketinin kurucularındandır ve kiki

gonca uncu & gülsüm çalışır smith gibi bir feministtir. sherman, kitle iletişim araçlarının, insanlar üzerindeki baştan çıkarıcı ve çoğu zaman baskıcı etkisini bireysel ve kolektif kimlikler üzerinden sorgulamaya çalışmaktadır. hollywood’un fantezileri, reklam ve moda dünyasının

gonca uncu & gülsüm çalışır yarattığı hipergerçeklik dünyası, cinsel imgelemeler sherman’ın oto portreler serisinin altında yatan rahatsız edici konular arasındandır. bu serideki portrelerin modelliğini sherman farklı kostümler ve makyajlarla kendisi yapmıştır. bu çekimlerde

gonca uncu & gülsüm çalışır sanatçı, moda ve reklamda kullanılan kusursuz kadın imgelerinin, kadının ticari bir ürüne dönüştürülmesin ve kadına biçilen geleneksel rollerin yansımalarını sorgulamıştır. kadın imgesinin büründürülmek istendiği feminenliğe ve cinsiyet rollerine

gonca uncu & gülsüm çalışır alaycılıkla ve aşağılayarak meydan okumaktadır.

gonca uncu & gülsüm çalışır postmodern sanatçılardan patricia piccinini, abject’i konu alan eserleriyle son zamanların en dikkat çekici sanatçılarından birdir. sanatçının ‘graham’ isimli eserini, ünlü bir travma cerrahıyla beraber oluşturmuştur. cerraha göre insanalar kaza ve

gonca uncu & gülsüm çalışır çarpışma anında graham gibi çirkin bir anatomiye sahip olurlarsa hayatta kalabilirlerdi. sanatçıya göre graham bir hava yastığını andırmaktadır ancak izleyici, bu tuhaf ve çirkin görünen adamın gözlerinin içine baktığında onunla empati kuracaktır.

gonca uncu & gülsüm çalışır piccinini, bu eser için: ‘gerçekten bilimi dinledim ve graham’ı içselleştirdim ve sonra ona duygusal bir düzeyde yaratıcı bir şekilde yaklaştım’ demistir. hiper-gerçeklik sanatçısı olarak da anılan piccinini tuhaf gerçek üstü yaratıklarını yaparken,

gonca uncu & gülsüm çalışır biyolojik mantığa meydan okumaktadır. ancak bu yaratıklardaki yüz ifadeleri, vücut dilleri ve özellikle bakışlar bize çarpıcı şekilde benzemektedir. ‘insanlar bu eserlerle çok farklı şekillerde bağlantı kuruyorlar ve içinde canavarlık olduğunu

gonca uncu & gülsüm çalışır düşünüyorlar, bence güzel olan da bu’ diyerek sıra dışı bu yaratıkların insanlar tarafından ilgi çekici bulunduğunu ve kabul edildiğini vurgulamıştır. piccinini eserleri boyunca belli bir tematik dil izlemiştir. bu dil, annelik, doğurganlık, mitoloji

gonca uncu & gülsüm çalışır ve teoloji arasında gerçek ve gerçek üstünün birleştirilmesini içermektedir. çevre ve doğanın yeni bir tanıma ihtiyacı olduğuna inanan sanatçı, doğayı kontrol etmek, onu kendimize uydurmak ve biçimlendirmek gibi fikirlerin sorgulamasının gerçek doğanın

gonca uncu & gülsüm çalışır dokunulmazlığını bizlere öğreteceğini ifade etmektedir. yaptığı doğa üstü, yarı insan yarı hayvan yaratıkları, doğanın farklı bir yorumlanışı olarak gören sanatçı, doğaya ait olan insan ve hayvanın birleşiminden meydana gelebilecek çirkin yaratığın

gonca uncu & gülsüm çalışır yine insana ve hayvana ait doğurganlık, uyku, yemek yeme, ölüm gibi doğal süreçlere ait ortak özellikler taşıyacağına dikkat çekmiştir. piccinini’nin eserlerin başarısı, sadece eserlerin inanılmaz şekilde gerçeğe yakın görünmelerinin değil, aynı

gonca uncu & gülsüm çalışır zamanda duygusal ve entelektüel olarak da izleyici ile güçlü bir şekilde bağ kurmalarına bağlıdır. çünkü bu eserler çirkin canavarlara benzeseler de, duygusal ve masum beden dilleri ve duruşlarıyla izleyici de bir sakinleşme ve rahatlama hissi

gonca uncu & gülsüm çalışır uyandırmaktadırlar.

gonca uncu & gülsüm çalışır abject (iğrenç) sanat iğrençliğin en uç sınırlarını gözler önüne sermektedir. bu anti-estetik tavır, alışılagelmiş hayatlarımızda, yüzleşmekten korktuğumuz veya kaçtığımız tiksinti verici şeyler, ölüm, şiddet, hastalık, yaralanma gibi meseleleri

gonca uncu & gülsüm çalışır önümüze sererek bunlarla yüzleşmemizi önerir.

gonca uncu & gülsüm çalışır günümüzde çirkine olan bu ilginin esas nedeni, binlerce medya ve reklam iletileriyle çevrelendiğimiz bir dönemde bir karşı bir tavır olarak, iğrenç, tuhaf ve tiksindirici olanın ilgimizi çekmesidir. çünkü medya görülmemiş imge bırakmamıştır.

hatice doğan çağdaş bir eğilim olarak abject art (iğrenç sanat)

hatice doğan kristeva’nın lacan ve bataille gibi yazarların çalışmalarından yola çıkarak oluşturduğu “abjection” kavramından harekete geçen sanatçılar, sanatsal üretimlerinde, toplumdan dışlananları olduğu kadar izleyicide tiksinti uyandıran bedensel sıvıları kullanmalarıyla da

hatice doğan ön plana çıkmaktadırlar. bu türden eserler üreten sanatçıların estetik anlayışını tanımlamak için abject art (iğrenç sanat) deyimi kullanıma sokulmuştur. kristeva’ya göre abject (iğrenç olan) sınırları ihlal eder, düzeni ve otoriteyi rahatsız eder.

hatice doğan sanatçılar var olan sınırları zorlayarak, bütün tabulara yani dokunulmaz ve söz edilemez olana saldırma girişimlerine başlamışlardır. bu girişimlerden biri de abject art’tır. özellikle 1980’lerin sonu ve 90’lı yıllardan başlayarak sanatta bedensel atıkların kullanımı

hatice doğan ve bedenin, sınırlarını ihlal edici, küçük düşürücü biçimde kullanışıyla ön plana çıkan ve sansasyonlara sebep olan bazı sanatçıların üretimleri “abject art” başlığı altında toplanır hale gelmiştir.

hatice doğan abject kavramı, iğrenç, aşağılık, yasaklanmış, dışlanmış olarak türkçeye çevrilebilir. bu kavramdan yola çıkan sanatsal eğilimi “iğrenç sanat” olarak adlandırabiliriz.

hatice doğan abject ya da iğrenç olan şey dışladığımız ancak yine de kendisine karşı bir çekim hissettiğimiz, kendimizle ve dünyayla ilgili kuralcı ve katı düşüncelerimize zarar veren, dünya ve benlik algımıza dair güvenimizi ve cesaretimizi kıran şey olarak tanımlanabilir.

hatice doğan iğrenç, kristeva’ ya göre ne özne ne nesne olan şeydir. ayna evresindeki çocuğun, anneden ayrılarak özne olmadan önceki hali ve ölümden sonra nesneye dönüşen ceset gibi, özneden sonra ortaya çıkan bir kategoridir. bu iki durum sanatta, adet kanaması ve cinsel

hatice doğan boşalma sıvıları, kusmuk ve dışkı, çürüme ve ölüm gösterenleriyle kaplanmış felaket sahneleriyle karşımıza çıkar.

hatice doğan kristeva’nın örneklerinde, temizlik veya sağlık eksikliği iğrençliğe sebep olan şey değildir. kimliği, sistemi veya düzeni rahatsız eden, sınırlara, durumlara, kurallara saygı duymayan şey iğrençtir.

julia kristeva iğrenç, sınırlara, konumlara ve kurallara saygı göstermeyen bir şeydir. arada muğlak ve karışmış olandır. hain, yalancı, vicdan azabı duymayan suçlu, utanma duygusu olmayan tecavüzcü ve kurtardığını iddia eden katildir…

hatice doğan iğrençlik ve formsuzluk kavramları 90’ların erken yıllarında, dönemin asi sosyo-kültürel ortamıyla oldukça uyum sağlayan kavramlar haline gelmişlerdir. bu yıllarda dışlanmışlık, iğrençlik, zillet yalnızca kabul edilmekle kalmamış, aynı zamanda yüceltilmiştir.

hatice doğan bataille ve kristeva’nın terimlerinde anlamını bulan iğrençlik, öznenin benlik arayışında karşılaştığı kriz olarak anlamın çöktüğü bir durum olması ile toplumsal dışlanma ve kategoriler arasındaki sınırlarla oynamak isteyen avangard sanatçılara ilham vermiştir.

hatice doğan bu anlamda, “abject art” (iğrenç sanat) başlığı altında ele alınabilecek sanatçılar izleyici üzerinde tiksindirici etki uyandırmak adına, dışkı, çöp, çürümüş yiyecekler ve diğer tabu maddeleri kullanırlar. bu yüzden, foster, iğrenç sanat’a “dışkı hareketi” diyecek

hatice doğan kadar ileri gitmiştir. içerik olarak özellikle bireyin dışlanmasıyla ilgili konular ön plandadır.

hatice doğan foster‘a göre iğrenç sanat çoğunlukla iki yöne eğilimlidir; bunlardan birincisi, iğrenç olanla özdeşleşmek, travmanın yarattığı yarayı deşmek için bir şekilde ona yakınlaşmak, gerçeğin müstehcen nesne-bakışıyla temas etmektir. ikincisi ise, iğrençlik sürecini

hatice doğan abartarak iğrenci eylem sırasında yakalamak, geri yansımalı, hatta kendi açısından tiksindirici hale getirmek için işleyişini abartmaktır.

hatice doğan jennifer ridell’e göre iğrenç sanat gizli ve görünmez hale getirilmiş olanı açığa çıkarmaktadır. bu anlamda aynı dönemde, bedensel atıklarla birlikte beden parçalarının tuhaf kompozisyonlarda bir araya getirildiği eserler de göze çarpmaktadır.

hatice doğan amerikan sanatçı paul mccarthy ise kendi bedeni üzerinde boya yerine dışkı, çiğ et veya ketçap kullanarak resim yaptığı performanslarıyla tanınmıştır. daha sonra maketlerle yaptığı enstalasyonlarında veya maskeler kullandığı videolarında sıkça amerikan ikonlarını ya

hatice doğan da noel baba gibi fantastik figürleri aşırı şiddet ve cinsellik içeren sahnelerde bir araya getirmiş, saf ve masum olanı iğrenç olanla bozarak saygınlıklarına saldırıda bulunmuştur.

hatice doğan genç ingiliz sanatçıları’ndan olan chris ofili’nin resimlerinde kullandığı fil dışkısı sanatçının afrikalı kökenleriyle bağlantılı olduğu gibi sansasyon arayışının da bir sonucudur. bu arayış, sanatçının “the holy virgin mary” isimli resminde fil dışkısı ile yaptığı

hatice doğan bakire meryem’i temsil eden mavi giysili figür etrafında çeşitli pornografik görüntüleri kolaj halinde kullanmasıyla ön plana çıkmaktadır. serrano’nun “piss christ” isimli fotoğrafı gibi , 1999 ‘da new york ‘ta düzenlenen sensation sergisinde gösterildiğinde büyük

hatice doğan tartışmalara yol açmış ,hastalıklı ve iğrenç olarak nitelendirilmiştir.

hatice doğan türk çağdaş sanat ortamına iğrenç sanat çerçevesinden baktığımızda özellikle feminist kadın sanatçıların üretimleriyle karşılaşırız. canan şenol’un “çeşme” videosu bu anlamda okunabilecek işlerden biridir.

hatice doğan kadın bedeni ile ilgili tabulara odaklanan neriman polat, “bozuk” isimli video-fotoğraf yerleştirmesinde bir televizyonun üzerine oturarak mastürbasyon yapan bir kadın görüntüsünün yanı sıra regl kanı bulaşmış ped görüntüsünün olduğu bir fotoğrafa da yer vermiştir.

hatice doğan bu şekilde kadın bedeni ile iğrençlik, kirlilik arasında kurulan bağlantıyı kullanan sanatçı aynı zamanda yerleştirmede bulunan diğer fotoğraflarla bir tür tehlike duygusunu izleyiciye yansıtmaya çalışmıştır.

hatice doğan iğrenç sanat, malzemenin sınırlarının zorlandığı bir yanı olduğu kadar sanatçı ve eseri arasında var olan ya da olması gereken bağın en şiddetli ve mahrem biçimde gösterildiği bir yönelimdir.

zeki tez ilaç ve parfümün sihirli dünyası

zeki tez “mandragora” teriminin dilsel kökeni, farsça “mardom-gijah” (“adam otu”) ya da “mehr-gijah” (“sevgi otu”) sözcüklerinden gelir. başka bir yorum olarak yunanca “mandra-agora”dan (“ahır toplantısı”) (!) geldiği de ileri sürülmektedir. “ejderha insan” [< “man” + “dragon”]

zeki tez şeklinde yorumlayanlar da vardır. ermenice’de “adamowa golowa” (“âdem’in başı”) adını alırken arapça’da “şeytan elması” şeklinde yer alır. iö 1550’lere tarihlenen ebers papirüsü’nde adamotu narkotik ve solucan düşürücü, sancı dindirici, kramp önleyici olarak ve akciğer

zeki tez hastalıklarına karşı önerilmektedir. mısır mitolojisine göre nübye’den getirilmiş mandragora meyvesi, bira içinde bir tanrıçaya sunulmuş, tanrıça bunu içince sarhoş olarak gözleri parlamaya başlamış ve güneş battıktan sonra da gözleri görmez olmuş –burada bitkinin

zeki tez içeriğindeki bir alkaloidin gözbebeklerini büyütücü etkisine değinilmektedir–. adamotu daha sonra modern psiko-farmakaların öncüsü olarak bilinç kaybettiren ecza olarak da kullanılmıştır. bizzat adamotunun kendisinin de geceleri tıpkı ay ya da ateşböceği gibi ışıl ışıl

zeki tez parladığı söylenir ki ona yakıştırılan bu özellik bir boşinançtan ibarettir. “adamotu” nitelemesi, insana benzerliğinin yanı sıra onun afrodizyak olarak kullanımıyla da ilişkilendirilmektedir. eski yunan ve roma tedavi sanatında sistemli olarak melankoliye, ateş

zeki tez yükselmesine ve kadın hastalıklarına karşı kullanılmıştır. dioskorides, de materia medica’sında bu bitkiyi betimleyerek, iki türünü ayırt etmiştir: ilkbaharda yetişen, büyük, erkek biçiminde, açık renkli ve güzel kokulu olan (olasılıkla “mandragora vernalis l.”); diğeri

zeki tez ise sonbaharda yetişen, küçük, kadın biçiminde, koyu renkli ve iğrenç ve keskin kokulu olan (olasılıkla “mandragora officinarum”). askerî hekim olarak çok sayıda cerrahî müdahalede bulunan dioskorides onu şarap içinde ve narkoz aracı olarak kullanmış; az verildiğinde

zeki tez uyku getirici, çok verildiğinde ise bilinç yitirici ve hattâ öldürücü etkiye sahip olduğunu belirtmiştir.

zeki tez patrick süskind’in (doğ. 1949) das parfüm: die geschichte eines mörders (koku: bir katilin öyküsü) (zürih, 1994) adlı tanınmış romanında iki dünya iç içe işlenmektedir. bir yanda parfüm ve parfümcülerin kokulu dünyası, diğer yanda ise 18. yüzyıl fransız kentlerinde insan

zeki tez idrar ve pisliklerinin yarattığı iğrenç kokan dünya. günümüz insanının o dönemin iğrenç kokan dünyasını zihninde canlandırması pek kolay değildir. sokaklarda hayvan dışkıları, duvar diplerinde insan sidiği kokuları, ahşap evlerin çürüyen tahtalarından yayılan küf

zeki tez kokuları, ev mutfaklarından çürük lahana ve koyun yağı kokuları, havalandırılmayan odalardan yükselen tozların yaydığı küf kokuları, yatak odalarında depolanan yağlı salamura kokuları, nem kokan yaylı somyalar, akşam yemeği artığının “ben burada unutuldum!” diye bağıran

zeki tez kokuları, şöminelerden kükürt kokuları, sepihanelerde aşındırıcı çözeltilerin kabartarak yaydığı leşi andıran kokular, mezbahalardan yayılan pıhtılaşmış kan kokuları, yıkanmamış giysilerden yayılan ekşi ekşi ter kokuları, ağızlardaki diş çürüklerinin nefretî kokuları,

zeki tez pisboğaz midelerden gelen soğan-sarmısak kokuları, kart bedenlerden yayılan eski kaşarı andırır ten kokuları, iyileşmeyen yaralardan yayılan irin kokuları…

milliyet vilayet ve kaza merkezlerinde açılan dispanserlerde frengililer bedava ve mecburi bakıma tabi tutulmuş ve bu iğrenç hastalık eskiye nisbetle yüzde seksen derecede azalmıştır.

nîhal erk "tuhfetülfarisîn fî ahval-i huyul el-mücahidin" adlı kîtabın ilimler tarihi yönünden incelenmesi

nîhal erk vaginaya girmeden evvel tırnaklar kesilmişse de elin yıkanmasından bahsedilmemiştir. cervix utari'den el sokulup uterus'un temizlenmesi pek kolay birşey gibi anlatılmıştır. fakat iğrenç ilâçlar tavsiye edilmez.

nîhal erk iç hastalıklar hakkındaki bilgi hemen hiç denecek kadar zayıftır. birçok otlar ilâç olarak kullanılır. iğrenç tedaviler yoktur.

idil tokdemir sanatta ölüm kavramının beden ve cinsellik üzerinden deneyimlenmesi

idil tokdemir bataille, romanlarında ortaya atmış olduğu özgürlük anlayışında her türlü iğrenmenin arzu uyandırdığını, dolayısıyla idrar, dışkı, kusmuk, gibi ifrazatla (excreta) hatta bir cesetin çürümesi ve kokuşmasıyla (zillet) erotizm arasında büyük bir çekim olduğunu

idil tokdemir söylemektedir. yani ona göre “…bir ceset de cinsel arzu uyandırabilir. bu nokta onun yazınında ölüm ile erotizm arasındaki ilişkinin bir başka düzeyini oluşturur”.

idil tokdemir gerek felsefi, gerekse psikanalizci görüşler arzuyu hep bir libidinal duygu düzeyinde tutmakta, sevginin ise böyle bir dış etken sayesinde varolabileceği gerçeğine işaret etmektedirler. ancak, spinoza aşırı sevginin paradoksal bir etki yaratma tehlikesinden de söz

idil tokdemir etmiştir ki, tüm duygular karşıt duygularla pekişmekte ve aşırı olma durumlarında sınırlarının ötesine kolaylıkla geçebilmektedirler. olumsuz olandan yola çıkıldığı zaman; aşağılanmış olanın yüceltilmesi, nefretin aşka dönüşmesi, iğrençlik ve pisliğin arzu

idil tokdemir yaratması, kan akıtma ve acımasızlığın bir tür şehvete yol açması gibi, bataille’in romanlarında sahnelediği sapkınlıklar bu görüşün örnekleri olarak dikkat çekmektedir.

idil tokdemir ölüm kontrolü, 1974, isimli çalışmanın her iki kaydında da (gerek fotoğraf formunda, gerekse video çekiminde), pane’in yüzünde canlı kurtcukların gezinmeleri yakın çekim olarak gösterilmiş; bazı kurtcuklar kulaklarının içine girerek kıpırdamaya, bazıları da göz

idil tokdemir kapaklarının altına sızmaya çalışırlarken, gina pane, bedeni tamamen hareketsiz, beklemektedir. “bu görüntülerin tahammül ötesi bir şey olduğu kesin”. ölüm ve hastalığın rahatsız edici ilişkisi ve sineklerin ölmüş bedenler üzerine yumurta bıraktıkları bilinen bir

idil tokdemir gerçektir. bu yumurtalardan çıkan mide bulandırıcı, iğrenç kurtcuklar en sonunda yine kurt sineklerine dönüşmektedirler. performansında pane’in yüzünde tam da bu ölüm kurtcukları dolaşmaktadır.

sertaç koyuncu korku sineması, iki metin, bir karşılaştırma

sertaç koyuncu creed, kristeva’nın edebiyat analizlerine uyguladığı bu psikanalitik perspektifin korku filmleri ile bağdaştığı noktaları ortaya çıkarır. buna göre: 1) korku filmleri iğrençliğin işleyişi açısından hem sapkınlıktan zevk alma hem de iğrenç olanı ortaya çıkarma ve

sertaç koyuncu onu defetme arzusunu içerir. bu konuda izleyicilerin korku filmi izleme deneyimlerini ve bu filmler hakkında sarf ettikleri bir cümleyi işaret eder: “it scared the shit out of me!” (“ödüm bokuma karıştı!” şeklinde türkçeleştirilebilir. bu, iğrenç olanın korkunç

sertaç koyuncu olanla ilişkisini ve bu deneyimden alınan zevkin heyecanla dışavurumunu içeren bir örnek cümledir.)

sertaç koyuncu clover’ın metnindeki eleştirel yaklaşım kristeva’da bulunmaz. creed, kristeva’nın teorisinin ataerkil kültürün temsillerine hiçbir eleştiri getirmediğini ifade eder ve bu teoride toplumsal cinsiyet açısından pek çok sorunun cevapsız bırakıldığının altını çizer.

sertaç koyuncu kristeva’nın abject olan ile ilişkilendirdiği maternal perspektifte kadınlar, adet görme ritüellerinin kendilerine gayet negatif şekilde yansıdığı göz önüne alınırsa, bu arınma / kirlenme ritüelleri ile nasıl ilişki kurarlar? belirli kültürel gruplardaki kadınlar,

sertaç koyuncu kendi doğurganlık fonksiyonlarını abject olarak yapılandıran tabular içinde kendilerini nasıl görürler? kadının abject olduğu sosyal yapılanmaya nüfuz etmek mümkün müdür? yoksa bu değiştirilemez midir? toplumsalın devamlılığı kadının iğrençleştirilmesine

sertaç koyuncu (abjection) sıkı sıkıya bağlı mıdır? creed bu soruların havada bırakıldığının altını çizdikten sonra, kristeva’nın korku filmlerinde kadının konumuna uyarlanabilecek çok etkili bir hipotez sunduğunu ve araştırmacılara yeni kapılar açabilmek için bu metnin bir

sertaç koyuncu başlangıç noktası olabileceğini söyler. dolayısıyla iki metin de toplumsal cinsiyet araştırmaları çerçevesinde kadının konumunun korku filmlerindeki aktif mevcudiyetinin altını çizer.

nilgün tutal julia kristeva’dan mehmet erte’ye: tiksinme, gülme ve şiddetle yazmak

nilgün tutal korkunun güçleri: iğrençlik üzerine deneme’de julia kristeva, “iğrenmede başkaldırı tamamen varlıktadır,” diye yazar:

julia kristeva dilin varlığındadır. simgeseli kışkırtan, susturan ya da baştan çıkaran ama simgeseli üretmeyen histerinin aksine, iğrenmenin öznesi olağanüstü bir şekilde kültür üretir. onun semptomu, dillerin reddedilmesi ve yeniden inşa edilmesidir.

seval şener tekinsiz ve iğrenç: hiperreal figür heykelleri ve alışılmadık vücutlar için bir okuma önerisi

seval şener bu makalede son dönem heykelinde yeniden doğuşuna şahit olduğumuz figürün hangi kavramlarla okunabileceği üzerinde durulmuştur. metinde figürden kastedilen insan bedenidir. günümüzde figür heykelinde farklı tutum ve eğilimler bir arada görülmektedir ancak metinde

seval şener hiperreal ve vücudun alışılmadık hallerde sunulduğu heykeller ele alınmıştır. örnek olarak 2014 yılına yakın zamanlara tarihlenen heykel çalışmaları incelenmiştir. varılan sonuç şudur: figürün yerini malzemesiyle, dokusuyla, ölçeğiyle, insan bedenine neredeyse gözle

seval şener ayrılamayacak derecede yakın bir görünüm almıştır, diğer bir deyişle heykelde figür vücutlaşmıştır. son dönem heykelinde vücudun aşırı gerçekçi ve tuhaf hallerde tasviri iki kavramı beraberinde getirmektedir. bu kavramlardan birincisi sigmund freud’un tekinsiz –the

seval şener uncanny- kavramı, ikincisi julia kristeva’nın iğrenç –the abject- kavramıdır. yazı kapsamında güncel heykelde figürün, seçilen örnekler üzerinden bahsedilen iki kavramla okuma denemeleri yapılmıştır.

nuray akkol abject art olarak kadın bedeni ve performans sanatındaki kışkırtıcılığı

nuray akkol modernizmin bunalımı ile birlikte büyük anlatılarının son bulması postmodern süreci başlatmıştır. bu süreçle birlikte kimlik sorunsalı, 1970 sonrasında dil, söylem ve kültür alanının mevcut yapıları irdelenerek yeniden kurulmaya başlanmıştır. kavramı, ilk bataille

nuray akkol kullansa da postmodern süreçte kimliklerle birlikte yeniden ele alan kristeva'dır. kristeva’ya göre abject; anne-çocuk bedenlerin birbirinden ayrılması sürecinde yaşanan duygudur. bu duygu aynı şekilde bedenin kendi atıklarından ayrılması sürecinde de yaşanır.

nuray akkol kristeva, abject kavramını biylolojik ilişki üzerinden tamımlamıştır. kadın bedeninin ve cinsel atıklarının ayrılan erkek çocuğa göre abject tanımlanması ve bedeninin dışı için güzellik kavramıyla yeniden nesneleştirilmesi, ikinci dalga feministlerinin ve sanatçıların

nuray akkol eleştirel biçimde ele aldığı konu olmuştur. kadın bedeninin dış yüzeyinden iç yüzeyinin ayrılması ve cinsel atıkların abject olarak kabul edilmesiyle birlikte bedenin performatifliğinin önüne geçilerek kadının bedenine yabancılaşması tartışılır. feministlerin beden

nuray akkol kurmaya dair çalışmalarında kristeva’nın "konuşan varlık" kavramını önemsedikleri görülür. performas sanatında abject olarak kadın bedeni üzerine çalışan sanatçılar bu kavramın da içerdiği kendi bedenlerinin dilini oluşturmayı öne çıkarırlar. bu çalışmada

nuray akkol abject art (iğrenç sanat) olarak kadın bedeninin performans sanatındaki kışkırtıcılığı, carolee scheemann’ın interior scroll (dahili tomar) adlı performansı incelenerek araştırılır.

inci aras edebiyatta bir motif olarak iğrenilen kimlikler: varoluşçuluk bağlamında karşılaştırmalı bir çalışma

inci aras bu karşılaştırmalı edebiyat çalışmasının amacı, erhan bener’in “böcek”, rawi hage’in “hamamböceği” ve clarice lispector’un “g.h.’nin çilesi” adlı romanlarındaki iğrenilen böceğe dönüşüm motifini sartre ontolojisi bağlamında karşılaştırmaktır.

ayşenur islam üç roman bir yazar faik baysal'ın sarduvan, rezil dünya ve voli adlı romanlarına ilişkin bir değerlendirme

ayşenur islam mekân istanbul'dur ancak faik baysal'ın iğrenç bulduğu boğaziçi ve büyükada romantizmi ile bir avuç istanbul kızı ve parfüm kokusu bu romanda da yoktur.

kur'an / allah / tanrı - çev : muhammed esed sarhoşluk veren şeyler, şans oyunları, putperestçe uygulamalar ve gelecek hakkında kehanette bulunmak, şeytan işi iğrenç kötülüklerden başka bir şey değillerdir.

türk eczacıları birliği yan etkiler garipten iğrence ve ürkütücüye çok geniş bir skalaya dağılabilir, dolayısıyla hastalar ne aradıklarının farkında olmalılar.

kaos gl diyarbakır islami sivil toplum kuruluşları ismiyle bir araya gelen homofobik ve transfobik bir grup, memursen’de yaptıkları basın açıklamasıyla tehditler savurdu, lgbti’ler için “en iğrenç bir şekilde faaliyet yürüten gayri insani vasıf ve ahlaklarıyla yaşayan grup”

kaos gl ifadelerini kullandı.

duygu özakın abject (iğrenç) beden olarak rusalka: slav denizkızlarının edebi ve sanatsal temsilleri

tuğçe aral & barış sevi & arzu aydınlı-karakulak iğrenme hassasiyeti: mültecilere karşı tutumları yordayıcı bir faktör

yıldırım koç kapitalizmin iğrençliğinin zirvesi: işçi simsarı şirketler

papa ı. gregorius / büyük gregorius beden ruhun iğrenç giysisidir.

castelo dünyadaki tüm insanlar iğrençtir, saf iyi ve saf üst yoktur. herkes birer pisliktir. insan mutlu edilmemeli, benlik de mutlu edilmemeli. ikisi de hiçbir şeyi haketmeyen birer pislik, iğrenç şey.

haber7 "iğren...." içeren yorumlar

bodom bu türklerde biten birşey değil. bütün kızlar aynı. freud amcanın dediği gibi insan doğası zaten masum değil. bütün insanlar iğrençtir.

donanimhaber istanbulda yaşayan insanların iğrençliği

ahmet hâşim lavanta ve pudra, deriden ve saçtan dağılan o karışık kokuyu daha iğrenç yapmaktan başka bir şeye yaramıyor.

dame agatha mary clarissa christie yavrum, insanlar birçok konuda iğrençtir.

brandon sanderson öldürebilirsinde kendini buda bir ihtimal elbet.. ama bir gün öncesi yüksekten düşme korkuna gülenlerin bir gün sonra resmen düştüğündeki damaklarında kalan irmik helvasının tadı, iğrençtir muhakkak..

hakan günday bedenini satarak para kazanmakla, zihnini satarak para kazanmak aynı değil midir? yöntemler farklı olsa bile, amaç aynıdır ve iğrençtir !

daniel pennacchioni / daniel pennac insan iğrençtir.

fyodor mihailoviç dostoyevski ne kadar yaldız şeritlerle işlenirse işlensin, üniformalarının yakaları iğrençtir!

quintus septimius florens tertullianus / tertullian / tertolyan kadın insanın nefsine giriş kapısıdır, tanrının yasalarını iptal eden, erkeğin çehresini bozan iğrenç bir mahlûktur.

isaac newton ateizm insanlık için o kadar anlamsız ve iğrençtir ki hiçbir zaman fazla savunucusu olmamıştır. bütün kuşların, hayvanların ve insanların sağ ve sol taraflarının aynı olması (bağırsakları hariç) ve sadece iki gözlerinin olması .......

eric arthur blair / george orwell bütün uluslar iğrençtir, fakat bazıları daha da iğrençtir.

ortaokul öğrencisi bilim sebze gibidir. çünkü iğrençtir ama yararlıdır.

aron halévy polonyalılar ....... onlarla kadınların faziletinden konuştuğunuz takdirde size inanmış bir yüzle bakıyorlar ve şunları söylüyorlar: kutsal metinler’in bahsettiği faziletli kadın yoktur. bütün kadınlar hafif meşreptir ve onlar için yasak meyvenin tadına bakmak

aron halévy kaçırılmayacak bir zevktir. dahası bu son teferruat iğrençtir: kocalar eşlerinde ihtiras ve zevkin uyanmasından sadece menfaat elde eder.

hüseyin nihâl atsız bu iğrenç asırda yaşamaktansa mete zamanında dünyaya gelmiş olmayı tercih ederdim.

alphonse daudet bu iğrenç şarapların içindeki kötü ve yıkıcı olan her şey onun beynini döndürüyordu ve dışarı çıkmak istiyordu. kadın söylenip duruyordu, pislik içindeki son mobilyalar da parçalara ayrılmış havada uçuyordu, irkilerek uyanan çocuklar korkudan ağlıyorlardı.

alphonse daudet burada, bu iğrenç yerde aldıkları ücretleri yiyip içip karılarını dövmek için babalarının yaşına gelmeyi bile bekleyemeyen bir sürü küçük arthur’lar bulunmaktaydı… ve dünyayı gelecekte bu serseri takımı yönetecek ha! ... ah! lanet olsun.

nikolay pavloviç romanov / ı. nikolay çağımızın kahramanı’nı sonuna kadar okudum; tamamen günümüz modasına uyan ikinci bölümü iğrenç buldum. burada da, günümüzün yabancı romanlarında olduğu gibi, iğrenç karakterlerin abartılı betimlemeleri sunuluyor. bu türlü romanlar insanların

nikolay pavloviç romanov / ı. nikolay karakterini bozuyor. böyle bir şeyi kızarak okusanız da, size üzüntü veren bir etki bırakıyor. çünkü sonuçta tüm dünyanın, ilk bakışta çok güzel gibi görünen davranışların arkasına gizlenerek, iğrenç amaçlarla başkalarını aldatmayı planlayan

nikolay pavloviç romanov / ı. nikolay insanlarla dolu olduğunu düşünmeye alışıyorsunuz.

maryland anayasası, 1776 ticaret ilkeleri ve özgür bir devletin ruhunun aksine tekeller iğrençtir ve özgür devlete zarar vermeyecek şekilde ortadan kaldırılmalıdır.

yakup kadri karaosmanoğlu insan, hayvanların en iğrenç olanıdır!

juan valera y alcalá-galiano sanat doğada sadece çirkin ve iğrenç olanı değil, aynı zamanda güzel, temiz ve sağlıklı şeyleri de yansıtmalıdır.

victor marie hugo kanla kirlenmiş bu paradan daha iğrenç bir şey düşünebiliyor musunuz ?

anton pavloviç çehov uzun zamandır insan gibi yaşamıyorum. burası iğrenç bir yer! tahammül edilemeyecek kadar iğrenç!

valentin louis georges eugène marcel proust bir insan ne kadar bilge olursa olsun, gençliğinin bir döneminde, mutlaka hatırlamaktan hoşlanmadığı, yok olmasını isteyeceği sözler söylemiş; hatta bir hayat tarzı benimsemiştir.

valentin louis georges eugène marcel proust ama bundan ötürü kesinlikle pişmanlık duymamalıdır; çünkü bilgeliğe ulaştığından emin olabilmesi için bu son safhadan önceki bütün gülünç veya iğrenç aşamalardan geçmiş olması gerekir.

stephen edwin king şablonlar baskı makinesinin, dünyanın en kötü kokulu, en iğrenç mürekkebiyle sıvanmış silindirlerine iliştiriliyordu ve sonra motoru çalıştırıyordunuz; kolu düşene kadar çevir evlat.

jean-paul sartre liberal iğrenç bir sözcüktür.

alfred joseph hitchcock yumurtalardan korkuyorum, korkmaktan öte, iğreniyorum. beyaz üzerinde hiç delik olmayan şey. hiç yumurta sarısından daha iğrenç bir şey gördünüz mü? kan hoş bir kızıllığa sahiptir, ancak yumurtanın o sarısı iğrenç. hiç tatmadım.

mustafa kemâl dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir.

ernst ingmar bergman yaşamak iğrenç bir yılgı öyleyse.

mehmet murat ildan şeytan, içimizdeki bozuk ve iğrenç arzuların ta kendisidir!

peyâmî safâ eski ve yırtık ve pis ve iğrenç bir elbiseyi üstümden atar gibi bu hayattan ayrılmak, çıkmak istiyorum.

melanie joy bütün kültürler kendi yenecek hayvan sınıflandırmasını rasyonel bulurken diğer kültürlerin sınıflandırmalarını ya iğrenç buluyor ya da günah görüyor.

the matrix revolutions - bane ( ian bliss ) her nefeste bu leş kokusunu içine çekmek zorunda kalmak ama kaçamamak iğrenç.

oscar fingal o'flahertie wills wilde nasılsa ormanda ne kadar iğrenç olduğunu kendisine söyleyecek aynalar yoktu.

albert caraco şehirlerimiz birer kabusa döndü, şehirliler termitlere benziyor artık, her inşa edilen şey iğrenç çirkinlikte, biz artık tapınaklar, saraylar ya da mezarlar, zafer alanları ya da amfiteatrlar inşa etmeyi bilmiyoruz.

friedrich wilhelm nietzsche ....... ve onlardan yararlanacağını bilen ekonomiye; iğrenç yobaz, din adamı, iffetli türlerinden bile kendine pay çıkaran, yaşamın yasasındaki o ekonomiye, — hangi yararı? — ama biz kendimiz, biz ahlaksızlarız işte bunun yanıtı...

adeline virginia stephen / virginia woolf bu iğrenç hastalık gün yüzüne çıkmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim.

ülkü alçora / ülkü uluırmak bak işte sallanıyorsun ne güzel sallan, yine sallan, bir daha bir daha, bir daha bir daha arasan bulamayacaksın kendini bu iğrenç çağdaki yorgunlukta

nilüfer sarp dilimdeki şarkının artık makamı hüzzam içime çöreklendi iğrenç hastalık cüzzam yarınlardan ümit yok bitti aşk-ı muazzam istemem artık olsan en değerli cevahir

hilmi uçan “sis” “siste söyleniş” ve “sonuç” şiirleri çerçevesinde üç şair: tevfik fikret, yahya kemal ve baudelaıre

hilmi uçan ve kötümserliğin zirvesi olan iğrenç bir benzetme ile şiir biter: bu kent, “fâcire-i dehr”dir; dünyadaki “facire”dir; başka bir deyişle kösnül, erkeğe düşkün, zina eden, elden ele dolaşan bir kadına benzemektedir.

pierce brown sen suratına bir fiske yersen roque binlerce iğrenç şiir yazar.

sa’dî kargayla aynı kafese konulan papağan, üzüntü içinde ‘aman allah’ım!’ diyordu, ‘bu ne iğrenç bir yüz! ne sevimsiz bir görüntü! ey uğursuz karga! keşke doğuyla batı kadar uzak olsaydı aramızda mesafe.’ işin tuhaf yanı, karga da üzüntüyle ‘ne günahım vardı ki, böyle boşboğaz

sa’dî bir aptalla aynı kafese mahkûm edildim?’ diye hayıflanıyordu.

hikmet şahin sanatta orijinallik sorunu ve kendileme

arthur clive heward bell bir sanat eserini takdir etmemiz için hayattan hiçbir şeyi yanımıza almamamız gerekir.

hikmet şahin kitsch’i her defasında eleştiren, onu tiksinti ve zevk karışımı bir bağlamda tanımlayan modernist düşünce yapısı, elitist olmayan kitle kültürünün popülize edilmesine ve aşağı-alt kültür özellikleri taşımasını sanatta katastrofik bir felaket olarak değerlendirirken;

hikmet şahin kulka bu yaklaşıma farklı bir bakış açısı getirir:

tomáš kulka / tomas kulka velasquez’in las meninas’ı ya da picasso’nun bu tema üzerinde yaptığı versiyonu, süpermarkette sergilenseydi hemen kitsch mi olacaktı? ya da kitsch müzelere sızmayı başarsaydı kitsch olmaktan çıkacak mıydı? bana öyle geliyor ki ucuz tabloların ucuz

tomáš kulka / tomas kulka olmasının, pahalı tabloların da pahalı olmalarının bir sebebi var ya da bazı eserlerin müzede olmamalarının bazılarınınsa olmalarının da bir sebebi var.

fatih süleyman solmaz nitelik olarak kitsch

fatih süleyman solmaz nitelikli olmayış anlamında kitsch; resim, müzik, edebiyat vs. gibi alanlarda kötü olana yönelik tiksinti duyma, aşağılama ve küçültme duygularına neden olan şeyler için kullanılagelmiştir. bu durumda aşağılamaya, tiksinmeye veya küçültmeye sebep olabilecek

fatih süleyman solmaz olan "şey" in niteliklerinin ne olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. aksi bir durum muhtemelen her "şey" in kitsch olması veya her "şey" in sanat olması gibi karmaşık bir hal alabilecektir.

fatih süleyman solmaz ....... yukarıdakilerin hepsine “hayır” diye cevap verdiyseniz broch, calinescu, greenberg, kulka, kundera ve ortega y gasset gibi eleştirmenlere göre gerçek bir kitsch‟siniz.

ece erdoğuş aşağılık insan tabiatı, tiksinç... sen de öylesin işte, benim gibi. kendini bazen tiksinç buluyorsun kabul et.

nermin yıldırım hele başkalarının bana acıdığını görmektense, yerin yedi kat dibinde, çıyanların ve dahi türlü tiksinç mahlukatın arasında çürümeyi yeğlerdim.

on5yirmi5 'pedofili' içeren ifadelerin bulunduğu 'zümrüt apartmanı'nın yazarı abdullah şevki ifadesinde, kitabı 'kirli gerçeklik’ akımına göre yazdığını söyledi. yayınevinin sahibi alaattin topçu ise "kitabın ilgili kısmının pedofiliyi özendirici değil aksine toplumda bu hususta

on5yirmi5 bir tiksinç uyandırma amacıyla yazıldığını düşünüyorum" dedi.

merve kurt & aydın çam mehmet erte’de huzursuzluk: bakış ve beden

merve kurt & aydın çam tiksinç erte yüzümüzü buruşturan tiksinci her fırsatta gözümüze sokar. geğiren, sümküren ergenler, misafir ayakkabısına çiş yapan, kendi dışkısını koklayan çocuklar, kendi dölünün tadına bakan oğlanlar...

merve kurt & aydın çam erte, sahte’de, romanının adını irin koyacağından bahseder. romanın klasik sınırlarına saygı duymayan; bir roman yaratmanın varoluş sancısını, romanın yazarının hem içindeki hazzı hem de korkuyu sayfalara sıkıverdiği, “osurup osurup ipe dizdiği” bir roman

merve kurt & aydın çam yazdığı için onu irine, tiksinç olana benzetir. tiksinç olandan duyulan haz ve korku, tasma’da tuvaletini yapan çocuğun dışkısından ve kokusunu hala üzerinde taşıyan bedeninden duyduğu utanç ile gözümüze çarpar:

mehmet erte ne zaman tuvalete gitsem, şeytan denetimini ve sorumluluğunu kendimde gördüğüm hayal gücümün kalemini elimden alıp, gözlerimin önünde allah’ı bulutların üstüne oturmuş nasrettin hoca olarak resmediyor, sıçmaya mecbur olmanın utancına cezasını kestiremediğim ve bu

mehmet erte nedenle de beni daha çok ürküten bir günahın ağırlığı ekleniyordu.

nurullah ataç ikide bir anarlar dertlinin beytini:

dertli bir başıma olsam şeh ü sultana kul olmam viran olası hanede evlâd ü iyal var!

nurullah ataç bilmeyenler de «ne yapsın? geçinecek!» deyiveriyorlar. korkunç, tiksinç bir düşüncedir bu: insanı her kötülüğü hoş görmeye, her alçaklığı etmeye sürükleyebilir.

suat baran şebnem işigüzel’in çöplük romanında “eksik yazar”ların bellekle imtihanı

suat baran morrison çöplükte de, kristeva’nın sözünü ettiği abject/tiksinç kavramını anımsatırcasına, ötekinin merkeze konulduğundan bahseder.

ece sevim öztürk "gazetecilik merakını aşmak" suçu

ece sevim öztürk “gazeteciliği aşan merak” + gazeteci - demokrasi ilişkisi + propagandist medyanın silahı: egemen ideolojinin dili + soru sormak vatana ihanet ile eşdeğer hale geldi + gazeteci yanlışa kafa tutmak zorundadır + gazetecinin kandırılmaya hakkı yoktur

ece sevim öztürk sorgulayıcı gazetecilik + nesnellik, taraf olmak + kimsenin onuruyla oynamayan bir gazetecilik + gazetecilik ve terör ilişkisi + gazetecilik ile propagandacılık bağdaşmaz

ece sevim öztürk hak aramayı, ezilenin yanında olmayı, sesi duyulmayanın sesi olmayı şiar edinmeyene, gizli kapaklı kötülükleri ortaya dökmek için cesurca araştırma yapmayana “gazeteci” denmez. + okurlarımı bir gazeteci olarak “kandırmadığım” için de onur duymaktayım.

kaan yakuphanoğullarından / kaan yakuphanoğulları / kaan yakuphan mesleki yapabilirlik önemli fakat görsellik bazen o yapabilirliğin önüne geçiyor. bizi zaman zaman üzen belki bu olabilir. baktığınız zaman televizyonda pek çoğunda erkek göremezsiniz.

kaan yakuphan sadece saçını yaptın, makyajını yaptın çıktın orda bir şey okuyorsun. hayır. haber zaten okumak değildir, haber anlatmaktır. ama anlatmak için önce siz anlayacaksınız, ama onu anlamak için de onu anlayabilecek bir altyapınız olmanız gerekiyor.

kaan yakuphan körfez savaşı sırasında türkiye habercilik anlamında bir yenilik ile karşılaştı. o güne kadar sadece trt’ den haber dinleyen insanlar, star’daki haberleri izlemeye başladılar. o zamana kadar görülmemişi yaptık.

kaan yakuphan belki de on yıllarca çalışıp da kazanamayacağımız deneyimi körfez savaşı esnasında çok hızlı bir şekilde yaşadık.

kaan yakuphan bizim dönemimizde ben spiker olacağım, haber sunacağım demek şunun gibi bir şeydi: “ben astronot olacağım.”

kaan yakuphan sabah haberlerinde oraya çivilerle dünya haritasının olduğu kalın sunta takılıyordu ve dekor oluşturuluyordu. tabi zaman içinde sanırım vidalar gevşemiş ya da yalama yapmış, tak çıkar işleminden dolayı.

kaan yakuphan haber okurken birden sırtıma düştü. ama öyle hafif bir şeyden söz etmiyoruz. 20-25 kilo bir şeyden bahsediyorum. kafama düşse yaralanabilirdim.

kaan yakuphan açıkçası üzüldüm, bir hayal kırıklığı oldu. çünkü bir kanalda sıfır noktasında başlayıp ilk kurulduğu günden itibaren on beş yıl görev yaptık.

kaan yakuphan ama her şeyin bir sonu var diye düşündüm. o hüznü yansıtan bir şekilde belki de veda ettim. sessiz gemi şiiri ile; yahya kemal’in…

kaan yakuphan türkiye de bir ilkti o. bir televizyon kanalı satılıyor. ama haber merkezi boşaltılarak satılıyor.

kaan yakuphan haber bir televizyonun omurgasıdır. o kanalın kimliği ne olup ne olmadığı haberleri ile anlaşılır.

kaan yakuphan halktan destek mesajları çok fazla geldi. ben o vedayı ettiğimde telefon hattı kilitlendi. dünyanın dört bir tarafından insanlar ağlayarak aradılar. işte o güzeldi.

kaan yakuphan yaşadığınız her şey haberdir.

tarkan demir etnosentrik söylem ve habercilik

ahmet taylan & recep ünal ana akım medyada sansasyonel habercilik: sağlık iletişimi örneği

muammer cengiz bir tasavvuf klasiği olarak mahmûd şebüsterî’nin gülşen-i râz mesnevîsi

muammer cengiz şebüsterî, zât nûrunu (tecellîsini) siyah renk ile ifâde eder ve bu siyahlığın/karalığın içinde âb-ı hayat olduğunu söyler.

muammer cengiz ona göre keşf ve şuhûd ehlinin müşâhede mertebelerinde basîret gözlerine görünen siyahlık zât-ı mutlak’ın nûrudur ki, kurbiyetin şiddetinden dolayı onların basîretlerine zulmet içinde görünmüştür.

muammer cengiz fenânın bir sonucu olan o nûr-ı zâtın karanlığı içinde, sermedî bir hayâtı (âb-ı hayât) berâberinde getiren bekābillâh gizlidir. siyah nur ile fenânın sonuna ve bekānın da başlangıcına işâret edilir.

muammer cengiz görüldüğü üzere buradaki “siyahlık” ontolojik bir mâhiyetten ziyâde epistemolojk bir yapı arzeder. gölpınarlı siyah nur hakkında şöyle der: “siyah renk, sofilere göre kemal mertebesine mahsus bir renktir. gece nasıl

muammer cengiz karanlığı ile her şeyi örterse, tanrı’nın zat tecellisi de, her şeyi bütün mecâzî varlıkları örter, yok eder. bu bakımdan kemal rengi, siyah nur’dur. halifeler de bu yüzden siyah sarık sararlar".

muammer cengiz yüzdeki siyah nokta olan ben/hâl sembolü ile varlıkları îtibârî olan kesretin mebde’ ve müntehâsının vahdet olduğuna işâret etmiştik. ben (nokta-i hâl), siyahlığı nedeni ile nokta-i zâta (zât noktasına) benzetilir.

muammer cengiz çünkü nokta-i zâtta zuhûr, idrâk ve şuur söner. siyah ve zulmet hafâyı gerektirir. kısacası siyah ben, hakk’ın zâtının gayb oluşuna işaret eder. hâl ile ilgili olarak nokta-i vahdet yerine nokta-i ehadiyyet karşılığı verilir.

muammer cengiz bu kısa açıklamalardan sonra sevgilinin yüzündeki siyah nokta (ben/خال (ile ilgili şebüsterî’nin neler söylediğine geçebiliriz:

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî “yüzün (ruhun) üzerinde bulunan ve basît (tafsîle uğramamış) olan ben noktası (nokta-i hâl) bütün varlığı çeviren dairenin hem aslı, hem merkezidir.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî iki âlem dairesini meydana getiren çizgi (hat), hâl/ben denilen vahdet noktasından (nokta-i vahdetten) hâsıl olmuştur.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî âdem’in nefis ve kalb dairesi o hattan meydana gelmiştir.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî kara bir noktanın (nokta-i hâlin) yansımasından/aksinden ibâret olan ve kanlarla dolu bulunan gönül/kalb, o ben yüzünden harâb ve perîşân bir hâle (tebâh) düşmüştür.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî benin (hâlin) yüzünden gönlün hâli, ancak kanlara bulanmak olmuştur. zîra o menzilden dışarıya çıkmaya bir yol yoktur.

samira mammadova mahmud shabüsteri ve batı oryantalizmi

vikipedi şebüsteri'nin bağdat, endülüs, şam, mısır, hicaz'ı dolaştığı kafkaslar'a kadar gittiği ve oradaki şeyh ve alimlerle görüştüğü bilinmektedir. vefat tarihi olarak 1319-20 veya 1321 olduğu söylenir. bu durumda vefat ettiğinde yaşı 35 veya 37'dir.

adnan karaismailoğlu şebüsterî tebriz’in yaklaşık 40 km. kuzeybatısında bulunan şebüster’de (şebister) dünyaya geldi. 1267’de (1851) yaptırılan türbesinin mezar taşında 720 yılında ve otuz üç yaşında vefat ettiği kaydedildiğine göre 687’de (1288) doğmuş olmalıdır.

adnan karaismailoğlu abdülbaki gölpınarlı, gülşen-i râz çevirisinin önsözünde riyâżü’l-ʿârifîn’den yanlışlıkla otuz yedi yaşında öldüğü bilgisini aktararak 683’te (1284) doğduğunu belirtmiştir.

adnan karaismailoğlu hayatı hakkında günümüze pek az bilgi ulaşması muhtemelen uzleti tercih eden kişiliği ve genç yaşta ölümünden kaynaklanmıştır.

adnan karaismailoğlu bazı kaynaklarda vefat tarihi 718 ve 719 (1319) şeklinde de verilen şebüsterî’nin kabri, şebüster’de gülşen adıyla bilinen bir bahçenin içerisindeki türbede hocası şeyh bahâeddin ya‘kūb-i tebrîzî’nin yanı başındadır.

adnan karaismailoğlu saʿâdetnâme’de ve gülşen-i râz’da melâmet neşvesine sahip, şöhreti sevmeyen bir kimse olduğunu söylemiş, kübrevî-rükniyye’den çağdaşı alâüddevle-i simnânî’nin aksine devrindeki idarecilerle ilişki kurmaktan kaçınmış,

adnan karaismailoğlu moğol istilâsının hüküm sürdüğü bir zamanda ehliyetsiz kişilerin şeyh olmasından yakınarak döneminde tasavvufî hayatı tenkit etmiş ve uzleti seçmiştir.

adnan karaismailoğlu ....... konu hakkında karşılaştığı müşkilleri şeyhi emînüddin’e sorduktan sonra kalp aynasına çirkin bir zenci sûretinde yansıyan ibnü’l-arabî metinlerindeki karışıklığın ortadan kalktığını söylemektedir.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî bir kimse mantıkla velî olsaydı ebû ali (ibn sînâ) olurdu. onun iki yüz eş-şifâʾı olsa da habîb el-acemî gibi nasıl olur?

adnan karaismailoğlu kendisinden sonra elvân-ı şîrâzî, cemâleddin hulvî, idrîs-i bitlisî, hüsâmeddîn-i bitlisî, abdullah salâhî uşşâkī, harîrîzâde, ahmet avni konuk ve hüseyin bey gibi birçok kişiyi etkilemiştir.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî tanrı'nın “zât”ını düşünmek boştur, saçmadır.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî bir zerreyi bile yerinden oynatsan, baştan başa bütün âlem bozulur gider.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî her şey başı dönmüş, hayran bir halde, daima dönmekteler, fakat daima hapis içindeler.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî varlıklarından soyunup duruyorlar, daima da varlığa bürünmekteler. hepsi de daima harekette, hepsi de daima varlık âleminde sâkin.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî âlemde hiçbir şey iki an içinde baki değildir. her şey öldüğü anda yeniden doğmaktadır.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî çek şarabı da seni senden kurtarsın, katra olan varlığın umman kesilsin. sürahisi sevgilinin yüzü, kadehi sevgilinin şaraplar içen sarhoş gözleri olan şarabı iç.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî zahire kapılan adamlar dağınıklığa topluluk derler, bir eşeği de kendilerine şeyh yaparlar.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî ne şaşılacak şey! şimdi ululuk bilgisizlere düştü, onun için halkın hali kötüleşti.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî hiç kimse bilgisizlikten utanmıyor.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî söylemek istediğim şu: bir aklı eksiğe kız kardeş demiş, bir hasetçiye kardeş adını takmışsın...

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî düşmanına oğul, yabancılara akraba diyorsun.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî bana bir kere söyle bakayım; dayı, amca dediğin kim? onlardan dertten, kederden başka ne elde ettin?

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî bunların hepsi masaldan, afsundan, bağdan ibaret... canın için bunların hepsi de alaydan, oyundan başka bir şey değil.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî akıl da sarhoştur, melek de sarhoş, can da sarhoş... hava da sarhoştur, yer de sarhoş, zaman da sarhoş.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî şairlikten, iyi şiir söyleyememekten utanacak değilim ya; yüz asır içinde attar gibi bir şair gelmez.

şeyh sa‘düddîn mahmûd bin emîniddîn abdilkerîm bin yahyâ şebüsterî tebrîzî bütün devir... günler, aylar, yıllar, tek bir noktanın içine toplanmış, bir ana sığışmış!

gardeshgari724 google çeviri; şeyh mahmud shabestari türbesi golshan caddesi'nde, shabestar şehrinin sırrı, temel taşı ah yedinci yüzyılda atılmış olan güzel bir mezardır. kurs ve seminerlere ek olarak, buranın hac, kütüphane ve geleneksel bir çay dükkanı var.

erdem canbay & barış binici yeni deprem yönetmeliği kapsamında dolgu duvarlar + duvarlar deyip geçmeyin…

a. yakut & b. binici & i.o. demirel & g. özcebe dolgu duvarların deprem davranışına etkisi

varol koç depreme maruz kalmış yığma ve kırsal yapı davranışlarının incelenerek yığma yapı yapımında dikkat edilmesi gereken kuralların derlenmesi

demetrios eginitis istanbul'da felaket her cihetle büyükdür.ale'l-husus çarşı-yı kebîr harâbezâre dönüb enkâz altında pek çok kimseler telef olmuşlardır.

demetrios eginitis heybeli ve kınalı adalarında zelzelenin şiddeti derece-i nihayeye varub ruhban mektebi harâb olmuş ve duvarlarının ekserisi yıkılmışdır.

kibar bal tanzimat’tan ıı. meşrutiyete osmanlı’da depremler (1839-1908)

kibar bal dahası kale duvarının yahudilerin yerleşim yerleri üzerine yıkılmasıyla önemli sayıda nüfus yok olmuştur. yıkımın altındaki kalıntılarda yangın meydana gelmesiyle de otuz civarında ev ve bir iki dükkân yanmıştır (özcan, 1999: 77).

kibar bal ardından 5 nisan’da hissedilen sarsıntılar bazı duvar yapılarını devirecek sıklıkta ve şiddette olmuştur (satılmış; 2014, 609; sannav, 2004: 126; kouskouna- makropoulos, 2004:728).

kibar bal ikinci kısımda ise sağlam bir şekilde inşa edilmemiş bazı binaların yıkıldığı, geriye kalan binaların ise duvarlarında hafif derecede çatlaklıklar şeklinde hasar görüldüğü belirtilmiştir.

kibar bal ilk deprem insanların korkarak dışarı kaçmasına neden olurken ikincisi ise binaların ve sokak duvarların kısmen çatlaklıklar şeklinde hasar görmesine neden olmuştur.

nuh arslantaş ll. abdülhamid zamanında kaleme alınan bir deprem risâlesi: resûl mestî efendi'nin siper-i zelzele'si

nuh arslantaş döşemenin açık tarafına, odanın açık tarafını kapatacak şekilde ahşap bir duvar yapılacaktır. döşeme, kenara doğru meyilli ve ağırlığı olması sebebiyle harekete hazır halde bulunacaktır.

nuh arslantaş oda ahşaptan inşa edilmişse, duvarlarından biri sağlam bir şekilde bu döşeme üzerine kurulup sabitlenecektir ki, tahta döşeme hareket ettiğinde onunla beraber bu duvar da hareket edebilsin.

nuh arslantaş müellif oda ahşaptan değilse, (döşemeye sabitlenen duvar tarafında) iki buçuk metre yüksekliğinde kavisli kemer şeklinde bir duvarın açılması ya da bu duvarın daha baştan, bina inşa edilirken yapılması gerektiğini belirtir.

esra özhancı & meliha aklıbaşında kentsel peyzaj içinde mezarlıklar ve peyzaj mimarlığı açısından incelenmesi; nevşehir örneği

esra özhancı & meliha aklıbaşında her yaşam bir başlangıca sahip ve sona mahkum iken, mezarlıklar insanlık açısından yüksek bir değer ifade etmektedir ve edecektir.

esra özhancı & meliha aklıbaşında farklı toplumların, çevrelerin ve yörelerin, farklı defin ve mezarlık gelenekleri vardır ve buna paralel olarak mezarlık düzenleme şekilleri farklılık göstermektedir.

esra özhancı & meliha aklıbaşında mezarlıklar toplumların kültürlerinin bir yansıması oldukları kadar, kentsel peyzajın önemli bir parçasıdırlar.

esra özhancı & meliha aklıbaşında dinamik bir peyzaj olması sebebiyle, kurulumdan itibaren doğru öngörülerde bulunulmalı, uzun vadede bu alanların alacakları son şekil ve kapasite çok iyi analiz edilmelidir.

esra özhancı & meliha aklıbaşında bu çalışmada; türk kültüründe mezarlıkların oluşumu, açık yeşil alan sistemleri içerisinde önemi açıklanarak literatür araştırmalarıyla mezarlık planlama ve tasarım ilkeleri ortaya konmuştur.

esra özhancı & meliha aklıbaşında bu çerçevede nevşehir kent mezarlıklarının (taşlıbel-kaldırım) mevcut durumları analiz edilmiş; mekânsal ve tasarımsal özellikleri incelenmiş; değerlendirme ve önerilerde bulunulmuştur.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz kentsel yeşil doku içinde mezarlıkların yeri, önemi ve erzurum örneği

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz nüfusun sürekli artışı, mevcut kaynakların yetersiz kalmasına ve insanların rekreasyonel ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelmesine neden olmaktadır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz bu olumsuz durum ülkemizin büyük kentlerinde olduğu gibi, erzurum keminde de kendini açıkça göstermekledir. erzurum'da asri ve yeni mezarlık (abdurrahman gazi mezarlığı) olmak üzere 2 adet mezarlık kullanıma açıktır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz her iki mezarlık alanının toplamı 28.56 ha. olup, kişi başına 1.2 m² alan düştüğü belirlenmiştir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz erkan'a göre, kişi başına 7 m² mezarlık alanı düşmesi gerektiğinden, erzurum kentinde 146.44 ha.'lık ek mezarlık alınana daha ihtiyaç olduğu saptanmıştır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz bu nedenle, yeni mezarlık alanları önerilmiştir. her iki mezarlığında modern planlama ilkelerinden uzak, yeni mezarlığın ise, bitkilendirme bakımından fakir olduğu tespit edilmiştir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz mezarlıklar çağdaş bir yaklaşımla yalnızca aramızdan ayrılanlar için değil, kent sakinlerinin de ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde planlanmalıdır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz kullanım ömrü sona eren mezarlık alanları ise, kentsel yaşamın gereksinimlerini karşılayacak rekreasyonei aktivitelere dönüştürülmelidir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz mezarlıklar, kentin fiziki yapısındaki estetik ve fonksiyonel özellikleri nedeniyle önemle ele alınması gereken açık-yeşil alanlardır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz tarih boyunca, insanlar ölülerini yakmışlar, yüksek kayaların tepelerine bırakarak yırtıcı kuşlara parçalatmışlar, ağaçlar üzerine odalar yaparak dallar üzerine asmışlar, torba içine koyarak derin kuyulara sarkıtmışlar veya

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz toprağa gömmüşlerdir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz islam dinine göre, müslüman mezarlıklarının daha yeşil olması gerekmektedir. müslüman mezarlıklarının bitkiiendirme bakımından daha zengin olması gerekirken durumun bunun tersine olması dikkat çekicidir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz erzurum'daki mezarlıklara bakıldığı zaman rastgele taşların bulunduğu bir harebe izlenimini vermektedir. kimi mezarların bakımlı kimilerinin ise, yabancı otlarla kapanarak kaybolduğunu görmek insanı hüzünlendirmektedir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz eski mezar taşlarında görülen biçimsel olgunluk ve mezarda yatana ilişkin mesajlar veren motiflerin kullanımı günümüzde önemini yitirmiştir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz günümüzde yapılan mezar taşları, hiçbir temeli, üslubu olmayan ulusal değerlerden yoz ürünler haline gelmiştir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz ülkemizde özellikle son yıllarda yaşanan kentsel mekanlardaki açık-yeşil alan sıkıntısı mezarlıkların güncelleşmesine yol açmıştır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz daha önce bu konuda yapılan çalışmalara pek rastlanamazken, günümüzde mezarlıklar planlanması gereken alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz yücel'e göre, türkler mezarlık alanı seçerken manzaranın güzel olduğu mekanları seçmişlerdir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz bu nedenle, istanbul'daki mezarların kentin manzaraya hakim tepelerinde kurulduğu ve anıtsal ağaçlarla süslenerek park niteliği taşıdığı belirlenmiştir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz istanbul mezarlıkları elaeagnus (iğde), acacia (akasya), acer (akçaağaç) gibi ağaçların keskin kokusu ile bir mezar önünde dinlenen, sohbet eden insanlarla, koşup oynayan çocuk sesleri ve kumruların,

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz serçelerin ötüşleri arasında serin ve huzur dolu atmosferi ile anlatılmaktadır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz gönen mezarlıkların günümüzde kent peyzajındaki rolü üzerine bir araştırma yapmıştır. istanbul'daki bazı önemli tarihi mezarların hiç de iyi durumda olmadıklarını ortaya koymuştur.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz kullanım ömrü sona eren mezarlıkların ise, genellikle konut temini için iskana açıldığı, bazılarının da gecekondularca işgal edilerek kent peyzajını olumsuz yönde etkilediklerini belirlemiştir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz izmir kenti mezarlıklarında da benzer duruma rastlandığı akın ve ark. tarafından tespit edilmiştir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz ülkemizdeki mezarlıkların durumu pek iyi değilken, avrupa ülkelerinin konuya yaklaşımlarının daha ciddi olduğu bilinmektedir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz mezarlık planlamasına önem verdikleri ve kullanımı sona eren mezarlık alanlarını kentin rekreasyonel ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yeniden düzenledikleri saptanmıştır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz fransa'da ise, mezarlıkların manzaraya hakim bir yerde kurulması gelenek haline gelmiştir. mezarlık yerinin seçimi, planlanması, büyüklüğünün tespiti vb. gibi konularda bilgisayarlardan yararlanılmaktadır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz mezarlığın etrafını bir duvarla çevreleme eylemi yavaş yavaş kalkmaktadır. alanla ilgili bütün bilgiler bilgisayara verilerek, en ideal planlama yapılmaya çalışılmaktadır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz italya'da mimar fuksas, farklı bir yaklaşımla mezarlıkları düzenlemiştir. yapmış olduğu çalışmasında mezarlığı bir tren istasyonu gibi planlamıştır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz inanışlarına göre mezarlıkta yer verilen üniteleri bir yol üzerinde tasarlayarak istasyonlar yapmıştır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz mezarlıkların insanlara ürperti veren soğukluk hissini en aza indirgemeyi amaçlamıştır. mezarlıkları dünyanın son durağı olarak nitelendirerek, dini sembollere yer vermemiştir. daha çok mezarlıkta seyahat fikrini hakim kılmıştır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz bu araştırmada,erzurum kentinde sosyal bir yeşil alan olan mezarlıkların kent için önemi,alan bakımından yeterli olup olmadığı,gelişimi,yeniden değerlendirilmesi ve yeni mezarlık alanının belirlenmesi konusunda önerilerde bulunulmuştur.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz ülkemizde mezarlıklar gözardı edilmekte ve yalnızca bir defin alanı olarak görülmektedir. diğer dinlerin mezarlıklarına yaklaşımın daha duyarlı olduğu görülmektedir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz her mezarın başına, mezar sahiplerince bir ağacın dikilmesi kargaşaya yol açmaktadır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz mezar sahiplerinin, mezarları istediği gibi süslemesi ve istediği ağacı dikmesi görsel peyzaj yönünden çirkin görüntülerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz bir amerikan dergisinde ise servilerden mezarlık ağacı olarak bahsedilmektedir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz güneş ışığını absorbe ederek serin bir mekan oluşturmaları ve kötü kokuları engellemeleri nedeni ile mezarlıklarda ibreli bitkilere daha fazla yer verilmelidir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz servilerin bakımının kolay olması, havayı değiştiren reçine kokusu, rüzgar ve dış etkenlere karşı koruyuculuk özelliği mezarlıklarda kullanımını artırmıştır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz ayrıca serviler yüksek boylan ile sonsuzluğun ve ebediliğin simgesi olarak mezarlıklarda yoğun olarak kullanılmaktadır. ancak, erzurum'un yaklaşık 2000 m yükseklikte olması bu bitkinin yetişmesini engellemektedir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz servilerin dar çaplı ve yüksek boylu olmaları şiddetli rüzgarlardan devrilmelerine neden olmaktadır. nitekim 1928'de karaca ahmet mezarlığında pekçok servi devrilmiştir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz ilkel toplumlardan günümüze 2000'li yıllara adım atacak olan kentlerimiz için mezarlık kelimesinin kapsamı,defin yeri olma özelliğinin yanısıra kentsel alanlarda rekreasyonel ihtiyaçlara da hizmet verebilecek işlevlerle ele alınmalıdır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz mezarlık alanı seçilirken uzaktan algılama yöntemlerinden yararlanılabilir. gürültülü yerlerden (havaalanı, sanayi, stadyum, karayolu vb.) uzak olmasına ve tarıma elverişli topraklar üzerinde kurulmamasına dikkat edilmelidir.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz ana girişdeki yolun genişliği 12-18 m olmalı ve diğer girişler kontrol altında bulundurulmalıdır. mezarlık içindeki, yaya yollan ise 2-4 m olmalıdır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz mezarlık alanının etrafı kaba, çirkin duvarlarla ve yüksek boylu ağaçlarla çevrilerek etrafından izole edilmesi fikri yanlıştır. bunun yerine çevreyle uyuşan, sıcak, insanlara ürperti vermeyen duvar-bitki kombinasyonlan

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz geliştirilmelidir, mezarlıklar, kamu ulaşım araçları ile ulaşım yapılabilen kentin en son konutundan 3-5 km uzağında olmalıdır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz günümüz anlayışı devam ettiği sürece, mezarlıklar ölülerin gömüldüğü taş yığınlarından ibaret mekanlar olarak kalacak ve insanlarda ziyaret isteği azalacaktır.

kamuran güçlü & sevgi yılmaz & hasan yılmaz kentsel yeşil dokunun önemli öğelerinden olan mezarlıklar maddi katkılarla desteklenmedikçe çağdaş mezarlık görünümünü almaları mümkün olmayacaktır. bu konuda özellikle yerel yönetimlere büyük görev düşmektedir.

reşat açıkgöz intihar saldırıları ve terörizm ilişkisi üzerine eleştirel bir değerlendirme (filistin örneği)

reşat açıkgöz ne eylemleri lanetlemek, ne eylemleri gerçekleştirenleri terörist veya cani ilan etmek, ne politik hedefleri haklı göstermeye çalışmak, ne de çaresizlik ve zayıflık gibi gerekçelere başvurmak, kurbanlar açısından tatmin edici ve kabul edilebilir bir durumdur.

6 yıllık okul öncesi öğretmeni bir erkek çocuğunun böyle davranması, yani kız gibi davranması büyük utanç... ama ona bunun ayıp olduğunu söylememeliyiz, yani ayıp diye uyarmamalıyız; onu doğru tarafa doğru şekilde yönlendirmeliyiz.

ferihan yancı & firdevs alioğlu & aslıhan polat tecavüze ilişkin suçlayıcı tutumlar ve tecavüz mitlerinin farklı değişkenler açısından incelenmesi

cristiano ronaldo dos santos aveiro tam olarak ne söylenmeli bilmiyorum. dünyanın her yerinde bu tür üzücü olaylar oluyor. onları görmezden gelirken yayınevi saldırısındaki bu olayları tek bir din üzerine yıkıp onları suçlamak bana göre çok yanlış.

cristiano ronaldo dos santos aveiro bu tür olaylar sadece müslümanlar tarafından yapılmıyor. dünyadaki bütün ölümlere aynı şekilde tepki gösterilmeli, dostluk artırılmalı.

haydar yalçınoğlu hallac-ı mansur perde 2

haydar yalçınoğlu şıblı : her yerde seni suçluyorlar. hallac : el melame terk es selame. (suçlamak selameti terk etmektedir.) o terk edenlerin işidir. ben terk edemem.

yusuf şevki yavuz sözlükte “gizli olmak, gizlenmek” anlamına gelen kümûn, terim olarak “bir cismin diğer bir cisimde veya maddeye ait bir özelliğin (arazın) cisimde bilkuvve var olması” diye tanımlanabilir.

yusuf şevki yavuz karşıtı zuhûr (veya burûz) olup “gizli iken ortaya çıkmak” demektir. zuhûr da terim olarak “bir cisimde bilkuvve var olan bir şeyin açığa çıkıp bilfiil var olması” şeklinde tanımlanabilir.

yusuf şevki yavuz kümûn ve zuhûr meselesi erken devir kelâm âlimlerinin tabiat felsefesine ilişkin tartışmalarında ortaya çıkmıştır. ilk defa câbir b. hayyân tarafından kullanıldığı sanılmaktadır.

yusuf şevki yavuz zeydî âlimlerinden kāsım b. ibrâhim kümûn nazariyesini anaxsagoras’ın felsefesine dayandırır. şehristânî ve seyyid şerîf el-cürcânî’nin yanı sıra batılı araştırmacılardan max horten da aynı görüşü paylaşır.

yusuf şevki yavuz ebû rîde, kümûn nazariyesinin öncelikle helenistik felsefeden alındığını belirtmekle birlikte nazzâm’ın ortaya koyduğu teorinin farklılıklar taşıdığına ve orijinal yönleri bulunduğuna dikkat çeker.

yusuf şevki yavuz kümûn nazariyesini savunanların başında nazzâm ve câhiz gelir.

ebû ishâk ibrâhîm bin seyyâr bin hâni’ en-nazzâm tevhidi kanıtlamak ancak kümûnu benimsemekle mümkün olur.

yusuf şevki yavuz yaratılışın başlangıcında bütün insan soyunun zerreler halinde dem’in sırtından çıkarıldığını bildiren hadis de kümûn nazariyesinin doğruluğuna ilişkin bir başka delil sayılmıştır.

ebû alî el-hüseyn bin abdillâh bin alî bin sînâ maddenin yapısında ve özelliğinde geçerli olan kümûn değil değişim ve dönüşümdür.

ebû alî el-hüseyn bin abdillâh bin alî bin sînâ maddeye dışarıdan gelen bir özellik karışmadığı gibi madde içinde saklı bulunan bir cisim veya nitelikten de söz edilemez.

ebû alî el-hüseyn bin abdillâh bin alî bin sînâ madde ancak değişime uğrayarak farklı bir cisme dönüşür veya değişik bir nitelik kazanır.

yusuf şevki yavuz kümûn nazariyesi, allah’ın maddî varlıklara her an müdahale ettiğini ve yaratıcılığının sürekli olduğunu kanıtlamak amacıyla islâm düşünürlerinin çoğunluğu tarafından eleştirilip reddedilmiştir.

orhan şener koloğlu ibn hazm’da kümûn ve yaratma

orhan şener koloğlu kelâm ilmindeki yaratma teorilerinden biri kümûn teorisidir. nazzâm’a atfedilen bu teori tüm varlıkların tek bir seferde yaratıldığını öngörmektedir.

orhan şener koloğlu ancak kelâm düşüncesinde kabul edilen iki tür kümûn teorisi vardır: geniş kapsamlı kümûn teorisi ve dar kapsamlı kümûn teorisi.

orhan şener koloğlu geniş kapsamlı teori kümûnu tüm varlıklar için geçerli kılarken, dar kapsamlı teori sadece zeytinde yağın, üzümde suyun bulunması gibi sınırlı durumları kümûnun kapsamında kabul eder.

orhan şener koloğlu ibn hazm kümûn teorisini sadece dar kapsamlı olarak kabul eder ve eşyanın tamamının tek bir seferde yaratıldığını öngören geniş ölçekli teoriyi reddeder. buna bağlı olarak âlemde yaratmanın süreklilik arz ettiğini söyler.

ebû amr dırâr bin amr el-gatafânî el-kûfî zeytindeki ve susamdaki yağ, üzümdeki usâre gibi şeyler gizli olan şeylerdir.

orhan şener koloğlu sınırlı kümûn teorisi kapsamında verilen örnekler incelendiğinde bunların iki temel özellik taşıdığını görülür. 1) bunlar insan fiili sonucu açığa çıkarlar; 2) açığa çıkan şeylerin, insanın fiiliyle açığa çıkmadan önce orada oldukları hissedilir.

orhan şener koloğlu sözgelimi zeytindeki yağın, üzümdeki suyun açığa çıkması için insanın zeytini ya da üzümü sıkması, taştaki ateşi açığa çıkarması için taşa başka bir sert cisimle vurması gerekir.

orhan şener koloğlu öte yandan insan bu eylemleri yapmadan önce zeytinde yağ, üzümde su olduğunun farkındadır. kezâ taşa vurduğunda, taştaki tedrîcî ısınma nedeniyle onda ateşin varlığını hisseder.

orhan şener koloğlu dolayısıyla bu örnekler, basit gözlemlere dayalı ve duyusal olarak doğrulanmaları neredeyse zorunlu olan örneklerdir. bu yönüyle bir anlamda kabulleri kaçınılmaz hususlardır.

orhan şener koloğlu kümûn örneklerini üç grupta toplayabiliriz. bunlardan ilki yağın zeytinde, usârenin üzümde vb. saklı olması gibi basit ve dar kapsamlı kümûn örneğidir.

orhan şener koloğlu basit duyusal gözlemlere dayalı olan kümûnun bu türünü hemen hemen tüm kelâmcılar kabul etmektedir. ibn hazm’ın aktarımına göre sadece eşarîler (ibn hazm bunların içinde bâkıllânî’yi ismen zikreder) kümûnun bu türünü de kabul etmez.

orhan şener koloğlu ikinci tür kümûn ise insanın menide, hurmanın hurma çekirdeğinde saklı olması gibi geniş kümûn örnekleridir.

orhan şener koloğlu işte ibn hazm’ın şiddetle karşı çıktığı bu tür kümûn, sadece nazzâm’a atfedilmekte olup, muhtemelen onun ekolünden gelen bir kaç kelâmcı (meselâ câhız [ö. 255/869]) dışında hiçbir kelâmcı tarafından kabul edilmemiştir.

orhan şener koloğlu üçüncü tür kümûn ise, bu iki türün ortasında kalan ateşin odunda, taşta, demirde saklı olması örneğidir.

orhan şener koloğlu mütekellimlerin kabul edip etmeme hususunda üzerinde en çok ihtilaf ettikleri kümûn örneği budur. nitekim eşarî’nin aktardığına göre başta mutezilîler olmak üzere ilk dönem kelâmcılarının çoğunluğu kümûnun bu türünü kabul etmekteydi.

orhan şener koloğlu ateşin odunda saklı olmadığını söyleyenlerin temel itiraz noktaları, ateş odunda saklı olsaydı ona dokunulduğunda ateşi hissetmenin yahut odun parçalandığında ateşi görmenin gerektiği noktasında yoğunlaşmaktadır.

orhan şener koloğlu zeytinde yağın saklı olduğu apaçık görülmektedir; zeytini elimizle sıktığımızda ondaki yağ açığa çıkmaktadır. hâlbuki oduna veya taşa dokunduğumuzda o anda ateşi hissetmemekteyiz.

orhan şener koloğlu ibn hazm bu kümûn türlerinden sadece ilkini, yani mütekellimlerin pek çoğu tarafından da kabul edilen zeytinde yağın, üzümde usârenin gizli olması gibi duyularla doğrulanan basit kümûnu kabul etmektedir.

orhan şener koloğlu ona göre taşta, demirde vb.lerinde ateş; hurma çekirdeğinde hurma yoktur. ateş ve hurma maddenin (taş, demir ve çekirdek) belirli şartlar altında dönüşmesiyle ortaya çıkar. işte bu iddia, karşımıza yeni bir kavram ortaya çıkarır: istihâle (dönüşüm).

orhan şener koloğlu teknik bir kavram olarak istihâle, bir şeyin zâtında yahut sıfatlarından birinde halinin birdenbire değil de yavaş yavaş değişmesini ifade eder.

orhan şener koloğlu nitekim câhız, nazzâm’ın ağzından “ashâbü’l-a‘râz” olarak isimlendirilen bu kimselerin görüşünü şöyle özetler: . . . . . ateş (odun parçasında) saklı (kâmin) değildir. ateş odun parçasından daha büyük iken nasıl onda saklı olsun? fakat bir dal parçası .......

orhan şener koloğlu zeytinde yağın olduğunu apaçık görürüz, hatta zeytini elimizle sıkar yağını çıkarırız. bunlar asla reddedilemeyecek hususlardır. oysa hurma çekirdeğinde hurmanın olması duyularla asla doğrulanamayacak bir durumdur.

ebû muhammed alî bin ahmed bin saîd bin hazm el-endelüsî el-kurtubî bir cisim iki mekânda bulunamaz. iki cisim bir mekânda bulunamaz.

orhan şener koloğlu bu yönüyle ibn hazm kümûn teorisini mümkün kılan önemli önermelerden birini reddetmektedir.

orhan şener koloğlu kümûn teorisini kabul etmeyen ibn hazm, doğal olarak yaratmanın da tek bir seferde gerçekleşmiş bir eylem olduğunu kabul etmez. ona göre yaratma sürekli devam eden bir eylemdir.

orhan şener koloğlu ezcümle ibn hazm’ın kümûn teorisini, bu teori lehine geliştirilen bir takım örnekleri kabul etse de, onun kümûnu bir âlem teorisi olarak kabul etmediğini kesinlikle söyleyebiliriz.

orhan şener koloğlu ibn hazm, diğer pek çok âlem tasavvurunun içerdiği yaratma düşüncesiyle uyum göstermektedir. ancak bu uyum sadece lafzî düzlemde olup, teorik bir benzerliği içermez.

hüseyin sarıoğlu ibn rüşd'de tanrı-âlem ilişkisi ve sürekli yaratma

hüseyin sarıoğlu ibn rüşd tefsîru mâba'dettabî‘a'da, bu soruna ilişkin yorum yapan düşünürleri birbirine bütünüyle ters düşen ehlü'l-kümûn ve ehlü'l-ibdâ‘ ve'lihtirâ‘ ile bu ikisi arasında yer alanlar olmak üzere üç grupta değerlendirmektedir.

hüseyin sarıoğlu kümûn nazariyesine göre “her şey her şeydedir” yahut bütün her şey iç içedir (küllü şey' fî külli şey'); oluş (el-kevn), şeylerin birbirinden çıkmasından, fâilin işlevi de yalnızca şeyleri birbirinden çıkarmak (ihrâc) ve ayırmaktan (temyîz) ibarettir.

hüseyin sarıoğlu hiçbir şeyin “yok/yokluk”tan meydana gelmediği tezine dayanan kümûn nazariyesindeki bu fâil, ibn rüşd'e göre, fâil olmaktan çok bir muharriktir.

hüseyin sarıoğlu kümûn nazariyesinin anti-tezi durumundaki ikinci görüş, kelâmcıların ve hristiyan teologların savunduğu "yoktan yaratma" (ibdâ‘, ihtirâ‘) teorisidir.

hüseyin sarıoğlu buna göre âlem, daha önce bir imkân hali ve bir ilk prensip bulunmaksızın, allah tarafından yoktan ve sonradan yaratılmıştır.

hüseyin sarıoğlu ibn rüşd, fârâbî ve ibn sînâ'nın savunduğu sudûr teorisini, işte tez ve anti-tez durumundaki bu iki yorum arasında değerlendirmektedir.

ali / vuslatî gidip len-terânî'deki lâm u nûn zuhûr itdi mûsâ'ya olan kümûn

tv100 okan bayülgen ile muhabbet kralı türk sinemasının en eğlenceli yılları

aydemir akbaş biz silâh zoruylamı geldik. halk getirdi halk. ....... onlar dergilerle geldiler mecmualarla geldiler televizyonlarla geldiler. biz halkla geldik.

aydemir akbaş bu ara huysuz bir adam oldum. her şeye çatıyorum.

aydemir akbaş bana dediler ki donunu indir 10.000 lira para.

aydemir akbaş halk diyor ki aydemir nasılsın. yanımızda oturuyosun manava geliyosun. bilmem... âbi ötekilerle kuramıyorum. bugün en büyük sıkıntı bu. bakıyor, hepsi şey, kibir kibir kibir âbidesi hepsi.

ahmet cuma edebiyat sosyolojisi ve karşılaştırmalı edebiyat bilimi + sanat ve bilimin sınır ötesi etkileşimi

kâzım yetiş edebiyat bilimi ansiklopedik sözlüğü nasıl olmalıdır?

ferzane devletabadi kaşkay türklerinde soy damgaları

bekmağanbetov şanjarhan - çev : emine atmaca dilin işaret sistemiyle dilin damga sistemi arasındaki meselelerin ilişkisi hakkında

oğuz köse & alparslan dilsiz & taner arabacı görme engelli bireylerde ağız sağlığı

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu kadına yönelik şiddetin sonlanmasında erkek işbirliği

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu şiddetten korunma programları tarih boyunca kadınlara odaklanmış ve kadınlar üzerinden yürütülmüştür. kadınların hala güçlendirilmeye, eşitliğinin ve güvenliğinin sağlanmasına ihtiyacı vardır.

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu ancak, erkeklerle çalışmanın bölgesel ve kültürel alanlarda güçlü bir etkisi olabileceği, öğretmenlerin, sağlık çalışanlarının, polislerin, askerlerin, imamların, rahiplerin, papazların ve yerel liderlerin şiddetle mücadelede

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu olumlu rol modeller olabileceği, daha huzurlu bir aile yaşamı ve toplum için insanlar arasında etkileşimi sağlayabileceği düşünülmektedir.

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu son yıllarda, cinsiyete dayalı şiddetin son bulmasında erkeklerin rolü ve erkek işbirliği, kadına yönelik şiddetin sonlanması hareketinin önemli bir unsuru haline gelmiştir.

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu ancak erkeklerin şiddetle mücadeledeki rol ve görevlerinin önemini vurgulayan, halkı bilinçlendirmeye yönelik çok daha fazla çalışmaya gereksinim vardır.

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu kadına yönelik şiddetin temel sorumlusu olan erkeklerin, aynı zamanda kadına yönelik şiddetin sonlanmasında önemli mücadeleciler de olabileceğini gösteren çalışmaların vurgulanması gerekmektedir.

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu erkekler dünya genelinde şiddetin başlıca uygulayıcılarıdır. ayrıca erkekliğe ilişkin yaygın yanlış algılar ya da erkekliğin erkekler için ne anlama geldiğinin yanlış tanımlanması, şiddeti desteklemektedir.

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu birçok erkek henüz şiddet uygulayıcısı değildir ve erkeklere rol model olabilecek erkekliği doğru algılayan erkekler de toplumda bulunmaktadır.

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu erkekleri suçlamak, utandırmak ya da kuralcı bir dil kullanmak yerine erkeklere bütüncül yaklaşan programlarla güç ve incinebilirlik kavramlarını yerleştirmek daha uygundur.

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu tüm erkekler şiddet uygulamazlar ve tüm erkekler cinsiyet hiyerarşisinde eşit derecede ayrıcalıklı değildir.

öznur körükcü & gülser öztunalı kayır & kamile kukulu ......., anneleri, arkadaşları, meslektaşları ve yaşamındaki diğer kadınları güvende tutmak için erkeklerle kadına yönelik şiddetin sonlandırılması konusunda işbirliği içerisinde çalışmasının gerekliliği kaçınılmazdır.

ilker erdoğan erkek dergilerinde sağlıklı erkek neden ideal erkektir?

mayramgül dıykanbayeva kırgız türklerinde erkek çocuğun önemi ve edebi eserlere yansıması

tuna toraman reklamlarda erkek imgesinin kullanımı, biscolata veni örneği

? / anonim bin yıl da ömrün olsa dünyanin işi bitmez hazineler kazansan kefene cep dikilmez + dünya için gam yeme zira gelip geçici varlığına güvenme sen yolcu dünya hancı + ahh bu dünya yalan gafletten uyan

nihat aşar nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım bazen gözyaşı oldu, bazen içli bir şarkı

süleyman berk zeytinburnu’nun tarihi mezar taşları

yasin ünal ticari amaçla sazlıkların kullanılması bu alanları kullanan saz kedilerinin barınma ve besin açısından sıkıntı yaşamasına neden olmaktadır.

etem boz alanımız içerisinde, saz kedisinin, su ihtiyâcını karşılanabileceği alanlar itibariyle, öyle bi sıkıntı, söz konusu. bu su sıkıntısını giderecek projeleri düzenleyip hayâta geçirecêz.

ses tv söke'de saz kedisi kuduz çıktı

hüseyin soner yalçın kuru fasulyeyi, mercimeği abd'den alıyoruz. nohudu abd'den alıyoruz. bezelyeyi abd'den alıyoruz. buğdayı, mısırı, ayçiçeğini abd'den alıyoruz. pamuğu abd'den alıyoruz… uzatmayayım canınız sıkılır!

ahmet râsim küçükusta bütün kaliteli, bozulmamış, işlenmemiş yiyeceklerin hepsi süper gıdadır.

ahmet râsim küçükusta tek başına hiçbir gıda süper değildir.

josemaría escrivá de balaguer y albás mesih isa ile günlük görüşmeniz tam çalıştığınız yerde, hasretinizin ve sevginizin olduğu yerdedir. burası kutsallığı aramamız gereken yerdir, dünyanın en materyal şeylerinin orta yerinde, tanrı‘ya ve tüm insanlığa hizmet etmektir.

josemaría escrivá de balaguer y albás cennet ve dünya ufukta birleşiyor gibi görünür, ama gerçekte birleştikleri yer kalplerinizdir; günlük yaşamlarınızda kutsallık için çabaladığınız yerde...

ferda çetin ılımlı islam sadece bir maske mi?

ferda çetin ılımlı islam öncesinde hristiyan ve budist tarikatlardan da “ılımlı dindar” abd işbirlikçileri yaratılmıştır.

ferda çetin bunların en bilinenleri ispanya’da kuruculuğunu josemaria escriva de balagar’ın yaptığı opus dei, güney kore’den moon tarikatı’dır ve kurucusu sun myung moon’dur. bu geleneğin islam adına sürdürücüsü, türkiye’de gülen tarikatı’dır.

ferda çetin fethullah gülen yaşam ve ilişki tarzı, tarikat örgütlenmesi, eğitim sistemi, ticaret, pazar ve diplomatik ilişkileri açısından papaz josemaria escriva de balagar’ın bire bir kopyasıdır.

ali murat yel bir katolik tarikatı: opus dei

nazile kalaycı klasik tragedyalarda “yakışıksız ölüm”, “yas” ve “tanıklık” sorunu

elmira memmedova kıbrıs yaş destanları üzerine genel değerlendirme

özden terbaş kendilik psikolojisi kuramına göre kendilik bozuklukları: bir olgu sunumu

jale gökçe kendilik nesnesi olarak sanat yapıtı

nilgün taşkıntuna & gamze özçürümez mükemmeli ararken: bir iç dünya araştırması

feyza ağlargöz & sevgi ayşe öztürk sanat ve pazarlamanın "sıra dışı" birlikteliği

mustafa çağrıcı sözlükte “erkek” anlamındaki mer’ kökünden türeyen mürûet (mürüvvet) “tam erkeklik” veya “mükemmel insaniyet” demektir.

mustafa çağrıcı mer’ kelimesinin “efendi” ve mürûetin “efendilik” (siyâde) mânasına geldiği de belirtilmiş, ibn kuteybe’nin ʿuyûnü’l-aḫbâr’da mürüvvet konusunu “kitâbü’s-süʾdüd” (siyâde) başlığı altında işlemesi buna delil olarak gösterilmiştir.

mustafa çağrıcı ancak kelimenin câhiliye devri edebiyatında -ahde vefa, cömertlik, bağışlama gibi bir kısmını islâm’ın da benimsediği ahlâkî erdemleri kısmen içermekle birlikte- daha ziyade kişinin bedenî üstünlüklerini ifade etmek üzere kullanıldığı, .......

mustafa çağrıcı râgıb el-isfahânî, eẕ-ẕerîʿa ilâ mekârimi’ş-şerîʿa adlı eserinde insana has erdemlere insaniyet dendiğini, kişinin insaniyetinin bu erdemlerdeki üstünlüğü oranında olduğunu ifade ettikten sonra insaniyetle mürüvvetin birbirine yakın anlamlar taşıdığını .......

mustafa çağrıcı müellif mürüvvetin iki farklı etimolojisinin bulunduğunu söyler. kelime ya “yemeğin lezzetli ve faydalı olması, rahatlıkla yutulup hazmedilmesi” anlamındaki mer’ veya “erkek” anlamındaki mürûet kökünden gelmektedir.

mustafa çağrıcı birinci etimolojiye göre bu erdem, temiz tabiatlı insanlarca kolaylıkla benimsenen iyi huyları ve fiilleri ifade eden bir isim olup bu da insaniyet demektir. ikinci etimolojiye göre mürüvvet erkeklere mahsus meziyetleri ifade etmektedir ve erkeklikle aynı .......

mustafa çağrıcı mürüvvetle ilgili birçok tanımda onun dinî olmaktan ziyade dünyevî işlerle ilgili, insanın sosyal konumunu güçlendiren bir içeriğe sahip olduğu görülmektedir.

mustafa çağrıcı kaynaklarda sıkça geçen, “mürüvvet bağına sımsıkı sarılarak dünyanın zahmetlerinden kurtul; takvâ bağına sarılarak âhiret sıkıntılarından kendini koru” şeklindeki söz de bu ayırıma işaret etmektedir.

mustafa çağrıcı yahyâ b. hâlid el-bermekî “kişinin evinin geniş, hizmetçilerinin çok, cinsel gücünün yerinde ve hayatının rahat olması, çevresine iyilik etmesi, dostlarına bol bol ikramda bulunması” şeklindeki mürüvvet tanımıyla bunun dünyevî nimetleri kapsayan bir kavram .......

mustafa çağrıcı mürüvvetin dünyevî olan içeriği abdullah b. mukaffa‘ın kelîle ve dimne’si, ibn kuteybe’nin ʿuyûnü’l-aḫbâr’ı, câhiz’in el-beyân ve’t-tebyîn’i gibi edebî eserlerde de görülür.

mustafa çağrıcı ....... mürüvvetsiz insanlar kemik bulunca sevinen köpekler gibi küçük şeylerle avunur, önemsiz şeylere razı olurlar. fazilet ve mürüvvet ehli olanlar ise kendilerine lâyık olan şeyleri elde ederek onlarla yücelmek isterler ve küçük şeylerle yetinmezler.

mustafa çağrıcı abdullah b. mukaffa‘ın mürüvveti akıl, zekâ, sağlam görüş gibi kavramlarla birlikte kullanması kelimenin özellikle ilk dönemlerde zihnî bir muhteva taşıdığını, dolayısıyla insanı onurlu ve saygın kılan erdemlerin öncelikle zihinsel yetenekler olarak .......

mustafa çağrıcı mürüvvetin mutlaka insanı onurlu ve saygın kılan tutum ve davranışlarla ilgili olduğu, kendini övmek, sokak ortasında yemek yemek, dostuna verdiği maldan para kazanmak, insanların içinde soyunmak, dostunun aleyhinde konuşulan yerde durmak gibi örnekler .......

mustafa çağrıcı ....... mürüvvet vasfından yoksun bulunmanın akıl noksanlığından, dinî emirlere karşı kayıtsız kalmaktan veya hayâsızlıktan kaynaklandığı kabul edilmiştir.

hidayet duyar on altıncı yüzyıl şairlerinden kabûlî’nin şiirleri

ibrahîm / ibrâhim / ibrâhîm / ibrahim çelebi / kabûlî mürüvvet dād-ı hakdur herkes andan müstefīd olmaz kerem gelmez keremsizden‘akīme kıyma sultānum

lütfi sezen âşık seyranî'nin şiir anlayışı (teorik bir yaklaşım)

lütfi sezen seyrânî’nin umutlarla başlayan istanbul günleri, haksızlıklarla mücadele ve acılarla doludur:

seyrânî sendeyken her türlü mürüvvet-kânı bulmadım derdime çare istanbul

neslihan kılıç osmanlı kadın dergilerine bir örnek: mürüvvet

neslihan kılıç “cömertlik, mertlik, yiğitlik” gibi anlamlara gelen mürüvvet, mürüvvet gazetesinin “nüshası” olarak 28 şubat – 23 nisan 1888 tarihleri arasında haftalık periyotta yayınlanmıştır.

atakan mücahit yavuz çok yorgunum türkiye üstelik canım da sıkılıyor biraz senden biraz da zamanın sefil ruhundan + canım çok sıkılıyor türkiye kimsenin askeri değiliz diye ne benim şiirim bir yere varıyor ne senin hayallerin

faruk erem savunma ve ceza yargllamasının temeldeki kusurları

neslican tay ben bir bacaktan ibaret değilim, çok daha fazlasıyım.

çağla gür & nurcan koçak 5 yaş (48 60 ay) çocukların duygu tanımlamaları ve nedenleri üzerine bir araştırma

mustafa çağrıcı hem masdar hem de isim olarak kullanılan hased kelimesi, başkasının sahip olduğu maddî veya mânevî imkânların kendisine intikal etmesi veya kıskanılan kişinin bu imkânlardan mahrum kalması yönündeki istek ve niyeti ifade eder.

mustafa çağrıcı edirne müftüsü fevzi efendi, haset yüzünden sıkıntıya uğrayanları teselli etmek ve hasedin zararlarını anlatmak üzere tesliyetü’l-mahsûdîn adıyla bir kitap yazmıştır.

hüsameddin erdem sözlükte “incelemek, araştırmak, yoklamak” gibi mânalara gelen gabṭ kökünden türetilen gıbta kelimesi “nimete kavuşma arzusu, sevinç” demektir.

hüsameddin erdem terim olarak ise “bir kimsenin, maddî veya manevî imkân ve meziyetlere sahip olan başka birine imrenmesi, onun elindeki nimetlerin yok olmasını isteme gibi kötü bir düşünceye kapılmadan kendisinin de aynı şeylere kavuşmayı arzulaması” anlamında kullanılır.

hayati hökelekli dinî metinlerde kıskançlık anlamında kullanılan arapça gayret kelimesi “kişinin kendi mahremini koruması yönünde gösterdiği aşırı duyarlılık, izzet-i nefsine, şeref ve namusuna zarar verecek durumlardan sakınıp korunmasını sağlayan duygusal tepki”,

hayati hökelekli daha özel olarak da “erkek veya kadının başkasının cinsel ilgisine karşı kendi eşini koruma ve savunma duygusu” mânasına gelir.

hayati hökelekli kıskançlık çoğunlukla aşk ve sevgi söz konusu olduğunda ortaya çıkan bir duygudur. dar anlamda kıskançlık kişinin, sevdiği şahıs bir başkasını tercih ettiği zaman gösterdiği telâş ve endişedir.

süleyman kösmene haset ve gıbta

süleyman kösmene hasette kıskançlık, çekememezlik ve başkasının iyi hâlini istememek gibi bir kötü huy var. gıbta ise hasede nisbeten oldukça masum.

süleyman kösmene gıptada başkasını iyi halinden dolayı içten tebrik etme, onu mümkünse örnek alma, onun gibi olmaya azmetme gibi iyi huylar söz konusudur.

merve yerli haset duygusunun teorik düzeyde incelenmesi ve psikoterapi sürecinde ortaya çıkışı

merve yerli partridge’e göre, etimolojik açıdan türkçe’ye haset olarak çevrilen ingilizce’de “envy” kelimesi görmeye izin verilebilir anlamına gelen “videre” kelimesinden bakmak ve haset etmek anlamına gelen “invidere” kelimesinden türemiştir. haset bakma ile ilgilidir.

merve yerli mahzur’a göre haset arapça dilinden türkçe’ye geçmiş ve “hasede” kelimesinden türemiştir.

merve yerli bu kelime kıskançlık ve çekememezlik anlamına gelmektedir. haset duygusundan farklı olarak kıskançlık en az üç kişi arasında kurulan ilişkide kişinin ötekiyle kurduğu ilişkiyi kaybetme korkusu şeklinde tanımlanır.

merve yerli haset ötekinin sahip olduğu nesneye sahip olma arzusudur. kıskançlık ise sahip olunan nesneyi kaybetmeme ile ilişkilidir.

merve yerli haset ve kıskançlık birbiri ile karıştırılan iki kavramdır ve eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. haset, kıskançlık olmadan ortaya çıkabilirken; kıskançlık haset ile ilişkili olarak ortaya çıkmaktadır.

merve yerli hayranlık duygusu da haset ile yakından ilişkilidir ve hasedin bir görüngüsüdür. bu duygu ötekinin başarısını hoşnut bir şekilde kabul etme duygusudur ve kişinin kendini geliştirme noktasına götürür.

merve yerli haset ve hayranlık ötekinin sahip olduğu birşeye bakma ve ona sahip olmaya çalışma noktasında benzerlik göstermektedir.

merve yerli haset, arzu edilen şeye arzu eden kişi yerine başka bir kişi sahip olduğunda ve bu nesne o kişiye haz verdiğinde ortaya çıkan bir duygudur. haset içeren durumlarda özne, bir kişi ile etkileşim halindedir.

merve yerli haset yıkıcılığın oral sadistik ve anal sadistik halidir. bu, ilksel nesneleri bozar ve bunlara yönelik sadistik hamleleri kuvvetlendirir.

merve yerli haset duygusunun aşırı düzeyde olması paranoid ve şizoid özelliklerin güçlü olduğunu gösterir. ....... paranoid ve şizoid mekanizmalar psikotik durumun hazırlayıcısıdır.

merve yerli ....... haset güçlü is nefret ve kaygı hisleri vajinaya aktarılır ve genital dönemde sorunlar ortaya çıkar. her iki cinsiyette de güçlü haset duygusu karşı cinsiyetin sahip olduklarını edinme ve aynı cinsiyetten olan kişilerin sahip olduklarını edinme ve .......

merve yerli psikoterapide aktarım ilişkisinde haset ortaya çıkabilir. danışan terapistin sahip olduğu becerilere hasetlenir.

bereket çelebi kıskanıyorum, öyleyse varım

bereket çelebi günlük hayatta çok kez kıskançlık ve haset kavramlarını birbirlerinin eşanlamlısı olarak kullanırız. "kıskançlıktan kudurdu." ya da "hasedinden çatladı." cümlelerinin özdeş olduğunu düşünmeye eğilimliyizdir. peki gerçekten öyle midir?

bereket çelebi kıskançlık ve haset arasında belli bir fark vardır. haset, büyük çoğunlukla karanlık duyguları kapsar iken, kıskançlık bir bakımıyla yaşama beceriksizliği bir bakımıyla da yaşam enerjisidir.

orhan kaplan & özgür kıyçak şeyhî divanı’nda şiir anlayışı

orhan kaplan & özgür kıyçak tarlan (2004:59-61), şeyhî’nin şiirlerinden hareketle hayatı, şahsiyeti ve muhiti hakkında bazı çıkarımlarda bulunmuştur. buna göre şeyhî, refah yüzü görmemiş; rint ve âşık bir şairdir.

orhan kaplan & özgür kıyçak söz söylemede kudretinden, şöhretinden emindir. karşılaştığı adaletsizlikler yüzünden kötü bir zamanda yaşadığını düşünmektedir.

orhan kaplan & özgür kıyçak kadıların rüşvet alması, mescit vakıflarına ehemmiyet verilmemesi, yetim malının helâl sayılması gibi dönemindeki bazı uygulamalardan şair büyük rahatsızlık duymaktadır.

orhan kaplan & özgür kıyçak timurtaş (1997:421) muhitinden ve devrinden şikâyet eden şeyhî’nin bu şikâyetlerinin üç nokta etrafında toplandığını belirtmektedir.

orhan kaplan & özgür kıyçak birincisi, sanatının anlaşılmaması, ikincisi hasetçiler ve rakipleri, üçüncüsü kendisini takdir etmedikleri için refah içinde yaşayamaması.

hasan akay dilin dili ve şiirin dili

bâkî vallâhi gazel söylemeden çokdan usandık maksûd hemen hâside bir pâre ezâdır

hasan akay şiir denilen şey, ustasının elinde her türlü hüneri gösterebilen bir şeydir. aslolan ustalıktır. bilmeyen için mazeret çoktur. bâkî, söylediği gazeller yüzünden kendisine haset etmekten başka bir şey yapamayan cahil rakipleri (bunlara müteşâir, şâir

hasan akay taslakları da diyebiliriz) ile alay etmekte, aslında gazel söylemekten artık usandığını, fakat sırf bu hasetçilere bir parça daha eziyet olsun diye gazel söylediğini söylemektedir, ama akıllanan kim?

nâzım hikmet ahmet hâşim’e, bodler’e, ne bileyim yahya kemal’e filân da haset etmem kâbil midir? çünkü onların estetiği düşman ve ayrı cins ve neviden bir estetiktir.

mehmet şevki eygi ülkemizi parçalamak, devletimizi yıkmak isteyenlerin bir kısmı sünnetsiz haçlı kriptolardır.

mehmet şevki eygi feminist islâmcı olabilir ama feminist müslüman olamaz. çünkü feminizm, islâm dinine uymayan hayli vahim bozukluklar sergileyen bir ideolojidir. islâmcılık bir ideoloji, feminizm bir ideoloji... tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş...

mehmet şevki eygi kişinin ne mal olduğu, kıymeti, rütbesi, derecesi aklından belli olur.

mehmet şevki eygi bugünkü lâdinî eğitim seni akıllı yapmaz, aksine aklını köreltir.

mehmet şevki eygi parası, serveti, zenginliği aklından kat kat fazla. yandı o adam.

mehmet şevki eygi islam feministleri akıllı müslüman değil, akılsız müslüman’dır.

mehmet şevki eygi türkiye çeşitlilikler, alt-kimlikler ülkesidir. türkler, kürtler, arnavutlar, gürcüler, çerkesler, abazalar, pomaklar ve sayısı 78'e varan diğer etnik kimlikler... sünniler aleviler... biz hepimiz türkiyeliyiz.

mehmet şevki eygi vefatımda kedim sağ olursa, dostlarımdan biri ona sahip çıksın, evine götürsün, ölünceye kadar baksın. öldüğünde cesedini beyaz bir beze sarıp temiz bir yere gömsün.

mehmet şevki eygi mütevazı bir hayvandır. az yer, çok sevgi ister. gördüğü sevginin on katını verir. bakan sevap kazanır. bu iyiliği yapacak olana şimdiden dua ediyorum, teşekkür ediyorum.

adem aydemir türkçede artzamanlı sözvarlığı boyutuyla: ‘yazuk / yazık’ kelimesi ve soydaşları üzerine

fatma sezen yıldırım / sezen aksu yazık şu geçen zamana, yazık yalan mıydı, biz mi aldandık? yazık gençliğimize, yazık nasıl böyle erken yıprandık?

behçet kemal çağlar iyi bir kız alsak, kıza yazık kötü bir kız alsak bize yazık + güzeli alsan kıza yazık çirkini alsan bana yazık

aliye ummanel amerikan tiyatrosunda eşcinsellik ve bir örnek olarak lanford wilson’ın “bayan bright’ın deliliği” oyununun incelenmesi

aliye ummanel psikoloji alanında eşcinselliğin kaynağıyla ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. eşcinselliği cinsel sapıklık olarak nitelendiren nativistic kuramcılarına göre, cinsel sapıklık doğuştandır.

aliye ummanel nativistic kuramcıları çoğu eşcinselin, heteroseksüelliğin teşvik edildiği kültürlerde yetiştiğini; ergenlik dönemine ve eşcinsel bağlar kurana dek eğilimlerinden habersiz yaşadıklarını belirtmektedir.

aliye ummanel bu nedenle nativisticler eşcinsel eğilimin öğrenmeyle değil, doğuştan olduğuna inanmaktadır.

aliye ummanel öte yandan, eşcinselliğin çevresel baskıların ve diğer koşulların bir sonucu olduğuna dair daha ikna edici kanıtlar bulunduğunu savunanlar da bulunmaktadır.

aliye ummanel ayrıca, eşcinsellerin aile yaşantısında pathogenic kalıplar tespit edilmiştir. annenin mutsuz evlilik yaşamı sonucu oğluna yönelmesi ve onunla yakın, hatta romantik aşk ve baştan çıkarıcılık içeren, ancak fiziksel teması engelleyen, samimi bir ilişki kurmasının,

aliye ummanel oğulda kendi ensest arzularından ötürü bir suçluluk duygusu geliştirip tüm kadınlardan, annesinin bir sembolü haline geldikleri için uzak durmasını sağladığı savunulmaktadır. bu tür ailelerde eşinin seçiminden dolayı baba oğluna küskündür ve erkeksi bir yönde

aliye ummanel gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. böyle durumlarda, babanın favorisi kızı olduğu için ve oğlun, babasıyla kız kardeşinin ilişkisini kıskandığı, öte yandan annesine duyduğu ensest arzularından korktuğu ve bunun sonunda masculine rolü reddettiği, bir kız evlat

aliye ummanel rolünü benimsemeye yöneldiği düşünülmektedir.

aliye ummanel

  1. yüzyılın sonlarına kadar eşcinselliği günah ve ahlak dışı sayan tıp çevresi daha sonra eşcinselliği zihinsel ve duygusal hastalığın bir neden ve sonucu olarak yansıtmıştır. bu yöndeki görüşler 20. yüzyılın ortalarına kadar kabul görmüştür.

aliye ummanel the american psychological association tüm akıl sağlığı uzmanlarını uzun zamandır eşcinsellik üzerine vurulmuş olan zihinsel hastalık damgasını kaldırmak konusunda öncülük etmeye çağırmıştır.

aliye ummanel eşcinsellik üzerinde biyolojik etkiler hakkındaki teoriler 19. yüzyılda yaygındı. bu teorilerden biri de erkek beyninin kadın gibi bir tutumla geliştiği yönündeydi. günümüzde bu düşünceler büyük ölçüde değişmiştir.

aliye ummanel tarihsel gelişim açısından üç bölüme ayrılan eşcinsel özgürlük hareketi için, ıı. dünya savaşı önemli bir dönemeç olarak düşünülmektedir.

aliye ummanel john d’emilio, amerika’nın eşcinsel tarihi için önemli bir yeri olan san fransisco’daki eşcinsel politikalarını incelediği makalesinde, savaşın, modern eşcinsel tarihinin başlangıcı olduğunu savunmaktadır.

aliye ummanel stonewall ayaklanması’nın yaşandığı 1960’ların sonu, hem amerika hem de tüm dünyayı etkisi altına alan özgürlük hareketlerine sahne olmaktaydı. sözgelimi, bu dönemde siyahlar ve kadınlar da hakları için mücadele etmekteydi.

aliye ummanel eşcinseller açısından yaşanan gelişmeler tüm bu toplumsal değişim ve radikal, politik olayların bir parçasıydı.

aliye ummanel new york gay liberation front (glf) tarafından yapılan açıklama bunu doğrular niteliktedir:

gay liberation front / gey kurtuluş cephesi … eşcinsel baskı tüm baskıların bir parçasıdır. siyahlara, kadınlara ve diğer azınlıklara baskı yapan sistemin aynısı tarafından temel insanlığımızdan mahrum bırakılmaktayız.

gay liberation front / gey kurtuluş cephesi bizim özgürlüğümüzün, tüm halkların özgürlüğüyle bağlantılı olduğuna ve bu nedenle zamanı yakalamamız, haklarımızı şimdi ısrarla istememiz gerektiğine inanıyoruz.

aliye ummanel tiyatroda tabuların yıkılmasının aşamalarla gerçekleştiği, eşcinsellik ve ensest gibi konulara kadar, cinsel çifte standardın yok edilmesi, gençliğin cinsel problemleri gibi konuların sahneye taşınması gerektiği vurgulanmaktadır.

aliye ummanel toplumun cinsellik konularındaki tabuları yıkıldıkça, bu özgürleşme sahneye de yansımıştır.

aliye ummanel cinsel açıdan anormal sayılanların toplum dışı bırakılmaması için önce eşcinsellik ve ensest gibi yasak konulardaki cehaletin giderileceği bir zamanın geçmesi gerekmiştir. eşcinsellik tiyatro sahnesindeki yerini alana dek bu zamanın geçmesini beklemiştir.

aliye ummanel william m. hoffman, tiyatroda, eşcinsellik konusundaki suskunluğun bozulmasına dek geçen dönem içerisinde eşcinsel oyun yazarları, izleyici, yönetmen ve oyuncuların bu suskunluğa ortak olma nedenlerini irdelemektedir.

aliye ummanel hoffman’a göre, tiyatro tüm sanat dalları içinde toplumun beklentilerinin en yakın aynasıdır. bu nedenle, heteroseksüel umut ve önyargıları yansıtmak zorunda kalmıştır.

aliye ummanel “bayan bright’ın deliliği” oyunu, lanford wilson’ın 1964 yılında kaleme aldığı, sahnelendiği dönem içerisinde büyük ses getiren oyunudur. wilson’ın ilk oyunlarından biridir ve off-off-broadway’de iki yüzü aşkın kez oynanmıştır.

aliye ummanel “bayan bright’ın deliliği”yazıldığı yıllardaki diğer gey oyunları gibi eşcinselliği merkeze almak yerine, ağırlıklı olarak yalnızlık,güzelliğin kaybı,toplumdan dışlanmışlık gibi temalar etrafında örülmüştür.“bayan bright’ın deliliği”oyununu özel kılan da bu yönüdür.

aliye ummanel lanford wilson’ın bu oyunda eşcinselliği öne çıkarıp savunmak, yargılamak, ya da dışlamak gibi bir tavrı sözkonusu değildir.

aliye ummanel aynı zamanda, bir gey oyunu olarak nitelendirilen bu oyunda wilson, eşcinselliği yalnızlık, kimsesizlk, sevgisizlik gibi temaların ardında bir unsur olarak yerleştirmiştir. eşcinsellik bayan bright’ın temel sorunu değildir. yaşamının bir parçasıdır.

aliye ummanel böylece oyun, yalnızlık, delilik gibi kavramlarla sadece geylerin değil herkesin bir oyunu haline gelmektedir.

aliye ummanel sevgililerin eşcinsel olması rastlantısaldır çünkü oyun hiçbir şekilde, bir yaşam tarzını savunmakta ya da ona saldırmakta değildir. eşcinseller ve eşcinsel aşk burada sadece tüm insanlar ve tüm sevgiler için bir metafordur.

aliye ummanel erkeğin leslie ve deliliği hakkında söylediği bunu destekler niteliktedir: “bazı eşcinseller akıllı bir yaşam sürerken, bazıları sürmezler. herkes gibi, sanırım.

aliye ummanel leslie karakteriyle yansıttığı yalnızlık ve yaşlanma herkesin (bir eşcinselin de dahil olmak üzere) sorunudur. lanford wilson bunu hissettirerek, yani, leslie’yi bizden biri olarak kabul ettirerek ona karşı izleyicide sempati uyandırır.

aliye ummanel eşcinselliği yaşamın doğal bir parçası olarak kabul etmek gibi bir özellik gerçek yaşam de için son derece olumlu sayılabilmektedir. ancak böyle bir özellik, bir oyunu, bir fikri savunmak anlamında eksik bırakmaktadır.

aliye ummanel leslie karakterindeki diğer özellikler, stereotipleştirmenin önüne geçebilmiştir. nur gökalp’in dediği gibi, “leslie bright, çoğu yönden bir gey stereotipine uymaktadır: kadınsı, rastgele cinsel ilişkide bulunan, kendini beğenmiş, yapmacık, deli, kederli ve yalnız.

aliye ummanel “bayan bright’ın deliliği” oyunundaki bir diğer eşcinsellik stereotipi örneğiyse, boys in the band oyununda da rastlanan, eşcinselliğin kaynağını anne etkisinde arama durumudur.

aliye ummanel leslie, duvarında ismi yazan sevgililerinden samuel için, “…zavallı samuel, gerçekten de senin elinde değildi, değil mi? ibneydin ama elinde değildi. baskın anne muhtemelen…”

aliye ummanel the boys in the band oyununda, donald, annesinin, eşcinselliği üzerindeki etkisini anlatmaktadır: “farkettim ki, kaybettiğim zamanlar, hep evelyn’in en çok beni sevdiği zamanlardı, çünkü bu durum mükemmellik arayan babamı kızdırıyordu.

aliye ummanel eşcinsellik, birçok disiplin tarafından değişen şekillerde tanımlanmış, zaman içerisinde farklılık gözeten kavramlarla anılmıştır. tarihin akışı süresince, farklı anlamlar yüklenmesiyle birlikte farklı isimler de almıştır.

aliye ummanel en geniş tanımıyla eşcinsellik, aynı cinsten olanların birbirlerine duyduğu cinsel çekim ve duygusal bağlardır. bu anlamı ifade etmekle birlikte, farklı özellikleri de yüklenen kavram, antik yunan’da pederasty (oğlancılık), ortaçağda sodomy, 19. yüzyılın ikinci

aliye ummanel yarısından itibaren homoseksüellik isimleriyle anılmıştır ve son olarak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren eşcinsele verilen adın yerini gay sözcüğü almıştır.

aliye ummanel ortaçağla birlikte sodomy adıyla anılan eşcinsellik günah ve yasakla ilintiliyken, gey sözcüğüyse eşcinsel özgürlük hareketlerinin yükselişiyle birlikte, politik bir anlam yüklenerek ortaya çıkmıştır.

aliye ummanel amerikan tiyatrosunda eşcinsellik, 20. yüzyılın başından itibaren, toplumun eşcinselliğe karşı tutumuyla birlikte büyük bir yol katetmiş, değişikliklerle beslenen bir gelişim göstermiştir.

aliye ummanel antik yunan tiyarosunda eşcinsellik yönünden yaşanan böylesi bir özgürlüğe, christopher marlowe ve william shakespeare’in oyunlarında da rastlanmaktadır. ancak bu yazarlara gelinceye dek, eşcinsellik, hıristiyan geleneği tarafından bastırılmıştır.

aliye ummanel oscar wilde eşcinsel hareketin gelişimi açısından tarihi önem taşımaktadır; çünkü onun davasıyla birlikte eşcinsellik konusu avrupa’da ilk kez bu denli kamuya açık hale gelmiştir.

aliye ummanel “bayan bright’ın deliliği” oyunu özgürce ele alır gibi görünse de, eşcinselliğin bastırıldığı oyunların yaptığı gibi, eşcinseli acınacak durumda, kurban statüsünde yansıtmaktan kaçınamamış, geleneği sürdürmüştür.

martha gellhorn insanlar, gerçeklerdense yalanları yutmaya daha yatkın; tadı daha tanıdık ve iştah açıcı - alışkanlık işte.

caitlin thomas sicilyalılar ve gal halkı dâhil tüm usta yalancılar arasında, tilki gibi kurnaz avukatlar hiç kuşkusuz yalanın en fevkalade yandaşlarıdır.

gwen raverat okulda öğrendiğim en büyük şey nasıl yalan söyleneceğiydi.

florynce r. kennedy erkekler hamile kalabilseydi, kürtaj kutsal bir tören olurdu.

emma goldman oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı.

diane ackerman hayatımın sonuna gelip de sadece “boyunca” yaşadığımı fark etmek istemem; “enine” de yaşamış olmak isterim.

heanne philips dünya koca bir kafes.

rita mae brown beni yoldan çıkarmayın; bırakın kendi yolumu kendim bulayım.

ellen degeneres evrenin yarattığı en iyi şey insan olamaz.

ellen glasgow yatak ve mezar arasındaki tek fark boyutlarıdır.

ella wheeler wilcox bütün geçmişi toplasan bir bugün etmez.

rhoda broughton ilahi adalet dediğin yalnızca kitaplarda oluyor, hayatta gündelik işlere karışmıyor.

brigid brophy insanlar ne zaman “duygusal olmamalıyız” dese, anlayın ki zalimce bir şey yapmak üzereler. bir de üstüne “gerçekçi olalım” derlerse, bilin ki yaptıkları şeyden para kazanacaklardır.

madonna insanların negatif olması an meselesi, ki zaten insanların çoğu böyle.

harriette wilson bu bencillik ve onursuzluk dünyasında şüpheyle duracağıma ara sıra bir ahmak olmayı tercih ediyorum; aksi takdirde hayat omuzlarıma yük olurdu.

ella wheeler wilcox dünyada iki türlü insan var derken, tutunacak dalı olanları ve tutunulan dal olanları kastediyorum.

zadie smith bazı şeylere patolojik yaklaşımı olan insanları seviyorum.

caitlin thomas kimi insanlar, sırtı pek oscar wilde gibi, toplumun içinde olup dışarı bakmayı tercih ederler. bense, sıyrık van gogh gibi, toplumun dışında olup içeri bakmayı tercih edenlerdenim.

caitlin thomas mizah anlayışının insanları zor durumlardan kurtardığını çok duyarız; ama zor duruma soktuğu durumları pek duymayız.

diane modahl geçmiş insanın makyajıdır; üstünüzde, başınızda, giydiğiniz her şeyde.

giulia gonzaga dünyada ebediyen kalmak zorunda olsaydık ne yapardık? bu sefil dünyada memnuniyet içinde evde üç gün bile geçiremiyoruz.

emily carr dünyaya yalnız gelir, dünyadan yalnız göçeriz. ama bence yaşarken dünyaya gelişimizden de dünyadan göçüşümüzden de çok yalnızız.

isabel arundell burton vahşi, serseri ve göçebe bir hayat istiyorum, her zaman cüretkâr ve heyecan verici şeyler yapmak istiyorum; beni baskı altında tutmaya devam edersen kesinlikle pişman olursun.

dillie keane kahkaha kezzaptan daha ölümcüldür.

caitlin thomas manevi zenginleşme için dibe vurma gerekliliği gibi hayalperest hikâyelere gerçekten inanıyorum. bu derece salak olduğuma inanmak istemeyebilirsiniz ama salaklıkta sınır tanımam.

janet baker zamanı yavaşlatan, can sıkıntısıdır.

coco chanel aşk uçar, can sıkıntısı kalır.

muriel spark insan sırf can sıkıntısından psikiyatriste gitmeli.

julie burchill psikiyatri modası bize genelde beladan başka bir şey getirmedi.

germaine greer psikanalizin babası freud’dur. anasıysa hiç olmadı.

katharine hepburn bütün kurallara uyarsanız bütün eğlenceyi de kaçırırsınız.

elizabeth kenny bütün hayatın boyunca koyun olmaktansa bir günlüğüne aslan olmak yeğdir.

mary wollstonecraft anne babaya kölece bağlılık bütün zihinsel yetileri sakatlar.

esther freud içimde başka bir yazar bulmak için gerçekten de bir acı eşiğinden geçmem gerekti.

barbara tuchman en iyi kitap, yazar ve okur arasındaki işbirliğinden doğar.

george sand biz bütün dünya için yazarız, erginleşmek isteyen herkes için; anlaşılmadığımızda, kendimizi yazmaya teslim edip yeniden başlarız. anlaşıldığımızda sevinir ve yazmaya devam ederiz.

joan didion yazar okuru her zaman bir hayali dinlemesi için kandırır.

grace metalious ben berbat bir yazarım; bir sürü insanın berbat zevklerinin olması ne harika.

rebecca west tanrı bir kitabı yasaklanmaktan korusun. bir kitabı yasaklamak bir çocuk öldürmek kadar savunulamaz bir şey.

amanda craig her iki cinsin en iyi yazarları bile diğer cinsi yanlış anlamıştır.

stevie smith şiir gökyüzündeki güçlü bir patlama gibidir. mantar şeklinde bir terör estirir ve sonra yere düşüp her yere yayılır.

m.f.k. fisher bütün insanlar gibi ben de ilginç bir vakayım. neredeyse ölüyordum ama ölmedim. kalbim hasta değil ama iyiye de gitmiyor. basbayağı yıpranıyorum, eski gramofonlar gibi.

marge piercy zihniniz, eski dosyalara nasıl ulaşacağını her zaman hatırlayamayan aksi bir eski bilgisayardır.

renee long pek çok insan ölmeden evvel yaşamdan vazgeçiyor.

pearl s. back yaşınızı, yeni bir fikirle temas edince hissettiğiniz acının büyüklüğüyle ölçebilirsiniz.

susan sarandon acı zinde kalmak için iyidir.

isadora duncan modern tıp bu kadar ilerlemişken henüz acısız doğumun olmaması düpedüz saçmalık.

elizabeth bowen sanat, acıtmayı bıraktıktan sonra önem taşımaya devam edebilecek tek şeydir.

yves lacoste coğrafya savaşmak içindir + coğrafya her şeyden önce savaş yapmaya yarar

bernhardus varenius coğrafya çifttir.

vikipedi bernhardus varenius (1622 – 1650) alman coğrafyacı. + varenius genel bir kabul olarak modern coğrafyanın temellerini atan bilim adamı olarak değerlendirilmektedir. + sağlıksız çalışma ortamından kaynaklandığı düşünülen sebeplere bağlı olarak ölmüştür.

özge özbek akıman coğrafya, kültür ve şiir: coğrafyacı carl o. sauer ve şair charles olson üzerine bir sunu ve çeviriler

özge özbek akıman olson, bilginin insanı kaynağa, kökene, öze getirmesi gerektiğini savunur. bilgi bunu yapmazsa eğer “devletin fahişesi” olacaktır.

charles olson dönerim coğrafyasına kara sola düşer burda babam eski golf sopasıyla oynar bizler de beysbol sineklerin görünmez olduğu yaz alacakaranlığına dek sonra her birimizin dağıldığı evlerimizin verandalarında vızır vızır kadınlar solda kara, şehre uzanır,

sevil top yilmaz alman coğrafyacı carl ritter’ in coğrafya bilimine katkıları

carl ritter dünyanın çeşitli yerleri yeryüzünün bir kısmı olarak tek başına ele alınamaz, yeryüzündeki çeşitli yerler birbirleriyle ve dünya ile ilişkili olaylar neticesinde belirli özelliklerine göre incelenmelidir ve

carl ritter coğrafi görünümden ziyade bu görünümün insanla olan ilişkisine dikkat çekilmelidir.

jacques élisée reclus coğrafya mekân içinde tarihten başka bir şey değildir, aynı şekilde tarih de zaman içinde coğrafyadan başka bir şey değildir.

simon springer - çev : mehmet ali toprak anarşizm ve coğrafya: anarşist coğrafyanın kısa bir şeceresi

alperen kayserili carl ortwin sauer ve kültürel coğrafya

alperen kayserili çevresel determinizm fikrine karşı çıkan en önemli bilim adamlarından birisi de carl ortwin sauer’dir.

alperen kayserili ....... “peyzajın morfolojisi” adlı eseridir. sauer’in çevreci deterministlerin dogmatik düşüncelerini reddettiği bu eseri amerikan coğrafyasında bir dönüm noktasıdır.

carl ortwin sauer coğrafyanın görevi, bütün anlamını ve renklerini yakalamak için değişik kara parçalarında peyzaj olgularını eleştirel bir sistem içerisinde ele almaktır.

carl ortwin sauer kültürel peyzaj doğanın insan eliyle şekil değiştiren bir ürünüdür.

carl ortwin sauer kültür, işi yapan asıl etmen; doğal peyzaj bir araç ve kültürel peyzajda bir sonuçtur.

hamza akengin siyasi coğrafya insan ve mekan yönetimi

hamza akengin carl sauer ise siyasi coğrafyayı; “coğrafyanın düzensiz çocuğu” olarak tanımlamaktadır. siyasi coğrafya, beşerî coğrafyanın bir alanı olup, hem coğrafya hem de siyasetle ilgilidir.

yılmaz arı amerikan kültürel coğrafyasında peyzaj kavramı

yılmaz arı peyzaj, bir kavram olarak ilk kez 1920’lerde alman coğrafyacılardan esinlenen karl o. sauer tarafından kullanılmış ve daha sonra berkeley okulu olarak ün yapmış olan sauer tipi kültürel coğrafyanın ana eksenini oluşturmuştur.

frederick law olmsted bu parkların kurulmasındaki ana hedef insanların zihinlerinde belirli etkiler uyandırmak yoluyla kentlerdeki hayatı daha sağlıklı ve mutlu kılmaktır.

frederick law olmsted bu etki, şiirsel bir karakter taşımakla birlikte, insanları sıradan kent yaşamı koşullarında oluşmuş psikolojik yapılarından nasıl kurtarılabileceğine yönelik gözlemlere dayanılarak yaratılan görünümlerle sağlanır.

frederick law olmsted sular tepeden aşağıya doğru aktığı sürece alışveriş, sevgi, kan bağı, dostluk kuzeyden güneye akacak...

ahmet tuğrul polat & serpil önder kentsel peyzaj: tasarım ve uygulamaya yönelik bazı öneriler

ahmet tuğrul polat & serpil önder “peyzaj mimarı” terimi 19 yy. başlarında gilbert laing meason ve john claudius loudon’in yazılarına dayanmaktadır. 1858 yılında frederick law olmsted ve calvert vaux tarafından kullanıldığı zaman mesleki bir unvan olarak ortaya çıkmıştır.

banu çiçek kurdoğlu yeşil yol kavramı, fonksiyonları ve önemi

banu çiçek kurdoğlu frederick law olmsted, 1860’lı yıllarda, daha sonra yeşil yol olarak adlandırılacak olan kavramı öne süren önemli bir peyzaj mimarıdır. olmsted, park yol (parkway) fikrini ilk olarak ortaya atan kişidir.

banu çiçek kurdoğlu bu kavram, parkları birbirine bağlayan aynı zamanda manzara açısından özgün ve değerli alanlara da bağlantı kuran yolları ifade etmektedir. olmsted’in bilinen en önemli yeşil yolu boston’daki “emerald necklace” dir.

vikipedi olmsted yale üniversitesi’nde topoğrafya mühendisliği eğitimi almaya başladı fakat geçirdiği bir zehirlenme sonucu görmesi ve eğitimi olumsuz etkilendi.

abdullah akpınar & murat cankurt türkiye'de kişi başına düşen yeşilalan miktarı ile ölüm oranı arasındaki ilişkinin incelenmesi

abdullah akpınar & murat cankurt yeşil alanlar insanlığın ilk zamanında beri sadece insanların besin ihtiyacını karşılamakla kalmamış, aynı zamanda insanların farklı seviyede refah ve esenlik ihtiyaçlarını da karşılamıştır.

abdullah akpınar & murat cankurt yaklaşık yüz sene evvelde ilk peyzaj mimarı kabul edilen frederick law olmsted yeşil alanların insan sağlığı üzerindeki etkisi üzerinde durmuştur.

abdullah akpınar & murat cankurt bugün günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde politikacılar ve halk sağlığı uzmanları yeniden yeşil alanların insan sağlığı üzerindeki etkisini göz önünde bulundurmaktadır.

abdullah akpınar & murat cankurt bu çalışmamızda türkiye'de ilk defa kişi başına düşen yeşil alan miktarı ile kalp krizi, doğal ölümler ve intihar olayları arasındaki ilişki incelenmiştir.

abdullah akpınar & murat cankurt araştırma sonunda kişi başına düşen yeşil alan miktarı arttıkça, kalp krizi, doğal ölümler ve intihar olaylarının gerçekleşme oranı azalmaktadır.

abdullah akpınar & murat cankurt bu çalışmanın sonucu şunu göstermiştir ki yeşil alanların insan ruh ve beden sağlığı üzerindeki etkisi küçümsenmemelidir.

abdullah akpınar & murat cankurt günümüzde ülkemizin sağlık harcamaları artık devasa boyutlara ulaşmıştır. yeşil alanların miktarının gün geçtikçe kalabalıklaşan şehirlerde artırılması uzun vadede sağlık harcamaların azaltılmasına katkı sağlayabilir.

abdullah akpınar & murat cankurt bu sebeple yeşil alanlar 'lüks' ya da 'basit bir yeşil alan' olarak görülmemelidir.

abdullah akpınar & murat cankurt bu çalışma ileride yapılacak çalışmalar için bir ön çalışma niteliğinde olup, ileride yapılacak araştırmalarda yeşil alanların miktarının coğrafi bilgi sistemleri ile objektif olarak ölçülerek yeşil alanlar ile ölüm ve intihar olayları arasındaki

abdullah akpınar & murat cankurt ilişki incelenmelidir.

abdullah akpınar & murat cankurt ayrıca, yukarıda da ifade edildiği gibi yeşil alanların kalitesi bu ilişkinin anlaşılmasında önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.

abdullah akpınar & murat cankurt ayrıca yeşil alanların dağılımı, birbiri ile bağlantısı ve büyüklükleri de incelenmesi gereken hususlardan biridir.

sima pouya ortopedik engelli çocukların iyileştirilmelerine yönelik planlama yaklaşımı: odtü eymir gölü örneği (ankara)

sima pouya lunduguist’e göre dünya efsanelerinde bahçe; acı ve keder içinde olan insanların dinlenmek, korunmak ve kendilerini iyileştirmek için bir sığınak olarak seçtikleri güvenilir yerler olarak tarif edilmektedir.

sima pouya doğanın sakinleştirici ve iyileştirici özelliği çok eski çağlarda da biliniyor ve kullanılıyordu. ancak teknolojideki ve modern tıptaki gelişmeler ile birlikte doğanın tıp dünyasındaki önemi de azaldı.

sima pouya son 20 yıldır ise doğanın ve özel olarak tasarlanmış terapi bahçelerinin insan sağlığındaki iyileştirici rolü yeniden gündeme gelmeye başladı. araştırmalar insanın içinde yaşadığı fiziksel çevrenin sağlığında ve mutluluğunda ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.

sima pouya ister içerisi olsun isterse dışarısı, iyi tasarlanmış bir yaşam alanı, sağladığı işlevsel etkinliğin yanı sıra sağlıkla ilgili birtakım süreçleri de güçlendiriyor ve geliştiriyor.

sima pouya işte bu anlayış doktorları, mimarları ve peyzaj mimarlarını bir araya getirerek sağlıkta doğal çözümler yaratan terapi bahçeleri tasarlamaya yönlendirdi.

sima pouya doğal alanların insan refahı ve mutluluğundaki önemli rolü iki tür pasif katılım içermektedir.

sima pouya bunlardan birisi doğal alanları fark etme ve seyretme imkanı, diğeri de direk olarak görülmese ve kullanılmasa bile bu tür alanların var olduğunun ve istenildiğinde görülebileceğinin bilinmesidir.

sima pouya günümüzde birçok bilim ınsanı doğal ve düzenlenmiş çevrenin insan sağlığı ve iyileşme üzerine etkileri konusunda çalışmalar yürütmektedirler.

sima pouya özellikle farklı hasta gruplarını tedavi eden; hastane, yaşlıların kaldığı bakımevi, zihinsel ve fiziksel özürlülerin tedavi gördükleri rehabilitasyon merkezleri, psikiyatri merkezleri vb. kuruluşların bahçelerinin tasarımlarını bu yönde incelemişlerdir.

sima pouya kent sakinleri için, hayatın günlük stresleri, basınç ve sıkıntıları içinde doğal parkların varlığı ve diğer farklı ölçekte olan açık alanlar;

sima pouya new york'taki central park ve hong kong’takı victoria park, mahalle cep parkları ve avlu bahçeler takdir edici yerlerdir ve bu alanlar duyguları yatıştırıcı özelliğe sahiptir ve eğlence faaliyetleri için mekân sağlarlar.

sima pouya sosyal amaçlı çiftlikler, kişisel sığınaklar sosyal amaçlı çiftlik, bitki, hayvan, bahçe, orman ve peyzaj, insanların ruhsal ve fiziksel sağlıklarını olumlu yönde etkileyerek yaşam kalitelerini yükseltmeyi hedefleyen bir olgu olarak biliniyor.

sima pouya ziraatçılar, veterinerler, doktorlar, psikiyatrlar, ekonomistler, sosyal bilimciler gibi uzmanlar ortaklaşa çalışarak tarımsal alanda faaliyet gösteren çiftliklere sosyal bir boyut kazandırıyor ve

sima pouya bu çiftlikleri çocuklar, gençler ve yaşlılar için sosyal bir sağlık ve eğitim merkezi olarak kullanıyor.

sima pouya tarımın sosyal amaçlı kullanımı, fiziksel ve zihinsel engelliler, aşırı alkol ve uyuşturucu kullanan insanlar, öğrenme güçlüğü çekenler, ıslah evleri ve huzurevlerinde kalanlar, yarı açık cezaevlerinde yatanlar gibi gruplara hitap ediyor.

sima pouya neden çocuklara tedavi bahçeleri gerekiyor? şüphesiz, çocuk doğa ile serbest oynamaları inkar edilemez tedavi edici etkisi vardır.

sima pouya doğanın sonsuz zenginliği, renkleri, dokuları, tatları, kokuları, ve hareketliliği ile çocukları sarımakla, merakını teşvik ve öğrenme için onları motive etmektedir.

sima pouya insanoğlu hareket halindeki bir hayatı yaşamak için geliştirmiştir. kalp damarları, akciğerler, kas aktif ve hareket halinde olunca en iyi şekilde çalışırlar.

sima pouya ülkemizde fiziksel engelli nüfusunun genel nüfusu oranla kapladığı büyüklük göz önüne alındığında (4 milyon 882 bin 841) engellilerin tedavi edilmelerine yönelik olarak sınırlı büyüklükte ve sınırlı sayıda oluşturulmuş düzenlemeler dışında çok

sima pouya geniş alanları kapsayan zengin rekreasyonel çeşitlilik olanaklarına sahip ve doğal çevre değerlerinin tedavi edici özelliklerinin ön plana çıkarıldığı alanların planladığını söylemek henüz mümkün görülmemektedir.

sima pouya iyileştirme bahçeleri güzel görünen ilginç bir çevre insanlar için çekici, güzel olmayan bir çevre ise itici bir mekânsal davranışa sebep olabilir.

sima pouya insan bulunduğu mekanda kendini rahat hissetmediğinde orada kalış süresi azalacak ve mekan içindeki algılama, hareket gibi performansları düşecektir.

sima pouya bahçeler birçok özelliği açısından iyileştirici ve tedavi edici olabilir.

sima pouya doğal ya da doğala benzer ortamlarda açık havada olmak, güneş ışığını hissetmek, ağaçları ve çiçekleri seyretmek, su ve kuş seslerini dinlemek, bahçeyi süsleyen bahçe bileşenlerini fark etmek hastalar üzerinde stres azaltıcı etkilere sebep olur.

sima pouya bahçe kullanıcılar üzerinde bir takım olumlu etkiler bırakabiliyorsa o zaman iyileştirme bahçesi olarak anılabilir.

sima pouya bu etkiler: sağlık kazandırma, hayata bağlama, ümit verme, olumsuz düşüncelerden uzaklaşma. dinlendirme · sıkılmayı engelleme · rahat ettirme, ilişki kurdurmayı sağlama eğlendirme.

sima pouya “bahçe” (garden) terimi, çok kültürlü ve uzun bir tarihe sahiptir. sağlık hizmetleri ortamı için tasarlanmış ve bu amaç için kullanılan herhangi bir yeşil alan bu terim içinde değerlendirilmektedir.

sima pouya bahçe, sadece “içinde bulunulan” yerdir ve tıbbi personelinin arabuluculuğu olmadan tedavi edici olabilir.

sima pouya iyileştirme bahçesinin en önemli özelliği; hastalar, ziyaretçiler, görevliler ve ilgilileri olumlu şekilde etkilemek, tutarlı bir şekilde streslerinin azalmasını sağlamaktır.

sima pouya bir alanın “bahçe” olarak nitelenebilmesi için doğanın ürünleri olan bitkileri, çiçekleri, ve suyu içermesi gerekir. buradaki amaç, “iyileştirme” başlığını geçerli kılmak için bu alanları kullananların üzerinde tedavi edici ve yararlı etkilerini ortaya koymasıdır.

sima pouya profesyonel tasarım dergileri tarafından “iyi” olarak nitelendirilmiş olmasına rağmen olumsuz etkiler yarattığı bulunursa, sağlık hizmetleri açısından o çevrenin kötü ve yetersiz bir tasarım olduğu nitelendirilebilir.

sima pouya sonuç olarak bahçe, onu verimli bir şekilde kullanan kişiler için iyileştirici olabilir.

sima pouya “iyileştirme” (healing), sağlık durumunun gelişmesi ya da kişinin yeni şartlarını kabullenip kendini geliştirmesi anlamına gelmekte ve çoğunlukla kendini tamamıyla iyi hissetme hali olarak adlandırılan yararlı bir süreci tanımlamaktadır.

sima pouya bahçe ortamının 3 ana durumlu iyileşme sürecine katkısı bulunmaktadır.

sima pouya birincisi, hastalığın fiziksel belirtilerinin giderilmesi, bu belirtilerin farkındalığıdır. travma ya da akut tarzı hastalıkları olan bireylerin ağrıyı yönetmede iyileştirmenin önemi büyüktür.

sima pouya iyileştirmenin ikinci şekli, medikal ortamda fiziksel ve duygusal olarak yorulan bireylerin rahatlaması ve streslerinden uzaklaşmasıdır. böylece, fiziksel gelişmenin sağlanmasının yanı sıra iyileşme tüm duyularda gelişir.

sima pouya üçüncüsü de süreyen hastalıkları olan hastalar için iyi olma hissi, faaliyet durumundaki artış şeklinde görülür.

sima pouya şifa bahçesi sözünde, şifa kelimesinin kullanımı, belirli bir dereceye kadar bu tanımları kapsar;

sima pouya ama bir kişinin tedavi fikrini vurgulamak yerine, daha çok faydaları stresin azaltılması ve yatıştırma alanı, sakinlik, gençleştirmek için ya da kişinin zihinsel ve duygusal sağlığını geri vermek için açıklanabilir.

sima pouya alanın bir ana rolü, meditasyon için sığınak sağlamak veya bahçe kullanıcısı tarafından istenen diğer niteliklere uyandırmak içindir.

sima pouya şifa peyzaj/terapi peyzaj ve şifa bahçesi nedir? net olarak her iki bahçe genel olarak özel hedeflerini göze almadan, geniş bir kavramı kapsıyorlar. şifa bahçesi, terapi peyzajdan (therapy garden) daha büyük çerçevesi olan özel bir tür alandır.

sima pouya şifa bahçe tasarımı genel bir dizi hedeflere ulaşır oysa bir terapi bahçe tasarımı öncelikle bir veya daha fazla özel program talepleri tarafından oluşur.

sima pouya iyileştirme bahçeleri, kullanıcının içsel yaşamının dış dünya ile tamamlanabildiği, kullanıcının hem teşvik hem de teselli bulduğu yerler olarak tanımlanmaktadır.

sima pouya insanların kendilerini psikolojik ve fizyolojik yönden iyi hissetmeleri için tasarlanan ve uygulanan bahçelere açık alan terapi üniteleri olarak adlandırılan iyileştirme bahçeleri denilmektedir.

sima pouya ulrich ise kullanıcılar üzerinde sağlıkla ilgili faydalı etkiler bırakan bahçelere iyileştirici bahçe denebileceğini belirtmiştir.

sima pouya iyileştirme bahçesi fikri araştırmaları, modern akımların gelişmesi ve sağlık hizmetleri olanaklarının çeşitlenmesinde bahçe kullanımının yaygınlaşması sonucu gelişmiştir.

sima pouya 1980’lerde bitkisel terapi tıp biliminde yaygınlaşmış ve doğallıkla ilgili bütün aktiviteler ve tedavide bahçeyi de kullanma fikri bu tarihlerde görülmeye başlanmıştır.

sima pouya & elif bayramoğlu & öner demirel şifa bahçesi tasarım yöntemlerinin araştırılması

yahya bulut & tendü hilal göktuğ sağlık bulma yönünde çevresel bir etken olarak iyileştirme bahçeleri

ayça serez tarihsel süreç içinde sağlık bahçeleri

edward osborne wilson her bir gün, 1 ila 10 katirilyon arası karınca hayattadır! ve düşün ki, bir karınca da bir insanın milyonda biri ağırlığında. dünyadaki tüm karıncaların ağırlıyla insanların ağırlığı aşağı yukarı aynı.

edward osborne wilson insan ve karınca toplumları arasındaki temel bir farklılık, insanoğlu savaşa genç erkekleri yollarken karıncaların yaşlı kadınları yollamasıdır.

edward osborne wilson bu gezegen 22. yüzyılda bir cennet olabilir.

edward osborne wilson insan türü, tek kelimeyle bir çevre felaketidir.

mikail söylemez mahtumkulu’nun divanında insanın psikolojik yapısı

amanbay aşirov mahtumkulu'nun yayılanmamış şiirleri

tuna beşen delice mahtumkulu’nu şiirleriyle tanımak

mahtumkulu mahtumkulu ellidir yaşın, gamdır, kaygıdır sırdaşın, gafil olma, kaldır başın, ihtiyarlık bir bahanedir.

mahtumkulu hastalıktan kalktı zehir tadanlar, yavru alıp geldi koyun güdenler, altı aylık yola, kâbe’ye gidenler, hacı olup geldi, bunlar gelmedi.

mahtumkulu dünyanın sonu kötüdür, binamızın yeri ateştir, ölüm bir acı şerbettir, her kim ondan içer gider.

mahtumkulu mahtumkulu bu ne yerdir, acep bir kervansaraydır, dünya bir kötü kadındır, bir gün seni sarar gider.

mahtumkulu ev, il gerek, yorgan döşek, evlat bağdır, kadın köstek, yüke alışkın boz eşek. olayım dersen evlen sen.

soner sağlam mahtumkulu’nun tenkit şiirleri üzerine bir inceleme

mahtumkulu yaz gelir, vakit de geçer, gaflete düşmüş gözlerim, açayım desem, açılmaz, ne ağır uykuludur, bilmeyen soranlara söyleyin bu garip adımız: aslı gerkez, yurdu etrek, adı mahtumkulu’dur

mahtumkulu gönlüm ister, gezsem dünya âlemi, kanadım yok, uçamam, neyleyim

mahtumkulu padişahı olmasa bir ülkenin, olmaz imiş hayrı ihsanı onun

soner sağlam mahtumkulu’nun edebî yaratıcılığının temelinde, merkezî bir otoritenin yokluğundan kaynaklanan sıkıntıların farkında olmak vardır. bu nedenle onun şiirleri arasında “türkmen birliği” en başta gelen konulardandır.

mahtumkulu gömüldü deryalar yıkıldı dağlar, yetimler gözyaşını dökmeye başladı, ahlaksız olan haramhor beyler, yurdu bir yandan yıkmaya başladı

soner sağlam mahtumkulu, acımasız beylerin yoksul halkı hiç düşünmediğini, onların ne halde olduklarını umursamadıklarını ifade ederken, aslında türkmen halkının bu beyler hakkında neler hissettiklerini dile getirmiştir:

mahtumkulu yarlığı yürüyen acımasız beyler, fukaranın gözündeki yaşı anlamaz

mahtumkulu bir devletsiz ilin beyi olmaktansa, devletlinin kapısında kul ol. bed-asıl beyin kulluğunda kalmaktansa, asil beyin gölgesinde kül ol

soner sağlam türkmenlerin sosyal hayatında eskiden beri kethüdaların ve aksakalların önemli bir rolü bulunmaktaydı. her boyun bir kethüdası olup, onlar kendi tayfalarına rehberlik etmekteydiler.

soner sağlam ancak sonraları bu kethüdalar da feodalizm sistemi içinde kendilerine bir yer edinmiş ve halkı sömürmeye başlamışlardır.

soner sağlam işte bu yerel idarecilerin kendi çıkarlarını düşünüp, yalan ve hileyle halkı kandırdığını söyleyen mahtumkulu, onları sert bir dille eleştirir:

mahtumkulu kethüda olanlar doğru söylemez, para alır, lakin hakkı gözetmez, haksız şahit olur, davayı düzeltmez, bilmiyorum, yakın mı ahir zamane

mahtumkulu ayırdın atadan anadan kardeşten, kollardan ayaktan sakaldan saçtan, dişten, dilden akıldan hûştan, zindan ettin bu cihanı sen fettah

soner sağlam mahtumkulu’nun şiirindeki kızılbaşlık ifadesi inanç anlamı olan bir kelime değildir. bu kavram safevî devleti ve onun devamı olan bir siyasî anlayışın karşılığı olarak kullanılmıştır.

mahtumkulu âşıklardan öttü aşkın hevesi, tartıldı, yazıldı dûzah perdesi, dağdan aşıp kızılbaşın ordusu, güzel ilimi viran eyledi neyleyim.

soner sağlam ilk örneklerini ahmet yesevi’de gördüğümüz câhil ve doğruluktan uzak din adamları eleştirisine mahtumkulu da katılır. zamaneden şikâyet eden şair, özellikle din adamlarının konumlarına yakışmayan davranışlarından rahatsız olmaktadır.

soner sağlam din adamlarının kur’an ve şeriata göre değil menfaatleri icabı karar verdiklerini ifade eder. bu nedenle toplumda huzursuzluğun çoğaldığını, sosyal düzenin bozulduğunu, halkın manevi açıdan psikolojik çöküntü içine girdiğini vurgular.

soner sağlam mahtumkulu, mollaları, müftüleri, sofuları, hocaları para kazanmak ve mal sahibi olmak amacıyla halkı kandırdıkları için bazen sert bir dille bazen de alaycı bir ifadeyle eleştirir:

mahtumkulu mollalar ilmine etmedi amel, şeriat üzerine konuşmadılar, işlerimiz bozulup, çoğaldı illet, bilmiyorum yakın mı ahir zamane. + sofular nefs için açık sarı elbise giyip, şüpheli yiyeceği helal deyip yiyip, şeytan fiili ile keramet deyip, bilmiyorum yakın mı ahir zamane.

soner sağlam mahtumkulu’nun tenkit şiirleri arasında işlediği en önemli konulardan biri de sosyal adaletsizliktir. 18. yüzyılda türkmenistan topraklarında feodalizm sürecinin ilerlemesi ile sosyal hayattaki gelir dengesizliği daha da belirginleşmiştir.

mahtumkulu kimine verdi huda ayş u işret bîhesap, kimi ekmeğe hasret, bulamayan bağrı kebap; kimine rahat bağışlayıp, kimine verdi azap

mahtumkulu kimi ekmek bulamaz yemeye, kimi yer bulamaz koymaya.

mahtumkulu kimileri hülle giyer, bazısı donsuz, kimi açtır, kimini de cevher gibi ziyade kıldın

mahtumkulu şiirlerinde ticaret yapanlara dürüst olmalarını nasihat etmiş, halkı kandırıp daha çok kazanmaya çalışanları eleştirmiştir:

mahtumkulu zalimler unutur zikr-i allah’ı, ucuz alıp, kıymeyli satar gallayı

mahtumkulu tefeci olmuş âdemlerin yarısı, yüreğinden çıkmaz oldu karası

soner sağlam bireysel mülkiyetin sınırlı olduğu islamiyet’te “mülk allah’ındır.” ve insan da onun halifesidir. bu nedenle insan, sahip olduğu birikimleri toplumun çıkarı ve kalkınması için kullanmak zorundadır.

soner sağlam şairin en çok eleştirdiği kesimlerden biri de hali vakti yerinde olup, birikimlerini allah yolunda ve kamu yararına kullanmayıp cimrilik edenlerdir. şair, bu konuda yaptığı eleştirileri dinî temellere dayandırarak yapar.

soner sağlam zenginlerin yoksul halkı düşünmediğini, daha da zengin olmak için çalışıp cimrilik ettiklerini gören şair, cimrilerin kötü niyetli olduklarını, onların haram yediklerini söyler:

mahtumkulu niyeti yamandır, cimri mal yığar, yiyemez her dem rızkını boğar. malı haram olur, başından ağar, çok baktım, acep eyyam gelmedi

soner sağlam yaşadığı dönemde insanların bu kadar paraya, mal ve mülke düşkün oluşu şairi çok üzmektedir. sanki dünyaya gelen herkes bu cimrilik illetine yakalanmıştır:

mahtumkulu kaim kapıştılar dünyayı tutan, cimriye dönmüştür zeminde biten

soner sağlam yaşadığı dönemde, zengin ya da yoksul toplumum tüm kesiminde bir açgözlülük olduğunun farkındadır. kimse elindekiyle yetinmesini bilmiyor, herkes daha fazlasını istiyordu. “don olsa” adlı şiirinde bu durumu şöyle eleştirir:

mahtumkulu tenini örtmeye gömlek ister çıplak, gömlekli der ki vah üstümde elbise olsa, beş pul deyip, hak’tan diler karnı aç, beşini bulsa, arzu eder on olsa.

mahtumkulu bu dünya fanidir, tutmaz binayı, bu dünyaya gelen geçip gider. bu dünya güya bir kervansaraymış, gelen yük yazdırıp, geçip gider.

hayati yılmaz mahdum kulı’nın divanının nüshaları ve türkmenbaşı millî elyazmaları enstitüsü 400-e numarada kayıtlı a nüshasında bulunmayan şiirleri

hayati yılmaz mahdum kulı, ağabeyinin ölümü üzerine yengesi akgız hanım’la evlendirilmiştir. şairin akgız hanım’dan iki oğlu dünyaya gelir. bu iki çocuğu küçük yaşlarda ölür.

hayati yılmaz şairin doğum tarihi de mahdum kulı’nın kardeşinin “mahdumkulı 49 yıl yaşayıp öldü” diye aktardığı bilgilere dayanarak; 1862 yılında geriye gidilerek hesap edilmiş bir tarihtir.

hayati yılmaz türkmen bilim adamı durdımuhammet nuralıyev, mahdum kulı’nın ölüm tarihi olarak 1813 yılını kabul etmektedir.

hayati yılmaz mahdum kulı’nın mezarı bu gün iran sınırları içerisinde, gümbet-i kavus şehrinin aktugay köyündedir. babası azâdî ile birlikte yatmaktadır.

mahdum kulı hayret içre kalmışam âciz boluban mânde men fark itebilmen özim eyvânda yâ virânda men kimse fehm itmez bu derdim bolmışam dermende men sanuram ölmezdin evvel tende cânım kalmaz-a

independent türkçe - chris riotta - çev : çağla üren hollywood ünlülerinin tarikatı scientology'ye yeni şuçlamalar: çocuk istismarı ve insan kaçakçılığı

ındependent türkçe - çev : ebru karalar fas'ta cinsel istismar depremi: çocuklar "zengin seks partilerinde" istismara uğramış

the freedom articles - çev : urungu tv dünyayı satanist pedofili ağı yönetiyor

can kemal özer dünyayı sübyancı satanist sapkın bir çete yönetiyor

jon rappoport - çev : ercan caner örtülü operasyon esasları

tolga şirin & erkan duymaz & deniz yıldız türkiye’de din ve vicdan özgürlüğü: sorunlar, tespitler ve çözüm önerileri

izzet çıvgın bereketli hilal’de hayvan evcilleştirme sürecinin evrimi ve kültürlerarası karşılaşmalar (mö. 10000 – 7000)

izzet çıvgın aşıklı mö. 9. binyılın ikinci yarısında hayvan yönetimi (evcilleştirme-öncesi otlatıcılık) evresine girmiştir. bunun en bariz kanıtı, dişi ve erkek koyunların farklı yaşlarda kesilmesidir.

izzet çıvgın eldeki dişi koyun örneklerinin yalnızca %11’i 6-7 aylık olmadan öldürüldüğü halde, bu kadar genç yaşta öldürülen erkek koyunların oranı %58’dir.

izzet çıvgın genç erkekleri kesime ayırmak ve türün devamı için yetişkin erkeklere dokunmamak, avcılık değil yabani hayvan otlatıcılığına özgü bir stratejidir.

ali gül teosofi kavramı ve teosofi düşüncesinin tarihi gelişimi

cüneyt özdemir bazı arkadaşlar diyolar ki ....... neden şeyma subaşı nı trollüyosun ....... şunu diyo bunu diyo. bunun bi kaç nedeni var aslında 1 - canım sıkılıyo 2 - .......

kemal duran altın oran, matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır. eski mısırlılar ve yunanlılar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır.

mustafa ali yanık altın oran, doğada sayısız canlı ve cansız olan varlıkların yapısında ve şeklinde bulunan özel bir oran olarak tarif edilmektedir.

haluk berkmen altın oran

meliha rübendüz yüz estetiğinin altın oran ve cinsiyet yönünden değerlendirilmesi

pınar göklüberk özlü altın oran ve temel giysi kalıbı çizimi

millî eğitim bakanlığı giyim üretim teknolojisi giyimde ölçülendirme + insan vücudu ölçü ve oranları

ertan yesari hastürk antropometrik verilerde altın oran

a. tülay bağcı bosi yaşlılarda antropometri

victor s. johnston önemli olan simetri değil, asimetrinin derecesi, niteliği.

victor s. johnston farklı vücut bölgelerinin, mesela kollar, bacaklar ve yüzün, sağ ve sol yanlarını ölçersek, bir insanın ne kadar asimetrik olduğunu görürüz.

victor s. johnston simetri tüm türlerde bağışıklık sisteminin çok hassas bir göstergesidir.

victor s. johnston geniş alt çeneli erkekler daha simetriktir ve iyi bağışıklık sistemlerine sahiptirler. çekici olmalarının bir sebebi budur.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu kulaktan kişi ve kimlik tespiti için örnek bir uygulama

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu bu çalışmada kulak tanıma işlemini aşama aşama yapan ve her aşamayı görsel bir şekilde kullanıcıya sunan akademik bir prototip hazırlanmıştır. çalışmada biyometrik özelliklerden olan kulak yapısına göre insanın tanınması üzerinde durulmaktadır.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu kulak biyometrisine göre tanıma işlemi profil bilgileriyle güçlendirilmiştir. profil görüntüsünden antropometrik kanonlar yardımıyla kulak bölgesinin otomatik elde edilmesi sağlanmıştır.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu görüntü yakalama ve elde etme araçlarındaki en son teknolojik gelişmelerle birlikte diğer uzuvların yanı sıra kulak tanıma sistem ve uygulamaların da kullanılabilirliği ve başarılı sonuçlar elde edilmesi olasılığı yükselmiştir.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu bu çalışmanın sonuçları değerlendirildiğinde şunları söylemek mümkündür: kulak tanıma sistemin başarılı bir kulak görüntüsü elde etme ve tanıma işlemini gerçekleştirebilmesi için standart bir donanım yeterlidir.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu ayrıca, parmak izinden farklı olarak, yüz tanıma sisteminde olduğu gibi kullanıcı sisteme fiziksel olarak dokunmamaktadır; dolayısıyla kullanılabilirliği daha yüksektir.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu kulağa takılı olan küpe, piercing, gözlük takılı iken kulağa uygulanan baskı, saçın kulağı kısmi şekilde kapatması ve profil resminin ideal şekilde alınmaması kulak tanıma performansını olumsuz etkilediğini fakat bu sorunların çözüldüğünde daha

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu hızlı ve güvenilir bir tanıma yapılacağı söylenebilir.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu kulak tanıma sistemlerinin diğer biyometrik sistemlere oranla zaman içerisinde karakteristik yapısının değişikliğe uğramaması kulak tanıma sitemlerini gelecek yıllarda en hızlı büyüyen biyometrik teknoloji olacağı ve geniş bir uygulama alanına

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu sahip olabileceğinin göstergesi olabilir. bu çalışmada kulak biyometrisi ve tanıma sistemleri ele alınmış ayrıca bu sistemlerin diğer biyometrik sistemlere göre daha güçlü yanları vurgulanmış ancak aynı zamanda bu sistemin zayıf yanları da

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu belirtilmiştir. kulak tanıma sistemlerin ileriki yıllarda, pratik hayatta da sıklıkla kullanılacağı düşünülmektedir. bu uygulamadaki zayıf noktaların biraz daha iyileştirmesi adına bu adımlar takip edinilebilir:

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu kulak üzerindeki gürültü eğrilerini azaltmak. kulak görüntüsü üzerinden engel oluşturan saç, küpe, işitme cihazları gibi nesnelerin silinmesi için ayrı bir yapı ya da algoritma geliştirmek. daha iyi kalitede kamera kullanılarak bu çalışmayı

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu geliştirme kulak görüntüsü üzerindeki ışık yansımalarını azaltma çalışmalarını bu sisteme eklemek. çok fazla kişinin birbirinden ayırt edilmesin de daha kısa sürelerde yapılması için karşılaştırma için kulak id bilgisi içeren ve

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu akademik çalışmalara açık bir veri tabanı oluşturmak.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu bunun dışında, uygulamada ölçümler esnasında kayıp ya da uç veriler de elde edilebilir. bu tür veriler daha sonra geriye dönük çalışmada tespit, tanımlama veya doğrulama işlemlerinde sistemin kararlı yapıda sonuç çıkarmasına engel olabilir.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu bu tür veriler için interpolasyon vb. algoritmalar yardımıyla, bu verilerin yerine en yakın tahmini veriler kullanarak işlem yapılabilir.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu uygulama içerisinden bazı sıralama ve indeksleme algoritmaları kullanarak taranmak istenilen verileri daha düzenli hale getirerek, daha kısa sürede ve daha kararlı sonuçlar da elde edilebilir.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu ayrıca sistem üzerinden daha da iyi algoritmalar geliştirilebilir çünkü sistemin başarısını temel olarak belirleyen, algoritmanın başarısıdır.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu bütün bu anlatılanlar ışığında kulak tanıma sisteminin pek çok kamusal alan için uygun olduğunu söylenilebilir.

naci fırtına & gökhan silahtaroğlu kulak tanıma sistemi şuralarda kullanılabilir: havaalanları ve istasyonları şirketler nakit noktaları stadyumlar toplu taşıma finansal kurumlar devlet daireleri her türlü iş alanı

hümeyra türedi damga teorisi bağlamında okul kitaplarındaki “kirli türk” etiketinin incelenmesi (1931-1947)

zuhal akmeşe & kemal deniz selfie: benliği çerçevelemek

selim temo ergül kahveden avm’ye: türk şairlerinin buluşma mekânları

selim temo ergül türk şairlerinin birbirleri ve okurlarıyla buluşma pratiğinin son dört yüzyıllık tarihine bakıldığında, kahveden başlayan sürecin şimdilik avm’ye ulaştığı gözlemlenmektedir. başlangıçta iktidar dışı bir alan olan buluşma mekânı olarak kahvenin, kapitalizmin

selim temo ergül yemekten giyime, beyaz eşyadan kitaba kadar her türlü metaı değişim değeriyle pazarladığı avm’ye evrilmesi, özerkleşen “buluşma”nın yeniden sistemin boyunduruğuna girmesi olarak okunabilir.

daniel todd gilbert harikalar tekrarlandıkça harikalığı azalır.

daniel todd gilbert insanlarda biricik olduklarına dair bir yanılsaması var. hepimizde var.

daniel todd gilbert kendi duygusal davranışlarımızı öngörmede hepimiz yanlışlar yapıyoruz. geleceğe doğru yapayalnız ilerlediğimize inanmamızın sebebi kısmen bu.

emel / emelcik25 ferida kahlo nun naturelliğine hayran olup deste deste onun felsefesini paylaşıp ama hâlâ estetik ve shop programları ile uğraşıp güzel olmaya çalışan kadınlar ağır aptaldır.

emel / emelcik25 tanrı bizi kör cehaletten korusun, gerisi kolay

emel / emelcik25 dünya güzel olsun da , biz çirkin olalım...

emel / emelcik25 geceler , hep kasvet ve keder…

gonca kuzay demir atasözleri ve deyimlerde “kan” kavramı

gonca kuzay demir kanın pis ve kirli olarak algılanışı, kutsal kirliliği ifade etmektedir. bu kirlilik kan tabusunun asırlar boyunca aşırı kutsallaştırılmasından ve dinî ritüellerde yer almasından gelmektedir.

gonca kuzay demir kanın kirli olarak algılanması ve bu nedenle kandan sakınılması düşüncesi pek çok inanışta yer almaktadır. örneğin tanrı’nın, firavun’un üzerine saldığı dokuz bela arasında kan belasının da bulunması bunun bir göstergesidir.

gonca kuzay demir sait aykut, islamiyet’te kanın, vücuttan çıkmış hoş olmayan bir nesne olduğu için hemen temizlenmesi gereken necis (kirli) bir şey sayıldığını; bir nesne olarak kanın kutsallığına ilişkin her türlü öğreti ve âdetin peygamber’in kurmaya çalıştığı yeni sistemde

gonca kuzay demir akıl ve din dışılıkla nitelendirildiğini belirtmiştir. daha sonra ise islamiyet’te tek kutsal kanın “şehit kanı” olduğunu eklemiştir.

nilüfer öztürk bir beden sosyolojisi problemi olarak namus kavramı ve kadın bedeni

nilüfer öztürk ruha ve akla karşılık ötelenmiş bir alanı temsil eden beden; kadın ve namus sorununu aydınlatmada önemli bir düşünsel zemin sunmaktadır.

nilüfer öztürk doğurganlık, kızlık zarı, menstrüasyon döngüsü ve menopoz gibi sahip olduğu anatomik özellikler kadını bir istismar noktasına dönüştürür.

nilüfer öztürk beden-akıl dikotomisinde bedenin tarafında kalan kadın; günahı, hastalığı, kirliliği, suçu çağrıştırarak toplumsal zeminde sorunlu bir yere oturur.

nilüfer öztürk bekaret kanının akması ile kızlıktan kadınlığa geçişin bir kirlilik referansıyla gerçekleşmiş olması zaten ötekileştirilmiş ve ikinci cins olarak alçaltılmış kadınlık kategorisine yeni bir eklenti yapar.

nilüfer öztürk yunanca hymen “kızlık zarı ve aynı zamanda evlilik tanrıçası’na verilen ad” anlamına gelen kızlık zarı; tdk sözlüğünde “cinsel ilişkide bulunmamış kızların döl yolunu kısmen kapayan zar, himen” şeklinde tanımlanmıştır.

nilüfer öztürk damadın gelinin babasına ödediği başlık parasının yanı sıra geline gerdek gecesi ödediği mehir gelinin bekaretinin değeridir.

nilüfer öztürk nitekim eski ahitte m.ö. 7. yüzyılda yazılmış olduğu tahmin edilen yasa kitabına göre bakire çıkmayan gelinler yüzünden babalar bozuk mal vermekle suçlanır.

nilüfer öztürk buna ek olarak bir genç kızın bekareti onun çeyizinin bir parçası olarak değerlendirilebilir ve kocasına sunacağı en değerli hazinesidir.

nilüfer öztürk katolik kilisesinin anlayışında evlenmemiş erkekler “bekar” olarak nitelenirken evlenmemiş genç kızlar için bekar olmak aynı zamanda bakire olmak anlamına gelmektedir.

nilüfer öztürk oysa erkekler için bekar olmanın aynı zamanda bakir olmak anlamına gelmediği göz önüne alındığında bekaretin dişil olduğu anlaşılmaktadır.

nilüfer öztürk ....... thomas aquinas birisi cinsel zevklere gönderme yapan ve diğeri tanrı’nın erdemine ulaşmak anlamına gelen iki paradigmadan bahsederek, ölçülülük, erdemlilik ve iffetli olmanın en önemli dayanağından birisinin bekarete sahip olmak olduğunu ifade etmiştir.

nilüfer öztürk bekaret ve eski yunanla ilgili olarak bilinmesi gereken önemli bir nokta, bakire bedenin yalnızca bir mal olarak değer görüyor olmasıdır. bu bağlamda iffetlilik yoluyla kazanılan erdem daha çok erkeklere has bir değerdir.

nilüfer öztürk bakire kadın bedeni bizim kültürümüzde olduğu gibi orada da evlilik açısından değer yükseltici bir nitelik taşımaktaydı. aksi takdirde kadınlar köle olarak değerlenip yabancılaşmış bir beden olarak kullanılır.

nilüfer öztürk hıristiyan kadın düşmanlığının bir aracı olan bekaret; tanrı’yla birlik olmaya giden bir ilerleme ve bedenin ayartmalarına karşı gelişmiş bir denetim mekanizması olarak işlev görmektedir.

nilüfer öztürk kilise döneminde “bedenin el değmemişliği ve cinsel edimden uzak kalışı” bedenden çok ruha yönelik bir tutumdur.

nilüfer öztürk bu bağlamda çağın hıristiyanlık düşünüşü bağlamında bedenin bakir kalışı ruhu yücelterek ruhun ve aklın bedene önceliğini yinelemektedir.

nilüfer öztürk hıristiyanlığın bedeni kontrol altına alan bakışı bekaretin batıda önem kazandığı tek dönem değildir.ilk hıristiyanlığın ardından gelen ortaçağ avrupası ve cinselliğin baskılandığı viktorya dönemiyle birlikte bu dönem,avrupanın ilk modern dönemini de kapsamaktadır.

nilüfer öztürk ortadoğu ve müslüman toplumlarda olduğu gibi o dönem ingilteresi’nde de genç kızın cinsel saflığını ifade eden himen kanı, bekaretin meşruiyeti açısından önemlidir.

nilüfer öztürk fransa’da ve kinsey raporuna göre abd’nin belli bölgelerinde bizde uygulanan “gerdek gecesi” ve “kanlı çarşaf” uygulamalarının görülmesi bekaretin evrenselliği bakımından önemlidir.

cenk kılıç & rivahi kalay & erol kılıç kızlık zarı ve kabahatli sayılma

cenk kılıç & rivahi kalay & erol kılıç birçok kültür hymen’in yırtılmasının ilk cinsel ilişkide ağrıya neden olduğuna inanmıştır. bazı kültürler, evlendiği zaman kadının bakire olmasında ısrarcıdır. bu yanlış inanç tıbbi muayenede uzun yıllardır kullanılmaktadır.

cenk kılıç & rivahi kalay & erol kılıç bu muayene kadının kendi vücudu üzerindeki hakkını ortadan kaldırır ve kadınlarda bazı sorunlara yol açar. kadınlar için ilk cinsel ilişki bakire olup olmadığının test edilmesi anlamına gelir.

cenk kılıç & rivahi kalay & erol kılıç bu kadınlar, kadınların bir sonraki nesliyle düğün gecesi korkusunu paylaşır. böylece genç kadınların korkularını oluşturur, yerleştirir ve yeniden üretirler.

cenk kılıç & rivahi kalay & erol kılıç hymen çok farklı yapılarda olabilir. bu membran vajinayı tamamen kaplıyorsa, kadın ilk âdet zamanı bilemeyecektir. bazı kadınlarda, bu doku bulunmaz, böylece ilk ilişki sırasında kanama ve yırtılma oluşmaz.

cenk kılıç & rivahi kalay & erol kılıç hymen kontrolü rutin ya da sağlık sorunlarına bağlı olarak tıbbi muayenenin bir parçası değildir. doktorlar hymen kontrolü ve onarımı talebini reddetme hakkına sahiptir.

cenk kılıç & rivahi kalay & erol kılıç cinsel saldırı sonrası gelen adli vakalar hariç hymen kontrolü talepleri reddedilmeli ve genital muayene bulguları rapor edilmemelidir.

cenk kılıç & rivahi kalay & erol kılıç kadınların kendi iradesiyle hymen kontrolü veya onarımı talebinde bulunmalarında, hekimin etik sorumlulukları talep konusunda kadınların bilgilendirilmesi ve işlemin reddedilmesidir.

cenk kılıç & rivahi kalay & erol kılıç ancak birçok doktor hymen onarım talep eden hastalara işlemde bulunmaktadır. biz bu onarım sürecinin kadınların evlendiği zaman bakire olması gerektiği düşüncesine katkıda bulunacağına inanıyoruz.

elvan tümerkan albayrak & mehmet birinci sosyal devlet modelleri: sosyal demokrat model, isveç-norveç örneği

vikipedi william whewell (d. 24 mayıs 1794 – ö. 6 mart 1866) ingiliz polimat, bilim insanı, anglikan rahibi, filozof, teolog ve bilim tarihçisidir. eğitimini cambridge'de bulunan trinity koleji'nde almıştır.

vikipedi okyanus akıntıları araştırması ile kraliyet madalyası'nı kazanmıştır. ayrıca goethe'nin eserlerini tercüme etmiş, şiir yazmaya zaman ayırırken, ekonomi, fizik, jeoloji, astronomi ile mekanik disiplinleri konularında eserler yayınlamıştır.

vikipedi tüm bunlara ek olarak whewell din konularında vaazlar yazmış ve doğal teoloji konusunda araştırmalarda bulunmuştur. matematikte "whewell denklemi" olarak bilinen; keyfi koordinat seçilen sisteme referans olmadan eğrinin şeklini tanımlayan bir denklemi tanıtmıştır.

vikipedi whewell'sı bilime olan en büyük katkısı ise söz üstadlığı olmuştur. o sık, sık kendi alanında kullanılan pek çok kelimeye karşılık buluyor ve yeni terimler için koşulları oluşturuyordu.

vikipedi whewell "scientist" (bilim insanı teriminin yanı sıra , "physicist" (fizikçi), "consilience" (bilgi birlikteliği), "catastrophism" (katastrofizm veya kıyamet kuramı)ve "üniformitaryanizm" (aktüalizm) terimlerini bularak bunların kullanılmasını sağlamasının yanı sıra

vikipedi bunlar ile birlikte daha sonra michael faraday tarafından kullanılan "iyon", "dielektrik", "anod" ve "katod" terimlerinin kullanılmasını da önermiştir.

vikipedi whewell 1866 yılında cambridge 'de attan düşmesi sonucunda ölmüştür.

bilal güneş bilim felsefesinin tarihi de whewell ile başlar ve şimdiki anlamda ilk bilim felsefecisi olarak da kabul edilir.

william whewell genel olarak bilim üreten kişiyi tanımlayacak bir isme çok ihtiyacımız var. ben bu kişilere bilim adamı denilmesinden yanayım.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin ilköğretim öğrencilerinin bilim insanı ve bilimsel bilgi hakkındaki görüşleri (kırşehir ili örneği)

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin yapılan araştırmada nitel araştırma türlerinden biri olan durum çalışması kullanılmıştır.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin araştırma grubunu kırşehir ili kaman ilçesine bağlı bir ilköğretim okulunun 6, 7 ve 8. sınıfta öğrenim gören toplam 60 öğrenci oluşturmaktadır.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin veri toplama aracı olarak “bilim insanı” ve “bilimsel bilgi” konularına yönelik hazırlanmış 9 açık uçlu soru kullanılmıştır. elde edilen veriler içerik analiz yöntemiyle çözümlenmiştir.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin araştırmanın sonucunda, öğrencilerin genel olarak bilim insanıyla ilgili buluşlar-icatlar yapan, bilimle uğraşan, insanlığa faydalı olmaya çalışan ve çalışkan benzer özellikleri benimsedikleri görülmektedir.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin ayrıca öğrencilerin yaklaşık yarısı bilimsel bilginin zamanla değişeceğini düşünürken; diğer yarısı ise bilimsel bilginin değişmeyeceğini düşünmektedir.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin bu çalışmada, bilim insanlarının kişisel ve mesleki özellikleri hakkındaki öğrenci görüşlerinin yeterince derin olmadığı bu nedenle daha zenginleşmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin öğrencilerin bilimsel bilgi ve bilim insanı ile ilgili sorulara daha çok kulaktan dolma, ya da yüzeysel cevaplar verdikleri görülmüştür.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin verilen cevapların büyük bir çoğunluğu bilimle çelişmese bile yeterince derin cevaplar da değildir.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin eğer bu bir eksiklik ise bunu öğrenciye mal etmek yerine eğitimcilere, bilimsel yayınların okunma sıklığına, eğitimin her kademesindeki öğretmenlere ve velilere de bir kısım payeler çıkarmak gerekir.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin çocukların bilimle ilgili öğrenme aşamasında yalnızca fen ve teknoloji dersi kapsamında ve yalnızca laboratuarlar yer alıyorsa öğrencilerin bilimi fen ile özdeşleştirmesi kaçınılmaz olacaktır.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin bu çalışmada varılan sonuçlar göstermektedir ki bilim insanı kavramı öğrencilere sadece fen ve teknoloji dersinde duyduğu veya gördüğü kavram ve imgeleri çağrıştırmaktadır.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin takdir edilir ki fen ve teknoloji öğretmenlerinin yalnız başına oluşturacağı kavram ve imgeler ancak bu kadarla sınırlı kalacaktır.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin çocukların yaş ve gelişim düzeylerine uygun bilimsel yayınların okunması ve okutulmak üzere velilere önerilmesi bir başka gelişim aracı olabilir.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin çeşitli alanlarda çalışan bilim insanları hakkında etkinlikler düzenlenmelidir.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin ...... öykü haritaları ile desteklenmiş bilimsel öyküler uygulandıktan sonra kalıplaşmış bu figürleri terk ederek genelde doğada gözlem yapan, canlılar üzerinde çalışan, gözlüksüz bilim insanı çizdikleri görülmüştür.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin bilimi ve bilimsel bilgi hakkında öğrencilerin bilgilendirilmesi konusunda bilimin doğası etkinliklerine hem fen programlarında hem de fen derslerinde daha çok yer verilebilir.

volkan hasan kaya & özlem afacan & dilber polat & ahmet urtekin bazı araştırmacılar (güler ve akman, 2006) çocukların bilim ve bilim insanı hakkındaki tutumlarını ve kalıp düşüncelerinin okul öncesi dönemde geliştirdiğini belirtmektedirler.

ismail aydoğan bilim insani ve entelektüel özellik

ismail aydoğan bu çalışmada bilim ve bilim insanlarının temel özellikleri entelektüel nitelikle ilişkilendirilerek anlatılmaya çalışılmıştır.

ismail aydoğan entelektüel bilim insanının bilimsel uğraşısı, toplumsal ve siyasal sorumluluğu temelinde liderlik özelliği vurgulanmıştır.

ismail aydoğan sosyal, kültürel ve kişisel yaşamında bilimsel özelliğinin bir duruş sergileme amacı gütmesinin temelinde, ilkesel anlamda bir yaşam tarzı oluşturmasının zorunluluk olduğu üzerinde durmuştur.

ismail aydoğan ayrıca siyasal iktidarla bağının hangi temeller üzerinde olması gerektiği tartışılmıştır.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür ortaokul öğrencilerinin bilim, bilim insanı ve öğretmen kavramlarına ilişkin metafor algılarının incelenmesi

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür araştırma, 2014-2015 eğitim öğretim yılında balıkesir ili sındırgı ilçesindeki yaylabayır muazzez keskin ortaokulu 7. ve 8. sınıf öğrencilerinden oluşan 24 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür veri toplamak için açık uçlu bir anket formu hazırlanmış; anket formunda öğrencilerin "bilim bir yer/yiyecek/renk/mevsim olsaydı ne olurdu, neden?, "öğretmen/bilim insanı ……gibidir. çünkü…… "cümlelerini tamamlamaları istenmiştir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür araştırma olgu bilim kullanılarak yürütülmüştür. öğrencilerin kavramlara yönelik olarak toplam 42 metafor ürettikleri görülmüştür. sonuç olarak öğrencilerin kavramlara ilişkin bakış açılarının genelde olumlu olduğu ortaya çıkmıştır.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür bulgular doğrultusunda öğrencilerin "bilim, bilim insanı ve öğretmen" kavramlarına ilişkin farklı bakış açılarının olduğu görülmektedir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür bu yönde sonuçların çıkması metaforların özelliklerinden dolayı muhtemeldir. öğrencilerin verdikleri farklı cevaplar öğrencilerin çevresel, kültürel ve bir takım yaşantılarını etkilemektedir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrencilerin bu kavramlara birçok metafor ürettikleri görülmüştür.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrencilerin bilim bir yer olsaydı sorusuna ürettikleri metaforlarla ile ilgili en ilginç olanları; evren, uzay türkiye, paris, bahçe, sokak, doğa, orman, okul, laboratuar ve berber ifadeleridir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrencilerin metaforlarından en çok laboratuar sonucu çıkmıştır.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür yine nuhoğlu ve afacan (2011), çalışmalarında öğrencilerin ortalama %45’i, bilim insanlarının çalışma yerini laboratuar olarak belirlemiştir ve bu yönüyle benzer sonuçlar elde edilmiştir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrencilerin bilim ile ilgili mevsim olarak ürettikleri metaforlar bilgi, doğa ve his olarak belirtmişlerdir. öğrencilerin en çok ilkbahar metaforunu ürettikleri görülmüştür.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrenciler; ilkbaharda havaların ısınması, her yerin yeşermesi, doğanın canlanması gibi bilginin de daima kendini yenilediğini, yeni çalışmaların yapıldığını düşünerek bilimin olumlu yönünü vurgulamışlardır.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrencilerin bilim ile ilgili yiyecek olarak ürettikleri metaforlardan dikkat çekici olanlar; tavuk, puding, domates, kumpir, süt, köfte, muz, meyve, karpuz, portakal, dondurma, çorba, brokoli limon, kek, pırasa ve ceviz olarak .......

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrencilerin bilim ile ilgili renk olarak ürettikleri metaforlar ise; kararsızlık, iyimserlik, saflık ve mutluluk/huzur olarak ifade etmişlerdir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrencilerin öğretmen ile ilgili yiyecek olarak ürettikleri metaforlar ise;hâkim, bilim insanı, kitap, bahçıvan, makine, bilgisayar, kitap, sünger, ağaç, çiçek, geleceğin aynası, ışık, elektrik, kızgın, melek, anne-baba olarak bulunmuştur.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür metaforlara bakıldığında öğrenciler bilimin kendilerine yarar sağlayacağını düşünmektedirler. öğrencilerin bilim insanı ile ilgili olarak metaforları; yiyecek, işlevsel, bilgi olarak toplanmıştır.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür metaforlardan anlaşılacağı üzere öğrenciler bilim insanını sürekli deney yapan birer mucit olarak görmektedirler. bu durum öğrencilerin bilim insanını fen alanında çalışan kişiler olarak gördükleri sonucuna bizi götürmektedir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrencilerin metaforları incelendiğinde genellikle olumlu yönde olduğu görülmektedir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür ....... öğrenci, öğretmen ve yöneticilerin müdür kavramına ilişkin geliştirdikleri metaforlar üzerine yaptığı çalışmada, öğretmen bilgi kaynağı ve dağıtıcısı, ana-baba, arkadaş, rehber, çevresini aydınlatan kişi olarak görülmüştür.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür tortop (2013) çalışmasındaki bulgular "bilgi kaynağı ve aktarıcısı olarak, üniversite hocası ansiklopedi gibidir. çünkü her konu hakkında bilgisi vardır, üniversite hocası ebeveyn gibidir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür çünkü öğrencilerini kendi çocuğu gibi koruyup sever, öğretmen adaylarına göre üniversite hocası, saflık ve temizlik örneği olan bireylerdir" şeklindedir ve bu yönüyle benzer sonuçlar bulunmuştur.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür eğitim-öğretimin en önemli parçası olan öğrencilerin bilim, bilim insanı ve öğretmen kavramlarına ait düşünceleri son derece önem arz etmektedir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğrencilerin bu kavramlara ilişkin düşüncelerinden yola çıkılarak düzenlemelerin yapılması ve bu doğrultuda ilerlenmesi önemli olacaktır.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür öğretmenlerin ve bilim insanlarının, öğrencilerin gözündeki algılarının nasıl gelişeceğinin incelenmesinin önemli olduğu düşünülmektedir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür ileride yapılacak araştırmalar ve çalışmalarda bilim, bilim insanı ve öğretmen kavramlarının yanı sıra okul, fen bilimleri dersi gibi kavramlarının da eklenerek yapılmasının da fayda sağlayacağı düşünülmektedir.

nalan uslu & aysel kocakülah & hülya gür ayrıca farklı örneklem üzerinde yapılması sonuçların karşılaştırılması ve uygunluğu açısından da faydalı olacaktır.

çiğdem apaydın & mualla aksu & gamze kasalak profesörlerin cinsiyetlerine göre ‘bilim insanı, akademisyen, bilim adamı ve bilim kadını’ kavramlarına yönelik görüşlerinin incelenmesi

çiğdem apaydın & mualla aksu & gamze kasalak araştırmanın bulgularına göre, kadın ve erkek profesörlerin çoğunluğu ‘bilim insanı’ ile ‘akademisyen’ arasında fark görmektedir.

çiğdem apaydın & mualla aksu & gamze kasalak kadın profesörlere göre bu farklılık akademisyenliğin üniversiteye özgü olmasından ve bilim insanının her ortamda çalışabilmesinden kaynaklanmaktadır. erkek profesörlere göre akademisyenin eğitimci rolü bulunmaktadır.

çiğdem apaydın & mualla aksu & gamze kasalak bununla birlikte yine erkek profesörlere göre, bilim insanının insanlığa ve bulunduğu çevreye hizmet etmesi, akademisyenin ise sadece kendi unvanına yönelik araştırma yapmaya yönelmesi ‘bilim insanı’ kavramından ayrılmasına gerekçedir.

çiğdem apaydın & mualla aksu & gamze kasalak kadın ve erkek profesörlere göre ‘bilim insanı’ daha evrensel, ‘akademisyen’ ise üniversite ile sınırlı bir kavramdır.

çiğdem apaydın & mualla aksu & gamze kasalak kadın profesörlerin hiçbiri kendisini ‘bilim kadını’ olarak tanımlamamakta onlar da erkek profesörler gibi kendilerini ‘bilim insanı’, ‘akademisyen’ ve ‘bilim adamı’ olarak tanımlamaktadır.

çiğdem apaydın & mualla aksu & gamze kasalak profesörlerin tamamı bu kavramları cinsiyetle ilişkilendirmemektedir.

çiğdem apaydın & mualla aksu & gamze kasalak kadın profesörler ile erkek profesörlerin bilim insanı tanımlarında ‘bilgi üretme, bilim ve araştırma yapma, insanlığa hizmet etme’ kavramlarının;

çiğdem apaydın & mualla aksu & gamze kasalak akademisyen tanımlarında ise ‘eğitimci rol, entelektüel birikim, akademik kariyerde ilerlemek için yapılan yayın ve araştırma’ kavramlarının ortak kullanıldığı görülmektedir.

ömer tokgöz & sibel kaya ilkokul dördüncü sınıflarda bilim insanlarının özellikleri ile ilgili kavram yanılgılarının çeşitli tekniklerle incelenmesi

ömer tokgöz & sibel kaya uygulamanın giriş bölümünde, öğrencilerin bilim insanlarının özellikleri ile ilgili kavram yanılgılarını ortaya çıkarmak üzere yaptırılan çizimlerde ve bu çizimlerin açıklamalarında birtakım yanılgılara ulaşılmıştır.

ömer tokgöz & sibel kaya bunlar, bilim insanlarının iksir yaptıkları, bilgili görünmek için gözlük taktıkları, sürekli laboratuvarda deney yaptıkları ve genellikle erkek oldukları yönündeki görüşlerdir.

ömer tokgöz & sibel kaya bunun yanı sıra, bilim insanlarının özellikleri dışında başka bazı kavram yanılgıları da ortaya çıkmıştır. örneğin, mikroskop ve teleskop kavramlarının karıştırılması ve dünya ve güneşin hareketi ile ilgili yanlış bilgilerdir.

ömer tokgöz & sibel kaya gelişme bölümünün son etkinliği olan kavram çarkı etkinliğinde, öğrencilerin bilim insanlarının özelliklerini doğru olarak kullandıkları; hatta, kendilerine öğretilen özelliklerden daha fazla özellik yazdıkları gözlenmiştir.

ömer tokgöz & sibel kaya bilim insanları dışında diğer insanların da sahip olması gereken bazı özelliklere rastlanmıştır (örn. güzel ahlak sahibi olmak).

ömer tokgöz & sibel kaya ancak, öğrencilerin daha soyut kavramlar olan özgürlük ve eleştiriye açık olma kavramlarını kullanmamaları, bu kavramlara daha fazla değinme ihtiyacına işaret etmektedir.

ömer tokgöz & sibel kaya sonuç olarak, ilkokul düzeyinde, bilim insanlarının özellikleri ile ilgili kavram yanılgılarının ortaya çıkarılıp düzeltilmesinde farklı tekniklerin bir arada kullanılmasının etkili olduğu görülmüştür.

türkiye bilimsel ve teknolojik araştırma kurumu bilim ve toplum projeleri destekleme programı proje çağrısı

türkiye bilimsel ve teknolojik araştırma kurumu bu program kapsamında öğretmenlerle/akademisyenlerle yürütülecek etkinlikler yoluyla aşağıdaki amaçlara ulaşılması hedeflenmektedir. -yenilikçi öğretim yöntemlerinin geliştirilerek yaygınlaşmasını sağlamak,

türkiye bilimsel ve teknolojik araştırma kurumu -bilim ve bilim insanına karşı olumlu tutum geliştirilmesi, -bilimin eğlenceli boyutuna vurgu yapmak, -toplumda ve öğrencilerde bilime ve bilim insanına yönelik olumsuz endişe, kaygı ve önyargıları ortadan kaldırmak,

türkiye bilimsel ve teknolojik araştırma kurumu -üst düzey düşünme becerilerini geliştirmek, -bilimsel bir bakış açısıyla çevre duyarlılığını geliştirmek,

  • bilim okuryazarlığını yaygınlaştırmak, -“yurttaş bilim insanı” kavramı çerçevesine giren faaliyetleri teşvik etmek, .......

sultan tarlacı felsefe, bilim ve biliminsanı

ibrahim ortaş bilim adamı kimdir?

barış özcan dünyanın ilk gerçek bilim insanı kimdir?

erdem aydın bilim, araştırma ve etik

erdem aydın bilim, evrendeki olguları açığa çıkartan bir etkinlik alanıdır. bilimsel çalışmaların; tasarım, uygulama ve sonuçlandırma gibi tüm aşamaları, insanın kontrolü ve sorumluluğuna bağlıdır.

erdem aydın bu nedenle bilim insanlarının etik değerleri, bilimsel çalışmaları da etkilemektedir. etik değerlerimiz, bilimsel çalışmalarımızın insanlık için “iyi” yönde gelişmesini sağlar. fakat, bilimsel çalışmalar sırasında ne yazık ki, çeşitli etik ihlaller de yaşanmaktadır.

erdem aydın insanlar üzerindeki tıbbi araştırmalarda da bazen insan hayatını ve onurunu zedeleyen tutum ve davranışlar sergilenmektedir. bu tür etik ihlallerin önüne geçebilmek için belirli düzenlemelere ihtiyaç vardır.

erdem aydın etik standartların korunması ve ihlallerin önlenmesi anlamında etik kurullar çok önemli bir işlevi yerine getirmektedir.

ruhuna el fatiha 04 temmuz 2019 perşembe günü, istanbul’da 7 yıldır kanser tedavisi gören tasarımcı fikret zeynep taşbek prens (44) hayatını kaybetmiştir.

çağan ali prens sen öldün ve ben oldum anne. doğduğum günden beri, yanımda olmak için o amansız hastalıkla savaşan annem sen benim hayatımın kahramanısın. yedime yetmiş sığdırttın anne. iyiki seni tanımışım, iyiki annem olmuşsun. hoşçakal annem, hoşçakal.

sinan alper & ecem kunter & irem uz zamir kullanımının erkek ve kadınlarda bireycilik ve toplulukçuluğa etkisi

sinan alper & ecem kunter & irem uz önceki çalışmalar, benlik kurgusunun dil kullanımındaki farklılıklar ile manipüle edilebildiğini; örneğin birinci tekil şahıs zamirlerinin özerk benlik kurgusunu, birinci çoğul şahıs zamirlerinin ise ilişkisel benlik kurgusunu hazırladığını

sinan alper & ecem kunter & irem uz göstermiştir. ayrıca, dil kullanımıyla yapılan bu tarz manipülasyonlara kadınların daha hassas olduğu tespit edilmiştir. bu çalışma kapsamında “ben” veya “biz” zamirlerinin kullanımıyla benlik kurgusu manipüle edilmiş ve bu manipülasyona

sinan alper & ecem kunter & irem uz türkiye örnekleminde de kadınların daha hassas olup olmadığı araştırılmıştır. toplam 155 üniversite öğrencisinden oluşan örneklemde, bir gruba içinde “ben” zamirinin geçtiği, diğer gruba ise “biz” zamirinin geçtiği ifadelere ne oranda

sinan alper & ecem kunter & irem uz katıldıkları sorulmuş ve sonrasında benlik kurguları ölçülmüştür. sonuçlar kadınların erkeklere oranla daha ilişkisel olduğunu, özerklik seviyesinde ise cinsiyet farklılığı olmadığını göstermiştir. zamir türü tek başına benlik kurgusunu

sinan alper & ecem kunter & irem uz etkilememiş, cinsiyet ve zamir türü arasında ise ilişkisel benlik kurgusu için anlamlı bir etkileşim bulunmuştur. buna göre, “biz” zamirinin kullanımı sadece kadınlarda ilişkisel benlik kurgusunu arttırmıştır. bu çalışma, türkçe psikoloji

sinan alper & ecem kunter & irem uz literatüründe ilk defa dilde zamir türünün manipüle edilmesi yoluyla benlik kurgusunun hazırlanabildiğini, ayrıca bunun cinsiyet farklılıklarından etkilendiğini ve kadınların bu tarz manipülasyonlara nispeten daha hassas olduğunu göstermiştir.

sinan alper & ecem kunter & irem uz gelecek çalışmalar için olası çıkarımlar tartışılmıştır.

sinan alper & ecem kunter & irem uz arkonaç’a göre, kişiler kanaat ve fikirlerini belirtirken “ben” zamirini kullanmakta, belli bir eylemin sorumluluğunu tam olarak üstlenmek istemediklerinde ise kendilerinden “biz” olarak bahsetmektedir (örn., yaparız, gideriz, vb.).

sinan alper & ecem kunter & irem uz katılımcıların “biz” zamirini farklı bir anlamda yorumlamış olması düşük de olsa ihtimal dahilinde olarak değerlendirilebilir.

sinan alper & ecem kunter & irem uz ancak bu olası bulanıklığa rağmen sonuçların kuramsal beklentiyle uyumlu şekilde çıkması, manipülasyonun etkisinin güçlü olduğuna dair delil niteliğindedir.

sinan alper & ecem kunter & irem uz sunulan bulgular, dil yoluyla yapılan hazırlama manipülasyonunun türkiye örnekleminde de beklentiye uygun bir etki yaratabildiğine dair umut verici ipuçları içermiş, bu alandaki gelecek çalışmaların önünü açmıştır.

ebü’l-kāsım bin muhammed bin ebi’l-kāsım bin ibrâhîm eş-şâbbî et-tûnisî ey halk! keşke bir oduncu olsaydım indirseydim gövdelere baltamı. sel olsaydım keşke, aktığında kabirleri yerle bir eden.

ebü’l-kāsım bin muhammed bin ebi’l-kāsım bin ibrâhîm eş-şâbbî et-tûnisî ey halkım, savursaydım içimdeki isyanı sana keşke kasırgaların gücü olsaydı bende… fakat sen, çukur denecek bir mezarda hayatını geçiren bir canlısın.

ebü’l-kāsım bin muhammed bin ebi’l-kāsım bin ibrâhîm eş-şâbbî et-tûnisî ışıktan hoşlanmayan, asırları alacakaranlık bir gecede geçiren, aptal bir ruhsun sen.

hüseyin yazıcı tunus'ta modern arap edebiyatı ve ebu'l-kâsım eş-şâbbî

hüseyin yazıcı o da tıpkı sudanlı şair yûsuf beşîr et-ticânî gibi hayata sımsıkı bağlıdır. et-ticânî, tıpkı eş-şâbbî gibi 25 yaşında ölmüştür.

hüseyin yazıcı yabancı dil bilmeyen bu iki şairin hayatları arasında pek çok benzerlik bulunmaktadır. ıkisi de köklü aileden gelmiş, islâmi eğitim görmüş, dini bir çevrede büyümüş; ikisi de kalp hastalığına yakalanmış ve aynı yaşta ölmüştür.

inci koçak mevlana ve ömer hayyam'ın eş-şabbi'ye etkileri ve şiirinin özellikleri

inci koçak mutsuz bir evliliği olan eş-şabbi'nin yaşamındaki ikinci problem sevgiydi. küçük yaşlardan beri sevdiği bir kızın ölümü, onu büyük bir karamsarlığa itmiştir. babasının hastalanması ve ölümü üzerine çok sarsılmıştır.

inci koçak kalp hastası olan eş-şabbi'nin hastalık belirtileri 1929 yılında ortaya çıkmıştır. zeynel abidin es-senusi'ye göre, 1934 yılında ölen eş-şabbi'nin şiirlerinde görülen kötümserliğinin birinci derecedeki nedeni hastalığıydı.

ebü’l-kāsım bin muhammed bin ebi’l-kāsım bin ibrâhîm eş-şâbbî et-tûnisî ey şiir! sen duyguların dilisin ve kederli ruhun feryadısın! ey şiir! sen kalbin hiçkırığının ve garip aşığın yankısısın!

ebü’l-kāsım bin muhammed bin ebi’l-kāsım bin ibrâhîm eş-şâbbî et-tûnisî ey şiir! sen yaşamın dallarına asılmış gözyaşlarısın! ey şiir! sen evrenin yaralarından akan kansın!

inci koçak eş-şabbi'nin " karanlıkta bir kasırga" adlı şiiri onun bu duygu larının bir bölümü ile ruhunu saran kötümserliğini , ölüme karşı duyduğu isyanı, dünyaya küskünlüğünü dile getirmektedir:

ebü’l-kāsım bin muhammed bin ebi’l-kāsım bin ibrâhîm eş-şâbbî et-tûnisî ey hükmünü tamamlayıp giden mazi! onu ölüm ve güçlü gece aldı. ey hala yaşayan insanlar! ey doğmamış gelecek! bu dünyanızın aklı, idraki zayıf ve şaşkın sınırsız bir karanlıkta ..

inci koçak şair hemen hemen bütün şiirlerinde ölüm temasını işlemiş ve bunu yalnızlık, karamsarlık, ölümü davet ve hüzün duygularıyla yoğurmuştur. şu dizelerinde bu özelliği göze çarpmaktadır:

ebü’l-kāsım bin muhammed bin ebi’l-kāsım bin ibrâhîm eş-şâbbî et-tûnisî sonra ne oldu? bu, benim işte! dünyanın eğlencesinden ve şarkısından uzaklaştım. yokluğun karanlığına günlerimi gômüyorum, ona ağlayamıyorum bile!

ebü’l-kāsım bin muhammed bin ebi’l-kāsım bin ibrâhîm eş-şâbbî et-tûnisî yaşamın çiçekleri, sessizce, üzgün ve canı sıkkın düşüyor, ayaklarımın üzerine ... ey ağlayan kalbim! bozuldu yaşamın sihri haydi; ölümü deneyelim, haydi...!

ebü’l-kāsım bin muhammed bin ebi’l-kāsım bin ibrâhîm eş-şâbbî et-tûnisî bu yaşam tanrı'nın gitarı insanlar da nağmeleri gibi... öyle nağmeler ki, sihir gibi esir eder duyguları ve öyle bir ses ki, makamla okunmalı. geceler mağaralardır, nağmeyi gömen, ve zavallı yankıyı öldüren!

ercan erdoğan kötü yazar, eseri yayınlanmayacak yazar yoktur, bunun yerine eserine çalışmamış yazar vardır.

abdullah harmancı dünyâ edebiyatlarının ve kendi ülkesinin edebiyatının seçkin örneklerini yeterince okumamış olmak, bu örnekleri ibdâ eden yazarlarla (onların üslûplarıyla/temalarıyla) hesaplaşmamış olmak, kendinden önceki edebiyatçıların kendi zamanlarında aştıkları kimi

abdullah harmancı engellerden haberdar olmamak, çağdaşlarının verdikleri eserlerden, çağdaşlarının geldikleri noktalardan haberdar olmamak kötü yazarı kötü yapan başat etmendir.

abdullah harmancı kötü yazar geri kalmış yazardır. kötü yazar kendisini rahatsız hissetmez. kullandığı enstrümanlarla bir hesaplaşmaya girişmez.

gustave flaubert sevişmek ile yazmak birbirlerini dışlayıcıdır. ne kadar çok sevişirse insan, o nispette az ve kötü yazar.

lafayette ronald hubbard kelimesi bir cent'e yazmak saçmalıktır. eğer biri gerçekten 1 milyon dolar kazanmak istiyorsa, bunun en iyi yolu kendi dinini kurmasıdır.

coşkun aral milyon dolarlık asansörlü mezarlıklar

empedocles / empedokles oluş-ölüş yoktur. birleşme-ayrışma vardır.

empedocles / empedokles her şey değişmez.

hasibe mazıoğlu türk edebiyatında mevlid yazan şaîrler

esat ayyıldız el-ahtal'ın emevilere methiyeleri

esat ayyıldız tüm hayatı boyunca hıristiyan kalan el-aẖṭal, halife abdulmelik b. mervân’ın kendisinden islâm dinine geçmesini istediği zaman bile bu talebi geri çevirmiş, hıristiyanlığı terk etmeyi kabul etmeyeceğini belirttiği bir kaside ile halifeye karşılık vermiştir.

esat ayyıldız üstelik bu kasidesinde hac ve oruç gibi islâm’ın şartlarından olan kutsal ibadetleri yerine getirmeyeceğini, şarap içmeyi bırakamayacağını, sabah namazında da secde edemeyeceğini, zira o saatlerde sarhoşluktan dolayı sızıp kaldığını ifade etmiştir.

giyâs bin ğavs bin es-salt bin et-târika / el-ahtal ramazan’da boyun eğerek oruç tutmam; kurban etlerinden de yemem. başarı için, semeri ile kuvvetli dişi devemi mekke vadisine sürmem. ancak ben soğuk şarap içer, sabah sökerken de secde ederim.

ârif dündâr ataker gam bir değil, bir bölük hayâtım oldu bir yük söyleyeyim herkese içimin derdi büyük

ârif dündâr ataker her büyük kederden ilhâm alarak hicrânın şairi olmuşum meğer; gönlümü sonsuz bir derde salarak ihtiyar olmadan solmuşum meğer + uymuş da gençliğin heveslerine beyhûde kendimi üzüp durmuşum; aldığım zehirmiş, deva yerine, onu her içişte ben kudurmuşum

ârif dündâr ataker çılgın emellerle –yazık– ömrümü, bir hayâl uğruna etmişim heder; muhabbet denilen o kör düğümü, çözmek istedikçe olmuşum beter! + geçmiş günlerime bakınca şimdi, derdim ki: ne kadar zavallıymışım; bir vehme bağlayıp bütün ümîdi, yirmi beş yılıma nasıl kıymışım!

kay redfield jamison intihar eden her bireyin kendine göre güdüleri ya da nedenleri vardır: bunlar çok özeldir, bilinemez ve dehşet vericidir.

çiğdem göktaş tekin elbette ölmek istemiyorum ama...

çiğdem göktaş tekin 13 yaşındaki ömer kendini asarak yaşamına son verdi.

çiğdem göktaş tekin peki sebep ne? kim araştırıyor sebepleri? kim çözüm buluyor intiharlara? hiç kimse... “ölen ölüyor, kalan sağlarla devam ediyor hayat.”

çiğdem göktaş tekin umutsuzluğa yenik düşerek intihar edenlerin hayatın içinden, olağan olayları bile intihar nedeni olarak gördüğü yadsınamaz bir gerçek.

çiğdem göktaş tekin insanlar acı çektiklerinde ve destek görmek istedikleri kişileri yanında göremeyince, ölümlerini kendilerini incitmiş kişilerden öç alma aracı olarak görüyorlar ya da önce öcünü alıp sonra kendi canlarına kıyıyorlar.

çiğdem göktaş tekin erkekler; geçim sıkıntısı, borçlar, aile geçimsizliğinden ; kadınlar ise yine aile geçimsizliği, duygusal ilişki, istediği ile evlenememe gibi nedenlerden intihar etmekteymiş. ülkemizde son 5 yılda kayıtlara geçen 15 bini aşkın intihar eden olmuş.

çiğdem göktaş tekin her şeyi yitirdiğini düşününce insan elinde intihar kalırmış sadece... yetiremez olurmuş, herkese yeten dünyayı kendine...

çiğdem göktaş tekin birbirimizi biz koruyacağız. intiharın işaretlerini bileceğiz, sebeplerini de, ve bol bol hayatı paylaşacağız birbirimizle.

çiğdem göktaş tekin araştırmalara göre yaşantıları ve duyguları paylaşmak insanlara iyi geliyor. kayıpların ardından pişman olmamak için; paylaşmalı, paylaşarak atlatmalıyız her şeyi...

seda köycü halina poświatowska ve nilgün marmara: ilki yaşama, diğeri ölüme seslendi

seda köycü poświatowska’nın sancılı, hatta trajik bir yaşam sürmesine, kalp kapakçıklarının tam kapanmaması şeklinde açıklanan ağır bir kalp hastalığı neden olmuştur.

seda köycü 1935 yılında polonya częstochowa’da doğan poświatowska’nın çocukluk yılları nazi almanya’sının işgali altında geçmiş, henüz on yaşındayken, ocak 1945’de polonya ve rus ordularının częstochowa’yı nazi işgalinden kurtarma girişimi sırasında, annesiyle birlikte soğuk ve

seda köycü rutubetli bir bodrumda üç gün boyunca saklanması sonucunda anjin olmuş ve bu hastalık romatizmal komplikasyonları da beraberinde getirmiştir. altı aylık bir tedavinin ardından, bu hastalığın küçük halina’nın kalbinde ağır bir hasar bıraktığı ortaya çıkar. poświatowska

seda köycü o günden sonra artık, ağır bir kalp hastası olarak, sürekli bir ölüm tehdidi altında sürdürecektir yaşamını. yaşamı boyunca, hastane ve sanatoryumları zorunlu olarak neredeyse ilk adres edinen, klinik olarak pek çok kez ölüme bir yaklaşıp bir uzaklaşan poświatowska,

seda köycü 9 yıl arayla iki operasyon geçirir ve geçirdiği ikinci operasyondan sekiz gün sonra, 11 ekim 1967’de, henüz 32 yaşındayken yaşama veda eder.

seda köycü poświatowska’nın yaşam aşkının acı çığlıklarına karşılık, marmara’nın ölüm aşkı acı çığlıklar atmaktadır.

halina poświatowska boyadım koyu bir kalemle göz kapaklarımı ve yansıyor yıldızlı gökyüzü bakışlarıma merhamet et tanrım şu benim arzuma

halina poświatowska bir kesinlik yok varoluş varolmayıştır ya ölüm? biyolojik döngü ya kesinliği? yalan söylüyoruz, kesinliği var derken emin değiliz biz yoksa nasıl yaşayabilirdik

süleyman güngör althusser'de ideoloji kavramı

süleyman güngör louis althusser'e göre, ideoloji maddi ve sınıfsal nitelikte, toplumsal ve siyasal roller üstlenmiş zihinsel bir tasarımdır. temel işlevi, mevcut toplumsal formasyonu sürdürmektir.

süleyman güngör son söz olarak, althusser in gelişmiş bir kapitalist sistem içinde iktidarın zora dayanmayan süreçlerini ortaya çıkarma çabalarının sonucu olarak tanımladığı ideoloji kavramı toplumsal formasyonun bir düzeyini oluşturur.

süleyman güngör ideoloji, yanlış bilinç olmayıp, öznel nitelikte zihinsel bir kurgudur. gerçeklikle doğrudan ilişkili değildir. öznenin gerçeklikle kurduğu ilişkinin zihinsel düzlemde tasarımlamasıdır.

süleyman güngör sınıf mücadelesinin yapıldığı alanlardan birisi olması bakımından ideolojik alan da barış yoktur. ideolojiler, kendi sürekliliklerini korumak için direnç halindedirler ve egemen sözcülüğünü yaptıkları sınıfı egemen konuma yükseltmek için işlerler.

ismail avcı balıkesirli mehmed gazâlî’nin “türk kadın şairleri” başlıklı yazı dizisi üzerine

zehra göre son asır türk şairlerinden mehmed gazâlî bey ve ‘balıkesrî ilhamları’ adlı mecmua-i eş’ârı

zehra göre memlekette kızıl hastalığı söz konusudur, bu durum endişe verici boyutta olmalı ki mehmed gazâl şiire taşımıştır. bir taraftan da maalesef sağlık hizmetlerinde imkânsızlıklar mevcuttur.

zehra göre doktorlar daha az paraya hasta bakmak için anlaşmışlardır ancak ilaçlar pahalı olduğu için elde edilememektedir:

mehmed gazâlî hekimler az parayla bakmak içün ittihâd etdi bahâlandı ‘ilâclar.. hastalar hep bi-şifâ kaldı

mehmed gazâlî nâgehân çâresiz bir derde düşsem de yine her tabîbin verdiği dermâna minnet eylemem + çıksa cinler karşıma hep, âyete’l-kürs okur üflerim etrâfıma; şüc’âna minnet eylemem

yüksel ersoy tıbbî hatanın hukukî ve cezaî sonuçları

nidai sulhi atmaca eğer metabolik cerrahi doğru bir yöntem olsaydı, tanrı insanı yaratırken, ileumu (kıvrım bağırsağı) mideye bağlardı!

merve duysak hekimin tıbbi uygulama hatalarından doğan cezai sorumluluğu

figen inci & fatma öz palyatif bakım ve ölüm kaygısı

figen inci & fatma öz ölmekte olan hastaya bakım vermek duygusal olarak acı veren, üzüntülü bir deneyimdir. ölen hastaya bakım verirken hemşire korku, üzüntü, düş kırıklığı, anksiyete gibi duygular hissedebilir.

figen inci & fatma öz modern toplumlar 20. yüzyılın ilk yarısından sonra ölümün doğallığı ile ilgili bakış açılarını yitirmişlerdir. bunun sonucunda hastalar ve sağlık çalışanları ölümün kaçınılmazlığı ile baş edemez hale gelmişlerdir.

figen inci & fatma öz ölmekte olan hasta ve ailesine bakım vermek oldukça zor bir deneyimdir. şüphesiz ölüm gerçeği ile yüzleşmek gerek hasta ve ailesi gerekse sağlık çalışanları için travmatik olabilmektedir.

figen inci & fatma öz ölüm gerçeği birçok hastalığın doğal sonucu olarak geliştiğinde ise hemşireler bu durumda nasıl davranacaklarını bilememektedirler.

figen inci & fatma öz ölmekte olan hastalara bakım vermek, çok değişik ve güçlü stresörleri beraberinde taşır. bu nedenle hemşirelerin etkili baş etme yöntemleri geliştirmeleri ve destek kaynaklarından yararlanmaları gereklidir.

figen inci & fatma öz ölmekte olan hasta ve ailelerine bakım veren hemşirelere yani yardım edenlere yardım etmek büyük önem taşımaktadır. bu yardımın ilk adımı hemşirelerin eğitimleri sırasında atılmalıdır.

muazez çevik & aynur açar & mehmet emin boleken ameliyat edilen yenidoğanlardaki mortalite: tek bir merkezdeki 275 vakalık seri

muazez çevik & aynur açar & mehmet emin boleken ölümlerin % 52,1 ameliyattan sonraki ilk haftada gerçekleşmişti.

muazez çevik & aynur açar & mehmet emin boleken cerrahi girişim uygulanan yenidoğanların ölüm nedenleri multifaktöryeldir.

muazez çevik & aynur açar & mehmet emin boleken bu nedenler, hastaya uygun transfer koşulları, uygun ameliyathane salonu, güvenli anestezik ajanlar, yoğun bakım ünitesinin fiziki koşulları, çalışanların eğitim ve tecrübesi, prenatal takip ve olguların kendisinden .......

muazez çevik & aynur açar & mehmet emin boleken daha önce yapılan çalışmalarda cerrahi prosedür uygulanan yenidoğanlarda ölüm oranının cinsiyetler arasında farklı olmadığı belirtilmiştir.

muazez çevik & aynur açar & mehmet emin boleken ancak bizim çalışmamızda kız olgularda mortalitenin erkeklere göre istatiksel olarak daha yüksek olduğu bulunulmuştur.

muazez çevik & aynur açar & mehmet emin boleken gelişmiş bölgelerde yenidoğan ölümlerinin en önemli sebebi prematüritedir.

irfan öztürk & serdar toker & erden ertürer & bülent aksoy & faik seçkin kalça kırığı nedeniyle ameliyat edilen 65 yaş üstü hastalarda mortaliteye etki eden risk faktörlerinin değerlendirilmesi

irfan öztürk & serdar toker & erden ertürer & bülent aksoy & faik seçkin kadın hastaların 34’ünün (%60.7), erkek hastaların ise 18’inin (%50) 36 ay sonunda öldüğü belirlendi.

irfan öztürk & serdar toker & erden ertürer & bülent aksoy & faik seçkin cinsiyetin, bilişsel fonksiyonların ve ameliyata kadar geçen sürenin mortalite oranları üzerine anlamlı etkisi görülmedi.

irfan öztürk & serdar toker & erden ertürer & bülent aksoy & faik seçkin yürüteç kullanarak yürüyebilen hastalarda ilk üç ay içindeki ölüm oranı, bir destekle veya tamamen bağımsız yürüyebilen hastalara göre anlamlı derecede yüksek idi.

osman akandere hilâl-i ahmer hastabakıcılık(hemşirelik) okulunun açılması ve ilk mezunları

osman akandere hilâl-i ahmer(kızılay) cemiyeti genel merkezi'nce alınan bir kararla 21 şubat 1925 tarihinde türkiye'nin ilk hastabakıcılık(hemşirelik) okulu istanbul'da açılarak eğitim ve öğretime başlamıştır.

osman akandere böylece ülkemizde uzun yıllardır sağlık alanında eksikliği hissedilen, eğitim görmüş, mesleki bilgi ve beceriye sahip hemşire ihtiyacı, bu okulun açılmasıyla karşılanmaya çalışılmıştır.

yasemin bilginar mesleki ayrımcılık: erkek hemşirelerin yaşadığı sorunlar

yasemin bilginar bu çalışmanın amacı, sağlık sektöründe yer alan erkek hemşirelerin sorunlarını toplumsal cinsiyet ayrımcılığı temelinde incelemektir. bu incelemede literatür taraması yapılmıştır.

yasemin bilginar tarihin ilk dönemlerinde erkekler hemşirelik mesleğinde yer almışlardır. ancak kadının şifa verici, annelik rolleri dikkate alınarak hemşirelik mesleği kadınlarla anılmaya başlamıştır ve uzun yıllar erkekler bu meslekte yer almamışlardır.

yasemin bilginar günümüzde ise dünyada ve türkiye’de her geçen gün erkek hemşire sayısı artmaktadır. her ne kadar hemşire sayısı artsada erkek hemşireler başta hemşire sözcüğünün “kadın”’lığı çağrıştırması başta olmak üzere birtakım sorunlar yaşamaktadırlar.

yasemin bilginar erkek hemşireler için en önemli sorun mesleğin adı gibi görünmektedir. türkiye’de ilk defa 1910 yılında kullanılmaya başlanan “hemşire” kelimesi kız kardeş anlamına gelmektedir.

yasemin bilginar kulakaç ve arkadaşlarının yaptığı niteliksel çalışmada örnekleme dahil olan erkek öğrencilerin önemli bir bölümünün akrabalarına, arkadaşlarına ve çevrelerindekilere hemşirelik bölümünde okuduklarını söylemedikleri bulgulanmıştır.

yasemin bilginar çünkü “hemşire olmak delikanlılığa sığmamak”tadır.

yasemin bilginar katılımcılardan biri hemşirelik adıyla ilgili sıkıntısını şöyle dile getirmiştir; “hemşireyim diyemem. hemşire kız demek. açıkçası adı değiştiğinde şok oldum. hala sağlık memurluğu olsaydı iyi olacaktı…insanlar gülerler. okul bittikten sonra hakkari’ye dönersem,

yasemin bilginar hemşire olduğumu söyleyemem. kendime hemşire demek boğazımda düğümleniyor”.

yasemin bilginar insanlar hemşire kelimesinin farsça kız kardeş, bacı anlamına gelmesi nedeni ile bu kelimenin erkekler için uygun olmayacağını düşünüyor, bu doğrultuda da yeni hitaplar bulma çabasına giriyor olabilir.

yasemin bilginar erkek hemşireler için sıkça kullanılmaya çalışılan, hemşireye en yakın kelime ve farklı bir cinsiyeti ifade edebileceği düşünülen hemşir kelimesinin türk dil kurumu’na göre hiçbir anlamı yoktur.

nurten kaya & nuray turan & aylin öztürk türkiye’de erkek hemşire imgesi

nurten kaya & nuray turan & aylin öztürk türkiye’de erkek hemşire imgesi genelde olumlu yöndedir. fakat tüm toplumun erkek hemşireye bakış açısının olumlu olması sağlanmalıdır.

nurten kaya & nuray turan & aylin öztürk bu amaçla, toplum, cinsiyetin hemşirelik bakımının kalitesini etkileyen bir faktör olmadığı konusunda bilgilendirilmelidir.

nevzat alkan amerika birleşik devletleri ile ülkemiz tıp fakültelerinin öğrenim gören kız öğrenci sayıları yönünden karşılaştırılması

nevzat alkan yurdumuzda, osmanlı imparatorluğu döneminde, osmanlı uyruğundaki hiçbir kadına, tıp öğrenimini yurt dışında dahi görse, osmanlı topraklarında hekimlik yapma izni verilmemiştir.

nevzat alkan halbuki aynı dönemde yabancı uyruklu kadın hekimlere hekim olarak çalışabilme izni verilmiştir.

nevzat alkan yurdumuzda kız öğrencilerin tıp fakültesine kayıt yaptırabilmesi ilk olarak 1922-1923 öğretim yılında mümkün olabilmiştir.

ufuk tavkul karaçay-malkar kültüründe avcılık ve av tanrısı apsatı

ufuk tavkul insanoğlunun ilkel topluluk düzeyinden gelişmiş toplum seviyesine ulaşma sürecinin binlerce yıllık geçmişinde, avcılık ekonomik olduğu kadar sosyal ve kültürel açılardan da insanların hayatında önemli bir rol oynamıştır.

ufuk tavkul ....... ilkel toplulukta ortaya çıkan basit işbölümü neticesinde kadınlar toplayıcılıkta kalırlarken, erkekler avcılık konusunda uzmanlaşmaya başlamışlardır.

ufuk tavkul bir takım tabiat üstü güçlerin ve tanrıların av hayvanlarını kontrol ettikleri, bu tanrılara karşı hoş görünmenin avcılığı kolaylaştıracağı düşüncesi de yavaş yavaş gelişmiştir.

ufuk tavkul avcılığı ve av hayvanlarını kendi gücü altında tutan ruhların varlığına inanan altaylı ava çıkmadan önce çeşitli dinî ibadetler yapar ve avın verimli ve başarılı olması için gereken bütün örf kurallarına uyar.

ufuk tavkul bilhassa avı koruyacak olan ruha bağlılığını göstermeye çalışır. altay türkleri av hayvanlarına karşı büyük bir saygı duyarlar. avın ancak temiz ve arınmış olarak yapılmasıyla verimli olacağına inanırlar.

ufuk tavkul ava çıkacakları gece karılarından ayrı yatarlar, hiç kimseyle de konuşmazlar. av hayvanlarının insanların dilini anladıklarına inanan altay türkleri av hayvanları hakkında konuşurken onların anlayamayacağı gizli bir dil kullanmaya dikkat ederler.

ufuk tavkul mesela silah yerine enişte anlamına gelen “küzyö”, kurşun yerine nişanlısı tarafından kıza sunulan armağan anlamında “kalamçı” kelimelerini kullanırlar.

ufuk tavkul altay türklerinin inanışlarında av sahası ile birlikte avlanan kuşlar, dağlar, hayvanlar hatta ağaç ve ormanlar bile, tıpkı avcılar gibi sahanın gerçek sahibi bulunan ruhların himayesi altındadırlar. avcılar bunların izni olmadan hiçbir şey yapamazlar.

ufuk tavkul altay bölgesinde yaşayan şor türkleri de orman ruhlarına çok önem verirler. şor avcılarının inanışlarına göre bu ruhlar avcının temiz ve doğru sözlü bulunmasını isterler. avcı ava çıkacağı gün cinsel ilişkide bulunmamalıdır.

ufuk tavkul avcıların evde kalan aile üyeleri de temizliğe riayet etmelidir. avcılar dönünceye kadar obada oyun, şakalaşma, eğlence yasaktır, çünkü orman ruhları böyle şeylerden hoşlanmazlar.

ufuk tavkul orman ruhlarına her avcı kurban sunabilir şor avcıları sangır dedikleri putu kutsal sayarlar. bu put insan şeklindedir. bunun üzerine av hayvanlarının derilerinden parçalar asılır.

ufuk tavkul şorların inançlarına göre bu ruh süratli koşan bir dişi geyiğin üzerinde gezer. kendisini memnun eden avcılara bol av verir. darılırsa ormanları yakar, av hayvanlarını kaçırır, avcılara uyuz hastalığı gönderir.

ufuk tavkul dağ keçisi ve geyik eti dağlıların temel besiniydi. bunların derisi ise giyim, çeşitli eşya ihtiyaçlarını karşılamada, komşu kafkas halklarıyla alış-veriş yolunu açmada önemli rol oynamıştı.

ufuk tavkul kişi adları açısından incelediğimizde, karaçay-malkar’da av ve avcılıkla ilgili erkek adlarının onların kültürlerinde yaygın olarak yer aldığını görmekteyiz.

ufuk tavkul karaçay-malkar erkek adlarında dombayçı(bizon avcısı),buvçar(erkek geyik),tavay(ayı avcısı),börüatar(kurt avcısı),börükay(küçük kurt),teke,ayüçük(küçük ayı),cumarık(sülün),bödene(bıldırcın),tavaslan(dağ aslanı) gibi av ve avcılıkla ilgili isimlere rastlamak mümkündür.

ufuk tavkul inanışa göre, cantuvgan aşırı derecede avlandığı için av tanrısı apsatı’nın lanetine uğrar ve av sırasında adılsuv vadisindeki dağlarda ölür. bugün onun öldüğüne inanılan dağ “cantuvgan tav” adıyla bilinmektedir. cantuvgan’ın halk arasında yaşayan destanı şöyledir:

ufuk tavkul bashan köyünde âdet oldu geyik yavrusu avlamak cantuvgan ise tar avuz’da ayı yavrusu bırakmayan. bashan dağında azaldı apsatı’nın hayvanları, cantuvgan’ı bekliyordu apsatı’nın laneti, cantuvgan ise kızdırdı apsatı’nın kızlarını.

ufuk tavkul genç avcılar, çiğnemeyin aksakalın (apsatı’nın) izlerini. cantuvgan’ı çarpmıştır apsatı’nın laneti, kendi başına gelmişti onun bindiği atı. genç avcılar, çiğnemeyin aksakalın izlerini, kendinize beddua ettirmeyin sarı saçlı kızlarına,

ufuk tavkul apsatı koruyor geyiklerini, hayvanlarını, avcılardan alıyor geyiklerin intikamını. apsatı sadıktır sürüsüne, sözüne, kötü avcı çabuk düşer onun iki gözüne. cantuvgan umut etti adıl ırmağı kıyısında beklemeyi,

ufuk tavkul karça kayasında yemin etmişti beyaz geyikler avlamaya. merhametsizlikten geyik yavrusu, ayı annesi ağlatan, karça’nın söylediğini dinlemeyen cantuvgan. apsatı idi geyiklerin vekili, uçurum kenarında kalmıştı cantuvgan’ın ölüsü.

ufuk tavkul “apsatı” karaçay-malkar eski inançlarına göre avcıların ve av hayvanlarının tanrısıydı. avcılıkla ilgili âdetlerde dağların, ormanların, vahşi hayvanların ve avcıların tanrısı apsatı’nın özel bir yeri vardı.

ufuk tavkul avcıların inançlarına göre apsatı birçok kereler insan kılığına girip avcıların önüne çıkardı. o yüzden avcılar onun gönlünü kazanmak için önlerine çıkan yolculara avlarından pay dağıtırlardı. avcılar apsatı için şu şarkıyı söylerlerdi:

ufuk tavkul avcıdan daha zavallı kimse olmaz demir boyunduruğu boynunda yanmış ekmeği koynunda apsatı’nın vardır sayısız malları çok malından bize pay seçtir

ufuk tavkul kampımızda yağ kazanları kaynattır vereceğin gün sağıp alınan süt gibi vermeyeceğin gün dolaştırıyorsun köpek gibi avcının kayalık uçurumlarda olur ölümü kara yamçısı olur onun kefeni

ufuk tavkul apsatı adı verilen av tanrısının kökeni henüz karanlıktır. eski uygur türkçesi döneminde “av” anlamına gelen “ab” isim kökünün bulunması, apsatı adının eski türkçe’deki “av” anlamına gelen “ab” sözüyle bir ilişkisi olduğunu akla getirmektedir.

ufuk tavkul “afsatı” osetler’de avcılığın ve hayvanların tanrısıydı. osetler afsatı’nın varlığına ve onun yüksek dağlarda oturduğuna inanırlardı. afsatı’nın karyolası, koltukları ve iskemleleri fil dişinden yapılmıştı.

ufuk tavkul adige (çerkes) kültüründe “mezıtha” avcıların ve ormanların tanrısıydı. adigeler onun altın tüyleri olan bir yaban domuzunun üzerinde gezdiğini hayal ederlerdi ve ona orman gölgeliklerinde ibadet ederlerdi.

ufuk tavkul abhazların orman ve av tanrısı “azveypşa” adının kaynağı adigelerin orman tanrısı “mezıtha”dır. avcılara rastlayan abhazlar onlara “azveypşa wıyçeyt” (av ve orman tanrısı seni nimetlendirsin) diye selam verirlerdi.

ufuk tavkul karaçay-malkarlı avcılar av tanrısı apsatı’ya yalvarmanın dışında bir takım büyüler yapmaya ve davranışlarına dikkat etmeye gayret gösterirlerdi. her zaman temiz elbiseler giyerler ve ava gitmeden önce karılarıyla beraber olmazlardı.

ufuk tavkul kimseye rastlamamak için şafak sökmeden, karanlıkta yola çıkarlardı. karısı ve çocukları da, avcı sanki önemsiz bir işe gidiyormuş gibi, onu uğurlamak için yataklarından kalkmazlardı.

ufuk tavkul ava giden avcının evinde karısı yatakları toplamaz, evi süpürmez, çamaşır yıkamaz, komşularının işine yardım etmezdi.

ufuk tavkul geyik ve dağ keçisi etini yedikten sonra kemiklerini kırmazlardı. çünkü apsatı’nın onu tekrar dirilteceğine inanırlardı. bu inanışın izlerini günümüzde kurban olarak kesilen hayvanların etlerinin parçalanmasında da görebiliriz.

ufuk tavkul avcıları ava uğurlarken söylenen bir duada totur ile birlikte bayrım adı verilen bir başka tanrıça adı dikkati çekmektedir:

ufuk tavkul bayrım senden diliyorum, sağ yürüt yavrumu totur, totur kayalarda dolaşan kalemi kurt dişinden, vaşak tırnağından bir koru avcı yoluna iyi gözle bir bak

ufuk tavkul karaçay-malkarlılar, çocukluktan çıkıp delikanlılığa adım atan bir genç ilk defa eline silah alarak ava çıkacağı zaman onu totur ile birlikte umay biyçe adını verdikleri tanrıçaya emanet ederler ve şu dua ile ava gönderirlerdi:

ufuk tavkul umay biyçe, totur bastığın ayağını kaydırmasınlar attığın kurşunu şaşırtmasınlar avcı yolunda korusunlar bir atıp, iki kere öldür

ufuk tavkul bir defada iki geyik getir cesaretsiz arkadaşlarına cesaret ver erkek geyik derilerinden kamp kur ocağını demirkazık yıldızı gibi sağlamlaştırsın teyrin versin apsatı’nın malından iyisini, çoğunu

ufuk tavkul sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, karaçay-malkar toplumsal yapısında son derece önemli bir yere sahip olan av ve avcılıkla ilgili gelenekler ve inanışlar kökleri tarihin derinliklerine uzanan büyük bir kültürün izlerini taşımaktadırlar.

ufuk tavkul bu gelenekler ve eski inançların içinde karaçay-malkarlıların sağlam bir kabile yapısının, temiz insan ahlâkının, tokgözlülüğün, yiğitlik ve cesaretin izleri vardır.

açık ders ütopik ve bilimsel sosyalizm: st. simon, fourier, owen ve marx

vikipedi françois marie charles fourier (7 nisan 1772 - 10 ekim 1837) fransız ütopik sosyalist ve filozof. günümüz akademisyenleri féminisme kelimesini 1837 yılında fourier in türettiğini söyler.

vikipedi fourier, 1808`de kadın haklarının genişletilmesinin bütün sosyal ilerlemenin ana ilkesi olduğunu iddia etti.

françois marie charles fourier türkler kadınlara ruhları olmadığını ve cennete girmeye layık olmadıklarını öğretiyorlar.

ceyda akaş kabadayı yeryüzünde cennet hayali: charles fourier

hatice çıvgın charles fourier: kuramı ve ekolojik kriz ortamında bir eko-filozof olarak okunabilme imkânları

hatice çıvgın fourier, hayattayken bile sessizlik veya alayla karşılandı. ölümünden bir süre sonra takipçisi de kalmayan fourier’nin kuramı üzerine yapılan araştırmalar uzun yıllar boyunca hep sönük kaldı, düşünceleri tartışılmadı.

hatice çıvgın fourier’nin eseri üzerine yapılan her çalışma gibi, elinizdeki metin de, onun düşüncelerinin bu dışlayıcı tutumu hak etmediğini, halen güncelliğini, yeniliğini, ilginçliğini ve radikalliğini koruduğunu göstermek hevesindedir.

hatice çıvgın fourier bir bolluk toplumu kurmayı vaat eder. onun toplumunda insanlar erdeme ulaşmak için lüksten ve hazlardan uzaklaşmak zorunda değildir.

hatice çıvgın

  1. yüzyılın sonunda, iklimsel ısınmaya bağlı olarak kutuplardaki buzulların erimesi olasılık eşiğini aşıp bir gerçekliğe dönüşürken, fourier üretimi artırmak için kutuplarda tarım alanları açmak gereğine inanır.

hatice çıvgın newton yerçekimini bulan kişiyse, fourier de “insanlar arası çekim yasasını bulan, bunu evrensel çekimle birleştiren” kişidir.

hatice çıvgın yükselen sanayi toplumuyla paralellik gösteren saint simoncu endüstriyalizmin aksine, “utanmaz bir yanılsama iken endüstri ve ticaret özgürlüğünü kim destekleyebilir ki?” diyen fourier, endüstrinin karşısına yetinmeci bir modelle çıkmaz, aynı zamanda bir bolluk

hatice çıvgın toplumu yaratacak ekonomik modelini kurmaya çalışır. lüks ve haz insanlar içindir.

hatice çıvgın yazmaları daha kendisi hayattayken takipçileri tarafından (başta 1831’den itibaren takipçisi victor considerant olmak üzere) yayımlanmış ama sansüre tabi tutulmuştur.

hatice çıvgın ayrıca düşünür, dağınık, konudan konuya atlayan, 10 sayfa yazdıktan sonra bir çırpıda üzerini çizip yazdıklarından vazgeçebilen, akışı ve okunuşu güç bir yazma tarzına sahiptir.

hatice çıvgın fourier, gezegenimizin ömrünün sınırlılığını belirttikten sonra, eğer, «kötü bir tesadüf eseri, mesela uzayan bir sosyal kaos ( uygar, barbar yahut vahşi olsun) yüzünden, gezegen ölebilir» diyerek, insanların vaktinden önce gezegeni yok etme tehlikesine işaret eder.

hatice çıvgın yeryüzünün canlı bir organizma olarak anlaşılabileceği fikri, yirminci yüzyılda ekolojik kaygılarla yeniden canlandırılmıştır. bu kez, ingiliz bilimci james lovelock ve amerikalı biyolog lynn margulis dünyanın canlılığı görüşüne öncülük ettiler.

hatice çıvgın fourier’ye göre gezegenimiz sadece ölümlü değildir, aynı zamanda acı çekme kapasitesine de sahiptir. bunun acıların sebebi de, doğaya kendi fani ve insancıl yasalarımızı dayatmamızdır.

hatice çıvgın fourier, tarımın, barbarlıkta olsun, uygarlıkta olsun toprağı iyileştirmek yerine yok ettiğini söylemektedir:

françois marie charles fourier tarımda, legalize edilmiş anarşi, bireysel özgürlük adına, iklim tahrip edildi, dağlar, tepeler ormandan arındırıldı, kaynaklar kurutuldu, yıkıcı ve çözücü zorluklara yol açtılar.

hatice çıvgın bu yüzden uygarlıktan derhal çıkılarak, gezegenin maddi acılarına çare bulmaya bu sayede de insanlığın sefaletine son vermeye acil ihtiyaç vardır.

hatice çıvgın ...... “gezegenin ölümlülüğü”, “gezegenin maddi acıları” diye ifade ettiği tehlike ve sorunlar, aradan yüzyıllar geçtikten sonra; dünyanın üzerinde yaşamı güçleştiren sorunlar yumağı olarak “ekolojik kriz” diye, araştırma alanı olarak da “ekoloji” diye adlandırıldı.

hatice çıvgın doktor ve karşılaştırmalı anatomi profesörü ernst haeckel (1834-1919), 1886’da kendi ifadesiyle oecologie (latince oecologia), canlı varlıkları (hayvanlar, bitkiler ve mikro organizmaları) birleştiren ilişkilerin incelenmesi olarak ekoloji terimini ortaya attı.

hatice çıvgın ekoloji, yunanca konut, durak, çevre anlamına gelen oikos kelimesinden türetilmiştir (bookchin).

hatice çıvgın iklimsel aşırılıkların tarımda yol açtığı ve yıllar süren ürün kayıplarına işaret ederek, farklı kentlerden örnekler vermektedir. daha önce portakal yetişen bir taşrada kışın don olayı gerçekleşmiştir, bir diğerinde ise zeytinlikler gerilemektedir.

hatice çıvgın fourier’nin denge anlayışı, kutuplarda tarım yapmak gibi çılgınca tasarımlardan farklıdır, daha genel ekolojik bir ilkeyi dile getirir, aynı zamanda evrende genel bir bağlantı olduğu fizik ilkesini.

hatice çıvgın fourier her zaman karşıtların bir arada ve çatışma içinde var olduklarını, toplumu oluşturan ve birleştiren ilkenin de bu olduğunu savunur:

françois marie charles fourier evrende her şey birbiriyle ilintilidir. maddi olanla tutkusal olan arasında bir birlik olmak zorundadır ve karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler. tutkusal düzensizlik, maddi düzensizliği getirir ve tersi de doğrudur (vice versa).

françois marie charles fourier eğer dünya uzun süre sosyal düzensizlik içinde kalırsa (barbarlık, uygarlık gibi), dünyanın maddi durumu etkilenir, ısı durumu kötüler, ürünler ve kapasiteler fakirleşir.

françois marie charles fourier mevsimler artık eski düzenlerinde değiller, korkunç aşırılıklar gösteriyor, yıkıcı değişimler ürünleri azaltıyor. bu düzensizliklerin kaynağı ormanların yıkımıdır, bütün ülkelere yayılıyor, gelecekte tarım da tehdit altındadır.

hatice çıvgın fourier’nin bolluktan anladığı, insanın aç kalma tehlikesi yaşamayacağı kadar bol, rafine bir damak tadı geliştireceği kadar çeşitli, kendisini sağlıklı ve güçlü kılacak besinlere ulaşmasıdır.

hatice çıvgın bundan başka, içinde yaşadığı toplumda, sınıfların kıyafetleri arasında farklar değil uçurum vardır.

hatice çıvgın işçi üst başını temiz tutmasını sağlayacak yedek bir kıyafet bulamaz. sahip olduğu tek giysinin kumaşı kabadır, modeli her türlü zevk belirtisinden, dikilişi her türlü incelik ve ustalıktan uzaktır.

hatice çıvgın buna karşılık üst sınıflar ifrat düzeyinde ve haute couture giyimi takip edebilecekleri olanaklara sahiptir.

hatice çıvgın her birey zevk aldığı işleri yapacak, beslenme, uyku ve diğer her türden faaliyeti için hem estetik hem de zevkli formların araştırılmasını gündelik uğraşı/arayışı haline getirecektir.

hatice çıvgın uyum toplumunda insanlar illa ki bir dine sahip olmak isterlerse, fourier bir aşk dini tesis edilmesini önermektedir.

hatice çıvgın günümüzün yakıcı ekolojik sorunları 20. yüzyılda ekolojist hareketin ortaya çıkıp, sorunların ciddiyetine işaret etmeleriyle keşfedilmiş değildir. 19. yüzyıl başında da biliniyorlardı ve fourier bu olguyu es geçmedi.

hatice çıvgın iklim düzensizliklerine, ormanların tahribine, tarımdaki verimsizleşmeye işaret etti. nüfustaki aşırı artışın bir gün dünya tarafından taşınamaz hale geleceğine, bir durma noktasının gerekliliğine ve alınacak önlemlerin şiddet dışı olması gerektiğine vurgu yaptı.

hatice çıvgın nüfusun yeryüzüne homojen olarak dağılmasını sağlayacak bir yerleşim modeli önerdi. üremeyle cinselliğin ayrılması gerektiğini savundu. kentlerin ve evlerin insan sağlığına aykırılığını eleştirdi.

hatice çıvgın insan sağlığını hastanelerde ve yan tesirli ilaçlarda değil, insan doğasına uygun bir yaşantıda, sağlıklı ve yeterli beslenmede gördü. “delilik” durumunda sorunlu bireyi suçlamak yerine, kişide uyumsuzluğa yol açan toplumsal şartlarda kusur aradı.

hatice çıvgın hayvanlarla insanlar arasında komşuluk ve simbiyoza dayalı ilişkiler öngördü. sanayinin kentsel alanlarda yarattığı yoğun tahribatı ve insanı köleye dönüştüren üretim sürecini eleştirdi.

hatice çıvgın fourier ekolojizm henüz kavram tanımlanmadan, “klimaterik düzensizlikler uygar kültürün içkin bir kusurudur” demesiyle akıma dâhil oldu.

hatice çıvgın yani endüstriyel toplumumuz (ve işleyiş biçimi) ekolojik bozulmaların temel sebebidir demekle ekolojizmin haber vericisi (pré-écologisme) oldu diyor michel anthony.

hatice çıvgın fourier “gezegenin tahribini” önlemeye çalışır. anthony’ye göre fourier, “endüstrileşmeyi ve onun insanlar üzerindeki ve yol açtığı maddi zararları mahkûm ederek, geniş ölçüde kırsal bir dünyaya ait geçiş teşkil eden bir toplumsal model önerir.

hatice çıvgın fourier’nin toprak, orman, iklim ve dünyaya ilişkin tasarımları yaşadığı dönem için şaşılacak bir yanı olmasa dahi, hasta, hastalık ve tedaviler için söylediği her söz tıp ve psikiyatri alanında çığır açacak niteliktedir.

hatice çıvgın yaşam biçiminin, kötü beslenmenin, tutkuları engellemenin insanı hasta edeceğini söyler, aradan geçen zamanda yapılan tıp araştırmaları da onun söylediklerini doğrular niteliktedir.

hatice çıvgın koruyucu hekimlik bugün artık bütün dünyada uygulanıyor olsa bile tutkusal çareler ve ruhsal tedaviye ilişkin önerileri ancak kuramsal düzeyde alıcı bulabilmiştir. henüz çok sınırlı bir alanda anti-psikiyatri akımlarınca uygulanmaktadır.

hatice çıvgın fourier’nin türler üzerine olan tutumu da onun doğanın çocuğu olduğunu gösteren işaretlerden biridir. düşünüre göre insanlar uyum toplumuna yaklaştıkça hayvanlarla olan ilişkilerinin içeriği de değişmeye başlar.

hatice çıvgın yabani hayvanlar sürüler halinde insan yerleşimlerinin içine girebilecekler, komşu olabileceklerdir. hayvanları adeta kişileştiren bu yaklaşım çağımızın ruhuna kökünden yabancıdır.

hatice çıvgın fourier’nin hayvanlara ilişkin yaklaşımı bütün ekolojist yazarların üzerinde mutabık olduğu bir konu değildir.

hatice çıvgın öncelikle asıl mesele hayvan severler ya da vejetaryenleri memnun etmekle değil, yeryüzündeki canlıların –yaşam hakkına ya da yaşam alanına ilişkin– bir öncelik sırası içinde ele alınıp alınmamasıyla ilgilidir.

hatice çıvgın fourier’nin doğacı sosyalizmi, ne bir hükümet darbesi, ne de bir kalkışma -hele kan dökmeyi asla- gerektirmez, bir topluluk oluşturup eylemeye geçmek yeterlidir.

hatice çıvgın hem fransız hem de sosyalist hareketin içinde yetişmiş olması hasebiyle fourier’ye en yakın olması beklenen düşünür guattari, üç ekolojinin üzerine kurulan ekosofik bir yaklaşım önerir: .......

hatice çıvgın açıkçası guattari’nin çevre ekolojisi fourier’ninki kadar sağlam değildir. doğayı bir savaş alanı olarak nitelemesi, bookchin’in sözünü ettiği doğadaki tamamlayıcılık ilişkilerini göz ardı ettiğini gösterir.

hatice çıvgın fourier, çağdaş ruhbiliminin abecesini ortaya koymuştur. fourier’ye göre, insan egosunu değerlendirirken, insanı tek başına yaşayan bir varlık gibi ele almak metafizik bir yaklaşımdır. insan grup bağı dolayısıyla ilişkisel olarak tanımlanabilir bir varlıktır.

hatice çıvgın fourier’nin ideal toplumunda, grup içinde yaşayan bireyin çıkarları genelinkiyle çelişmez. çünkü bu toplumun amacı onun egosunun taleplerini yerine getirmektir.

hatice çıvgın “metafizikçiler, insanın doğası diye ben insan olmayan’ı ve basit egoizmi sundular, insan ben ise bileşik (composée) egoizmdir.

hatice çıvgın ego, grup/ortaklık bağı dolayımıyla genelin çıkarlarıyla ilintilidir. bu ortaklık otuz kadar meslek topluluğu olarak anlaşılmalıdır. böylelikle, metafizikçiler, insan ruhunu işleyişinin en kötü saikiyle açıklamış oldular” (fourier).

hatice çıvgın guattari de aynı eleştiriyi öncülü freud’a yöneltir. bilinçaltını sadece aileyle, babaya yönelik öldürme isteğiyle, şahsa bağlı kategorilerle açıklama çabasıyla freud, kusuru “hasta” diye nitelediği bireyde aramıştır guattari’ye göre.

hatice çıvgın oysa bilinçaltı da sosyal, siyasal çevreyle, toplumsal etkenlerin tamamıyla etkileşim içindedir. toplumsal örgütlenmenin getirdiği yaşam biçimi insanı “hasta edebilir”.

hatice çıvgın özetle, guattari arzuların deneyimlenmesinde insanın kurtuluşunu görmesiyle, toplumsal ilişkilerde dayanışma ve yüz yüzeliğe yaptığı vurguyla, ruhsal olanı, sosyal olanı ve çevresel olanı bütünleştirme arzusuyla fourier ile koşut fikirlere sahip bir düşünürdür.

hatice çıvgın dolayısıyla fourier’nin insan ruhuna ve hasta ruhun/bedenin iyileştirilmesine ilişkin 19. yüzyılın başında yaptığı analizlerle, 20 yüzyılın sonlarında üretilmiş/uygulanmış kuramlar aynı sonuçlara varabilmektedir.

hatice çıvgın fourier’nin, endüstriyel ve bilimsel anarşiden kitabında düşlediği toplumun kurulması için yapılacak değişimlerin listesi şöyledir: .......

hatice çıvgın sonuçta fourier’nin kuramı, ister endüstriyalist, totaliter ve kolektivist olmayan; tersine özgürlükçü, doğalcı ve bireyci bir sosyalizm olarak; ister kendi dönemindeki sosyalist pratikleri vazgeçilmez bulduğu prensiplerine dayanarak kıyasıya eleştiren bir ütopya

hatice çıvgın olarak, isterse bir ekosofi olarak okunmaya, daha doğrusu yeni ve değişik şeyler arayan her okuyucu için kendi açısından yeni bir okumaya cevaz veren bir yapıya sahiptir. ister kuramın içinde kendi mantığı içinde kalınsın, isterse revize, rehabilite edilsin; ister

hatice çıvgın çarpıtılsın, isterse aynı nietzsche’nin “beni kaybetmenizi ve kendinizi bulmanızı diliyorum şimdi sizlerden ve ancak hepiniz inkâr ettiğiniz zaman beni, döneceğim sizlere” dediğindeki gibi tümden yadsınsın, bereketli bir pınar olmayı sürdürmektedir (nietzsche).

müzeyyen engin erim bu kentin sokakları birbirinin aynıdır kadınım pencereler göz göz kapılar sağır sessiz evlerin nabzında küt küt atan bekleyişi ben bilirim

didem deliklitaş ikinci yeni şiirinde kadın

didem deliklitaş ilhan berk’in büyük ağabeyinin ilk eşi bir hayat kadınıdır ve ilhan berk’in geneleve ilk defa gidişi, ağabeyinin yengesine vermesi için kendisiyle gönderdiği çeşitli hediyeler sebebiyle olmuştur.

didem deliklitaş hz. peygamber’in bu husustaki hadisleri dikkat çekicidir: “dünya bir yararlanma alanıdır. dünya nimetlerinin en hayırlısı da iyi kadındır.” “kim âşık olur, iffetini korur ve aşkını gizleyerek ölürse şehit olarak ölür.”

müzeyyen engin erim bütün menekşeler annem kokar (başka yerde başka bir dünya mı var?) oyun : 2 perde

müzeyyen engin erim doktor - mesleğini bırakmış alkolik kentsoylu. kırk beş yaşlarında. saadet - anımsanan kadın. sahnede ilk kez yirmilerinde, sonra otuzunda, ve son üç kez kırk üçünde görünecektir.

müzeyyen engin erim saadet : ben, ne zaman kadın erkek eşitliği var derim? geneleve koyacak kadın bulamadıkları zaman! doktor : genelev gerekmiyor ki! dünya genelev!

müzeyyen engin erim saadet : inandım sonunda... kadınların namuslu durması, erkeklerin namuslu durmasına bağlı. oh, olsun! diplerini ovsunlar, ağartsınlar bakalım... niye gülüyorsunuz? hayır, doktor! dünya geneleve mi dönecek? eşitlik hakkı için, erkekler de namuslu duracak!...

müzeyyen engin erim saadet : siz gülün bakalım; ben de gülmüştüm. hadi bakalım! yüzde elli / yüzde elliye!

richard gary brautigan eğer kafanı başkalarının dediklerine takarsan tüm dünya devasa bir darağacından başka bir şeye benzemeyecektir.

richard gary brautigan yoksul ölülerin havalı mezartaşları yoktu. onların mezartaşları ekmeği anımsatan küçük tahtalardı...

richard gary brautigan masaya baktım. neskafe kavanozu, boş bardak ve çay kaşığı önümde bir cenaze servisi gibi duruyorlardı. kahve yapmak için gereken malzeme bunlardır. on dakika sonra evden çıkarken, içimde bir mezar gibi güvende bir bardak kahve, “kahve için sağol.” dedim.

richard gary brautigan çalarsın ölümü, sıkılmışsındır çünkü. güzel filmler dönmüyordur san francisco'nun sinemalarında.

vikipedi dostlarıyla "ava çıkıyorum" diye vedalaştıktan üç hafta sonra 25 ekim 1985 günü brautigan’ın bolinas, kaliforniya’daki evine giren arkadaşları, bedenini 1 şişe alkol ve 44 kalibrelik bir tabancanın yanında buldular. brautigan’ın intihar ettiği varsayıldı.

necmi karkın kolonyalizm ve estetik eşitlik

malik binnebi - çev : ergün göze islam ve demokrasi

malik binnebi - çev : ergün göze demokrasi zaten, “daha iyisi bulunamadığı için katlanılan rejim” diye anlatılmaktadır. demokrasi türkiye’de geliştikçe milli dertlerin biraz daha derinleştiği görülmektedir…

malik binnebi - çev : ergün göze yüz kişilik bir seçmen kütlesinin elli biri hırsız ise ve hırsızlığın iyi bir şey olduğu yolunda rey verdilerse; hırsızlığı yasaklayan kanunların kaldırılması, demokratik olacaktır.

malik binnebi - çev : ergün göze birbirine zıt ahlaki görüşlere aynı hürriyeti vermek, acaba ahlaki midir?

malik binnebi - çev : ergün göze islamiyet insana, içtimai ve siyasi değerini aşan bir başka kıymet vermiştir: “biz, insanı şereflendirdik”

malik binnebi - çev : ergün göze biz, bu hutbeyi dinleyen bir müslüman’ın, bu tavrı nasıl karşılamış olduğunu da bilmekteyiz: “eğer sende bir sapma görürsek, seni kılıçla düzeltiriz.!”

remy de gourmont seçmen, değişik bir insan tipidir, dejenere ve ilkel; ev kedisinin sokak kedisi olması gibi.

joseph ernest renan seçimler şarlatanlığı cesaretlendirir.

remy de gourmont hayırseverlik bir tür reklâm olmuştur.

remy de gourmont bu âlem bir genel ev, hem bir domuz ahırı.

remy de gourmont büyük şairler duyanlar değil, görenlerdir.

remy de gourmont bütün canlı yaratıklara nazaran insanın üstünlüğünü yapan, istidatlarının çeşitliliğidir.

mehmet turgut berbercan türk yazı dilindeki ilk manzum mektup örnekleri

gül özaktürk yazınsal mektubun tarihçesi

i. çetin derdiyok eski edebiyatımızdan günümüze mektuplarda biçim

emel kefeli 'savaş- çocuk' ilişkisinin kıbrıs türk şiirindeki yansımaları

tuğçe erdal şiirin esin kaynağı olarak mitoloji

christian nestell bovee yazarlar belki de öbür dünyada cehenneme gitmeyecekler. bu dünyada eleştirmecilerden ve yayımcılardan çok çekiyorlar çünkü.

aliya izzetbegoviç şer dünyaya hakim kuvvettir, ahlâk ise insanın tabii imkânı değildir ve akıl üzerine kurulamaz.

halil aytekin şeytanın yılı’nda satanist örgüt ve yeni dünya düzeni

halil aytekin yazar bertrand solet (l’année du diable) şeytanın yılı adlı eserinde genç bir kızın gizli bir cemiyete sokulması ve ardından bu genç kızın uğradığı istismar söz konusu edilmektedir. yaşadığımız çağda her gün bu ve buna benzer olayları işitmekte ve şahit olmaktayız.

halil aytekin misyonerlik faaliyetlerinin son derece yoğun yaşandığı bir ortamda gençlik savunmasız bir şekilde bu tür zararlı örgüt ve gizli yapılanmaların saldırısıyla karşı karşıyadır. özellikle günümüz gençliğini bekleyen en büyük tehlike satanist örgüt yapılanmasıdır.

halil aytekin yeni dünya düzeni vaadiyle insanlar örgüte kazandırılmakta maddi ve manevi olarak sömürülmektedir.

halil aytekin illuminati dünya tarihinin en büyük gizli örgütü olarak faaliyet göstermekte ve dünyanın tüm ekonomik ve politik dengeleri bu örgüt mensuplarının elinde şekillenmektedir.

halil aytekin söz konusu örgüt dünyanın neresinde olursa olsun devlet idarelerinde, önemli iş kollarında, finans çevrelerinde belirleyici bir güce sahiptir. devletlerin önemli makam ve görevlerinde temsilcilerinin bulunmasına son derece önem vermektedirler.

halil aytekin bütün dinlere karşı savaş açmış olan örgüt şeytansı “yeni bir dünya düzeni” kurma peşindedir. bu düzende dünyayı şeytan kurtaracak ve tüm insanlara o hükmedecektir.

halil aytekin deccal ahir zamanda dünyaya inecek, insanlığı tanrı’nın yolundan saptırarak bütün dünyaya savaş, açlık ve sapkınlık yayacak olan kişidir. deccal aslında iblisin insan şeklidir. eserde satanist ayini sırasında kullanılan işaret ve sembollere de dikkat çekilmektedir.

halil aytekin satanistler ayin ve şölen yeri olarak karanlık ve mezarlık gibi gizil yerleri seçerler. siyah ve kırmızı renklerin hakim olduğu kıyafetler giyerler.

halil aytekin illuminati deccal’in dünyayı kontrol altında tutması için kurduğu gizli örgüttür. deccal’in dünyadaki beyin takımı da denilebilir.

halil aytekin komplo teorilerinin sıkça ortaya atıldığı günümüz dünyasında olup bitenlere bakılırsa tanık olduğumuz bölgesel ve global ölçekteki karışıklıkların, çatışmaların, ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda alt üst oluşların nedenleri daha iyi anlaşılacaktır.

halil aytekin dünya gizli bir güç tarafından provoke edilip sahnelenen inanılmaz olaylarla karşı karşıyadır. bu acımasız görünmez güç dünyayı istediği gibi yönetmek istemektedir.

halil aytekin korumak onu baskı ve korku altında ve kapalı kapılar ardında tutma olarak görülmemelidir. çocuklarının bilinçli, kendine güvenen ve kişiliğini kazanmış bir birey olarak yetişmesine çalışılmalı ve özellikle aile içi iletişime son derece önem verilmelidir.

howard stanton levey / anton szandor lavey ölüme meydan okuyanlara ne mutlu! çünkü onların günleri karada uzun olacaktır. mezarın ötesinde daha zengin bir hayata gözünü dikenlere lanet olsun! çünkü onlar bolluk içerisinde mahvolacaklardır!

philolaus / philolaos / filolaos biz insanlar bir çeşit tutuklu olup tanrıların mallarından sadece bir tanesiyiz.

mevlânâ celâleddîn-i rûmî bu sorular, bu tapı kılışlar, bu kulluklar, bu hatır gözetişler, hep tanrının bağışıdır, tanrının malı.

ışıl bayar bravo thomas hobbes ve john locke'un doğal hak anlayışları

ışıl bayar bravo dünyayı ve hayvanları yaratan tanrı olduğundan, bunların tümünün tek sahibi tanrıdır. tanrının mülkiyeti olan insan, tanrının bu mallarını kullanma hakkına sahip olmalıdır ve olmak zorundadır.

ışıl bayar bravo insan, tanrının mallarını, onun gösterdiği sınırlar içinde kullanma hakkına ve özgürlüğüne sahiptir. ancak, insan da tanrının malı olduğundan, kendi varlığını sürdürmek ve kendisine zarar vermemek zorundadır.

özlem özcan istanbul tarihinde bankacılık faaliyetlerinin gerçekleştiği yapılar

özlem özcan osmanlı imparatorluğu’nun özel mülkiyeti sınırlandıran yapısı içerisinde ....... vakıfların özel mülkü koruma altına almadaki rolü ise, hayır amacıyla vakfedilen malların, dini olarak artık tanrının malı haline gelmesi ve kimse tarafından el konulamaması özelliğidir.

elvan eser eski yakındoğu’da din-siyaset ilişkisi

elvan eser sümerler m.ö. 3. binyılda yaratmış oldukları şehir medeniyetlerinde “teokratik devlet sosyalizmi” denilen bir rejimle idare olunuyorlardı. bu rejim temelinde tapınak ekonomisine dayanmaktadır.

elvan eser bu sisteme göre insanlar da dâhil olmak üzere her şey tanrının malı olarak görülmektedir. nitekim insanlar tanrılar için çalışıyor ve kazançlarını da tapınakta birleştiriyorlardı.

filiz cluzeau platon’un ruh kuramı’nda pathos

filiz cluzeau platon, bütün yaşamı bir pathos olarak gördüğü için, bedenin ruhun hapishanesi ya da mezarı olduğuna, bir bedendeyken eski suçlarının cezasını çektiğine dair orpheusçu görüşü birçok söyleşisinde yineler ve

filiz cluzeau yaşamı haz ve acının birbirine karıştığı bir tiyatro oyunu gibi görür.

mustafa kaya plotinos'ta südurla inen aşkla yükselen bir gerçeklik olarak ruh

mustafa kaya ruh hakkındaki ilk dinsel-felsefi öğreti, mistik bir figür olan orpheus ve yarı efsanevi tarihsel bir figür olan pythagoras tarafından ortaya konulmuştur.

mustafa kaya m. ö. 6. yüzyılda ortaya çıkan ve mistik bir kurtuluş dini olan orphizmde ruhun bu dünyadaki yaşamı, ebedi yaşam için bir hazırlık olarak görülmüştür. ruh bu dünyada bir bedende, bir mezardaymış gibi hapsolmuştur ve hapsolan ruh öte dünyaya geçmeyi arzulamaktadır.

pelin gülsoy platon’un ruh anlayışı

pelin gülsoy philolaos orpheusçulukta ve püthagorasçılıkta sık sık dile getirilen bedenle ruhun zıtlığını ve bedenin ruh için bir tür mezar olduğunu yineler,

pelin gülsoy philolaos ‘a göre belirli bir cezadan dolayı ruh bedenle bir arada yaşamaya mahkum olmuştur ve bir mezar gibi bedene gömülmüştür.

fazıl derbeder platon ve aristoteles’te ruh beden problemi ve karşılaştırılması

fazıl derbeder orfik dininde ruhun bedenden kurtulması esas gayedir. zira beden ruhun mezarı olarak kabul edilir; bu yüzden de onun, kir ve ihtiraslarından kurtulmak için ve manevî hayatını hazırlamak için tarikata girmesi gerekmektedir.

arslan topakkaya & emel karakaya din-felsefe ilişkisi bağlamında ruh kavramına iki farklı yaklaşım: islam ve platon örneği

arslan topakkaya & emel karakaya bu dünya önceden yaşanmış bir hayatta işlenen suçların cezalarının çekildiği bir çile çekme yeridir. günahkâr ruhlar bedenden bedene dolaşarak arınırlar. buna “ruh göçü” denir.

arslan topakkaya & emel karakaya orfik dininde beden ruhun mezarı olarak kabul edildiği için, ruhun bedenden kurtulması esas gayedir.

zekai şen tüm dünya zulümlerle çalkalanıyor.

nimet tanrıkulu insanlığa karşı işlenen suçlar ve zulüm politikalarına karşı ısrarlı direniş

hasan başar / memduh ergin erbakan hocamıza çok şey borçluyuz + nerde bir zulüm ve işkence varsa karşı çıkılacak, güçlünün değil haklının yanında olunulacaktır. şuanda dünya zulüm ve işkence içinde ise bunun en büyük sebebi siyonizm’dir.

sedat yenigün / mehmet mengüç yenigün gel ey zulüm, zulmün ta kendisi!

ömer bin abdülaziz allahım! dünya zulüm ve haksızlıkla dolup taştı; artık sen bu insanlara rahat yüzü göster.

fatih usluer hurûfîlikte on iki imam

fatih usluer mehdî de zuhur etmiş olmalıdır ki dünyayı adalet ve eşitlikle yönetecektir. mahremnâme‟de mehdî konusunda, onun sahibi seyf olacağı söylenmiştir. mehdî hakkında “evladımdan biri ahir zamanda zuhur edecektir, ismi ismim, yaratılışı yaratılışımdır, yeryüzünü zulümle

fatih usluer dolu olduğu gibi adaletle dolduracaktır” hadisi zikredilmiştir. verdâsebî, bu bilgilerden hareketle hurûfîlerin on ikinci imam muhammed mehdî‟yi kabul ettiklerini söylemiştir.

bahaeddin sağlam son dönemdeki gelişmeler sebebiyle hz. muhammed’in şahsiyeti üzerine birkaç not

bahaeddin sağlam hz. muhammed diyordu ki dünya zulüm altında inliyor, ben isa ile musa’yı birleştirip dünyaya yeni bir adalet getireceğim, siz ey siyasiler sakın bize engel olmayın. cizye de dindar insanlardan alınmıyordu. sadece dinini yaşamayanlardan alınıyordu.

murtazâ mutahharî burada değinmem gereken diğer bir konu da şudur: acaba adalet meselesi, o da (nispî, bireysel ve kişisel adalet değil) kapsayıcı ve umumî adalettir. yani bu dünyada beşer için bu zulümler, sitemler, ayırımlar, savaşlar, nefretler, kinler, kan dökmeler, sömürüler

murtazâ mutahharî ve bunların gereği olan yalanlar, nifaklar, hileler ve nihayet beşeriyetteki bütün bu fesatlardan bir eserin kalmayacağı bir günün doğması anlamında bir adalet. acaba insanoğlu böyle bir günü görecek mi? acaba beşeriyet gelecekte böyle bir dönem, böyle bir gün

murtazâ mutahharî ve böyle bir asra tanık olacak mı? yoksa bu, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hayal ve arzu mudur? veya hatta dinî eğilimi olan bir kişi bile kalkıp diyecek ki: (elbette bu konu şia olmayanlar için geçerlidir) ben kapsamlı adaleti inkâr etmiyorum, ben dünyanın

murtazâ mutahharî zulümle dolması yanlısı değilim; ancak bana göre bu dünya o kadar alçak ve düşük, o kadar karanlık ve zulmettir ki hiçbir zaman dünyada genel ve gerçek adalet, gerçek sulh ve sefa, hakiki insanlığın hakim olmayacak, bir gün beşer fertlerinin gerçekten bir arada

murtazâ mutahharî insanî bir şekilde yaşamayacaklar. dünya zulüm ve karanlık yurdudur. tüm zulümler ahirette telafi edilecek; tam anlamıyla adalet ahirette gerçekleşecek.

murtazâ mutahharî dünya zulüm ve haksızlıkla dolduktan sonra kapsamlı adaletin ortaya çıkması şu meseleyi ortaya koymaktadır:

murtazâ mutahharî bazı kişiler bu konuya dayanarak her türlü ıslahata ve düzeltmeye karşıdırlar. onlar diyorlar ki, dünyada anî bir inkılâp olması, her yerin adalet ve eşitlikle dolması için dünyanın zulüm ve haksızlıkla dolması gerekir.

murtazâ mutahharî diyorlar ki: ....... ıslahat yapmayın; bırakın bozukluklar arttıkça artsın, ukde ve kinler fazlalaşsın; rahatsızlık ve zulümler çoğalsın, işler gittikçe bozulsun; bozukluk üzerine bozukluk gelsin ki; her şey birden bire alt-üst olsun ve inkılap gerçekleşsin.

ali bulaç şiiler kendilerine yapılan zulümleri imam mehdi gelecek ümidiyle normal karşılıyorlardı. hatta bu zulümlerin imam mehdi’nin gelmesi için olması gerekenler olarak düşünüyorlardı.

rûhullah mûsevî humeynî imam mehdi’nin tekrar geleceği dünya zulüm ve şiddet dolu ve kötülüğün hüküm sürdüğü bir dünya olmaktansa bir cennet bahçesi olmalıdır.

betül demirci islamiyet’in doğuşu sırasında yalnız araplar ve arabistan değil bütün dünya zulüm, sefalet ve cehaletin karanlığı içindeydi. maddi ve ruhi sıkıntılar içinde bunalmış olan insanlık,bir mürşid,bir kurtarıcı beklemekteydi.

abdulhamit sinanoğlu zulüm ve kötülükler ilâhî mi, insânî midir?

zulüm ve kötülüklerin kaynağı hakkında müslüman kelâmcıların tartışmaları üzerine

türkmen töreli trakya’nın işgali ve yunan mezalimi (1919-1922)

türkmen töreli müslümanların zorla kiliseye götürülerek din değiştirmeye mecbur edilmeleri, türk genç kız ve kadınlarına zorla tecavüz edilmesi, bazı uzuvlarının kesilmesi, şehirlerin ateşe verilerek harabe hale getirilmesi gibi insanlık dışı mezalimler yunanistan’ın batı anadolu

türkmen töreli ve trakya’yı işgalleri sırasında dünya zulüm tarihine belgelerle geçmiştir.

türkmen töreli bu şekilde başlayan ve bütün batı anadolu ve trakya’da devam eden yunan işgali sırasında, silahsız ve savunmasız türk halklarına benzeri görülmemiş zulümlerle dolu tarih sayfası, türk ve insanlık tarihi için acı dolu safhalar teşkil eder.

türkmen töreli ....... todori kumandasında 100 kişilik, çorlu’ya bağlı değirmen köyünde istifan isimli elebaşının kumandasında 50 kişilik, şatros’da(celâliye) 10 kişilik birer çete bulunmakta ve bunlar gelip geçen müslüman halka eziyet ve zulüm ettikleri istihbar edilmiştir.

türkmen töreli yunanlılar sadece işgal bölgesinde halka uyguladıkları zulümlerle kalmamışlar, bölgede görevli devlet memurlarını da çeşitli tacizlerle yıldırmak istemişlerdir.

türkmen töreli nitekim 31 mart 38’de çatalca reji müdüriyeti süvari kolcusu murad oğlu sâlih’i hiçbir suçu yokken tevkif etmişlerdir.

türkmen töreli tevkif edilenlerin birçoğu hapishanelerde gördükleri zulümden ölmüşlerdir.

türkmen töreli nitekim yunan zulmünün canlı bir şahidi olarak gösterilebilmek için hapishanelerde işkence ile vefat eden türklerin isimleri zaman zaman harbiye nezaretince dâhiliye nezaretine bildirilmektedir.

türkmen töreli yunanlılar bölge ahalisine yaptığı zulümden başka doğu trakya’da yaşları 26-29 arasındaki islam ahaliden asgari 400, azami 1000 drahmi olmak üzere bedel-i nakdî de almaya başladıkları sinekli hudud emniyet müfettişliğinden emniyet-i umûmiye müdürlüğüne .......

türkmen töreli yunanlılar doğu trakya’dan çekilirken de müslüman halkın hayvanlarını gasp ettikleri ve yine yerli müslüman halka reva gördükleri zulüm ve cinâyetleri kontrol ve men’ etmek için muhtelif heyetlerce gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir.

türkmen töreli ancak itilaf devletlerine mensup heyetlerin gelmesinden sonra bile, temsilcilerinin gözü önünde, yunanlılar mezâlime devam etmişlerdir.

nurullah kırkpınar milli mücadele yıllarında bolşevizm propagandası ve anadolu basını 1919-1922

nurullah kırkpınar gazete kapitalist sermayenin dünyada yapılmış kötülüklerin anası olduğunu vurgulamış; yazının devamında da şunları ifade etmiştir:

hakimiyet-i milliye kapitalizm falan filan milletin düşmanı değildir, bütün dünyanın, bütün milletlerin düşmanıdır. milletleri birbirine düşüren kuvvet o, kardeş kanı döktüren o, netice itibariyle tüm insanlığı inleten zulüm o.

hakimiyet-i milliye bu çark devam ettiği sürece yalnız biz de değil, bütün dünya zulüm altında ezilecektir. sefalet arşa çıkacaktır. kendimizi kurtarmak için önce bizim, sonra da dünyanın kapitalizmden kurtulması gerekir.

nurullah kırkpınar açıksöz gazetesi, “bolşeviklik ve biz” başlığıyla yayımladığı bir yazıda; sovyet hariciye komiseri çiçerin-mustafa kemal paşa mektuplaşmasını değerlendirmiştir. köşe yazısında; “bolşeviklerin mazlum ve esir milletlere kurtarıcı ellerini uzatmaktan hiçbir zaman

nurullah kırkpınar çekinmeyecekleri ve emperyalist avrupa zulüm ettikçe bolşevikliğe karşı daha derin ve samimi bağlanılacağının” vurgulanması bmm hükümeti için dikkate değer bir haberdi.

hüseyin ayan sultan veled’in ma’ârif’inden hareketle mevlânâ

hüseyin ayan birinci alâeddîn keykubad’dan sonra selçukluların hâmiyeti, anadolu’yu işgal eden moğolların zulüm ve yağmaları, halkın huzûr ve refâhının yok olmasına sebep olmuştur. memleketteki genel huzursuzluk, halktaki bezginlik, kaybolan mutluluğu, dünya yerine, öbür dünyada

hüseyin ayan vaadeden şeyhlerin ve tarikat mensuplarının halk üzerindeki nüfuzlarını artırmıştır. ebedî hayatta mutluluğa ve huzûra kavuşmak isteyen ve dünya zulüm ve perişanlığından bezen insanlar, mütemadiyen şeyhlere ve dervişlere koşmuşlardır. huzûru ve mutluluğu, tekkelerde

hüseyin ayan ve şeyhlerin sohbetlerinde aramışlardır. bu durum, sultan veled’in de babasının tasavvufî görüş ve düşüncelerini yayması ve kurmakta olduğu mevlevî tarîkatini güçlendirmesi için uygun bir ortam yaratmıştır.

veysel k. altun köy romanlarında dini ve ahlaki motifler: yaşar kemal örneği

veysel k. altun ince memed ııı romanında ferhat hoca üzerinden öyle bir eşkıya-imam karakteri işlenir ki, okuyucu bu romanda, kur’an-ı kerimden edindiği bilgilerle eylemlerine meşru bir temel hazırlayan adalet yanlısı bir tiplemeyle karşılaşmaktadır.

veysel k. altun ferhat hoca insanları bu yönüyle kolay etkilemektedir. bir işkence olayı sonrasında ferhat hocanın gösterdiği tepki bu yüzden baştan sona din referanslıdır:

yaşar kemâl ....... allah insanları zulüm altında yaşasınlar diye yaratmamıştır diyerek bağırıyordu. bu dünya zulüm dünyası oldu. allah istemiyor, peygamber bunu istemiyor. biri yiyor, bini bakıyor, allah bunu istemiyor diyordu. kur’anı kerimde allah diyor ki, diyordu, zulüm

yaşar kemâl edenler kâfirdir. zulüm görüp de karşı koymayanlar, ölümleri pahasına, açlıkları pahasına da olsa karşı koymayanlar da kâfirdir. cennet, zulme karşı koyan, kötülüklere, ne için olursa olsun karşı koyan kişinin ayağının altındadır, bunu böyle bilesiniz.

dengi dengine - gökçe ( su kutlu ) o kadar uğraştı ki bu kadın onu tanıdığımız ilk günden beri bi mezar taşı için yâ bi mezar taşı için düşünsene.

barış ünlü frantz fanon: ezilenlerin ve mülksüzlerin düşünürü

barış ünlü martinikli düşünür frantz fanon bundan 50 yıl önce, washington d.c.‟ye yakın bir hastanede kan kanserinden öldü. hızla ölüme giderken, ünlü eseri yeryüzünün lanetlileri‟ni (les damnés de la terre) aceleyle, üç ay içinde yazıp bitirmişti.

barış ünlü kitabın basılmış halini ölmeden birkaç gün önce görebildi. öldüğünde sadece 36 yaşındaydı, ama geride sayısız insanı ve birçok politik hareketi derinden etkileyen eserler ve radikal bir yaşam öyküsü bırakmıştı.

barış ünlü eski sömürgeler, geri kalmış ülkeler ve “ikinci sınıf insanlar” üzerindeki etkisinin büyüklüğü nedeniyle, fanon‟a üçüncü dünya‟nın marx‟ı, lenin‟i denmiştir.

frantz omar fanon / ibrahim frantz fanon kapitalist ülkelerde, sömürülenler ile iktidar arasına çok sayıda ahlak hocası, danışman ve "kafa karıştırıcı" girer.

frantz fanon sömürgecilik, halkın geçmişine yönelir, bu geçmişi bozar, biçimsizleştirir ve yok eder.

frantz fanon halkın inatçı, dar kafalı ve görünüşte sınırlı bakış açısı, (bir sömürgeci için) kesinlikle en değerli ve en etkili davranış modeli olur.

frantz fanon ey bedenim,beni daima sorgulayan bir insan kıl !

frantz fanon şiddet ancak güçlü bir karşı şiddetle bertaraf edilir.

frantz fanon her şeyden önce kadını fethetmeliyiz: gizledikleri çarşafın içinden, erkeklerinin kapattıkları evlerden onları bulup çıkarmalıyız.

frantz fanon avrupalı bir doktor, bir günde tam 30 bin frankı nasıl kazandığını şöyle anlatır: "aynı serumu farklı büyüklükteki şırıngalara doldurur ve hastaya, 'hangisinden yapayım istiyorsun; 500 franklık mı, 1000'lik mi, yoksa 1500 franklık mı?' derim. tabii her seferinde

frantz fanon hasta, en pahalı olan iğneyi seçer.

frantz fanon kadercilik ezenin tüm sorumluluğunu ortadan kaldırır, kötü­lüklerin, sefaletlerin ve yazgının nedeni tanrı'ya bağlanabilir. birey bu şekilde tanrı' nın buyurduğu yıkımı kabul eder, sömürgecinin ve yazgının önünde eğilir ve içsel yapısının bir anlamda yeniden

frantz fanon yapılanmasıyla taş gibi sakinleşir.

müslim akdemir frantz fanon’da şiddetin meşruluğu sorunu

dunyabizim fanon okumalıyız, çünkü...!

şen süer frantz fanon 1953 yılında blida-joinville’deki bir psikiyatri kliniğinin başhekimi olur ve "sosyo terapi", "kurumsal psikoterapi" alanlarındaki modern yöntemleri cezayirli müslüman hastalara uygular.

şen süer ardından, hastalarıyla birlikte cezayir kültürünün geleneksel mit ve rimellerini araştırmaya girişir. cezayir psikiyatri ortamındaki "anti-psikiyatrik” ve "somürgesizleştirici" çabaları nedeniyle düşman kazanır.

şen süer kurtuluş savaşı başladığı andan itibaren cezayir direnişine katılır, direnişin politik yöneticileriyle doğrudan ilişki içine girer. 1956 yılında başhekimlik görevinden istiia eder ve 1957'de cezayir'den sınır dışı edilir.

nil sarı & burhan akgün türk tarihinde psikiyatriye bakış

nil sarı & burhan akgün islam dönemi öncesinde kam, otacı ve efsuncu orta asya’daki türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. bazı türk boylarında kamlara baksı veya baksa ismi verilirdi.

nil sarı & burhan akgün kamların, ataların ruhlarıyla temasa geçebildiğine ve olağanüstü yeteneklere sahip olduklarına inanılırdı.

nil sarı & burhan akgün kam, sadece bir kâhin değildi, aynı zamanda tabip yetkisini üstlenen kişiydi.3 sözle ve davranışla tedavi tıp tarihinin en eski yöntemidir.

nil sarı & burhan akgün telkin ve inanç tedavisinin plasebo etkisinden yararlanılırdı. tarihte kamların beden ve ruh hastalıklarını ayırdıklarına dair yazılı bilgi bulunmuyor.

nil sarı & burhan akgün xı. yüzyılda yusuf has hacip’in kutadgu bilig adlı eserinin muhtelif kısımlarında “kam” dan söz edilir. örneği, günümüz türkçesiyle :

yusuf has hacip her hastalığın bir ilacı ve çaresi vardır; bu hastalığı tedavi eden kam da bulunur.

nil sarı & burhan akgün bu beyit, kamı tedavi eden kişi olarak tanıtır, ama tedavi yöntemini açıklamaz.

nil sarı & burhan akgün otacının hastanın nabzını yokladığını, otacıların biri birlerine danıştıklarını, doğaüstü güçlere başvurmadıklarını anlıyoruz. otacılar günümüz hekiminin bakış açısını, tutum ve davranışlarını anımsatır.

nil sarı & burhan akgün yusuf has hacip’in “efsuncu” (mu’azzim) ünvanıyla tanıttığı kişi ise otacının karşısında yer alır ve görevi onunkiyle çatışır.

nil sarı & burhan akgün mu’azzimin cinleri uzaklaştırarak tedavi yapan kişi olarak tanıtılmasından anlıyoruz ki cinler hastalık sebebi olarak görülüyordu ve cin çarpanları tedavi eden ayrı bir meslek grubu oluşmuştu.

nil sarı & burhan akgün cinlerin neden olduğu düşünülen hastalıklar büyük olasılıkla garip söz ve davranışların sergilendiği psikiyatri ve nöroloji rahatsızlıklarıydı.

nil sarı & burhan akgün otacı ve mu’azzimin tedavi yolları arasındaki fark ve rekabet kutadgu bilig’de açıkça ifade edilmiştir:

yusuf has hacip otacı efsuncunun sözünü beğenmez; efsuncu da otacıya değer vermez birinin sözüne göre, ilaç alınırsa hastalığa iyi gelir; diğerinin sözüne göre, muska taşırsan cinler senden uzaklaşır.

nil sarı & burhan akgün vııı. yüzyıldan itibaren islam diniyle tanışan türkler ‘in çoğu eski inançlarını bırakarak islam düşüncesini ve bilimini benimsediler. islam döneminde hipokrat, galen gibi antik dönem hekimlerinin arapça’ya çevirilen tıp kitapları türk tıbbını etkiledi.

nil sarı & burhan akgün mâl-i hülya hastalığı kara sevda, yani kara safranın fazlalaşması ile açıklanırdı. her hastalığın bir çaresi olduğu ve ilacının aranması gerektiği düşüncesi hakimdi.

nil sarı & burhan akgün tıp yazmalarında sıklıkla vurgulanan, insanın “yaratılmışların en şereflisi olduğu” anlamındaki ayet-i kerimede insan sağlığı ile uğraşan tıp mesleği mensubunun şeref ve itibar görmesinde etkiliydi.

nil sarı & burhan akgün meşhur hekimlere atfedilen tedavilerden bir kısmı şok tedavisi niteliğindedir. hastayı kızdırma, utandırma, korkutma yoluyla tedavi geleneği bazı bölgelerde günümüze dek süregelemiştir.

nil sarı & burhan akgün tedavisi güç olduğundan halk arasında belâ-yı etibbâ (tabiblerin belâsı) ve ayb-ı etibbâ (tabiblerin ayıbı) gibi sözlerle nitelenen mâl-i hülya hastalığının telkinle nasıl tedavi edildiği anlatılır.

nil sarı & burhan akgün ibn-i sina’ya atfedilen bir diğer vaka da “aşk hastalığının” tanısıyla ilgilidir. uygur, selçuklu ve osmanlı tıbbında tanı amacıyla sıklıkla başvurulan nabızla teşhis yöntemi psikiyatri hastalarının tanısı için de kullanılıyordu.

nil sarı & burhan akgün ....... ve hekim teşhisini koyar: ‘bu genç, filan mahallede, filan sokakta, filan evde ve filan adlı bir kıza aşıktır, ilacı da o kızla kavuşmasıdır’ deyince genç utanıp yorganı başına çeker ve teşhis doğrulanır.

nil sarı & burhan akgün akıl sağlığı yerinde olmayanlar bunun geçici veya kalıcı olmasına bağlı olarak islam dini nazarında birtakım yükümlülüklerden muaf tutulmuştur. hz. peygamber’in “aklı olmayanın dini de yoktur” hadisi bu bakış açısını etkilemiştir.

nil sarı & burhan akgün ne var ki, akıl hastasının ehliyetli sayılmamasının, toplumdan dışlanması ya da hor görülmesi şeklinde gelişmediği, tersine bir veli gibi korunduğu, bakıldığı ve hoş görüldüğüne işaret eden çalışmalar vardır.

nil sarı & burhan akgün meczup; belli bir etkiye kapılmış, o tesirle kendinden geçmiş kimse demektir. cezbeye tutulmuş, demir tozlarının mıknatısa, pervanenin ateşe kapılışı gibi yoğun bir çekimle hak aşkında varlığını yitirmiş insan anlamına gelir.

nil sarı & burhan akgün akıl adamı terk ederse, “deli”; adam, aklı terk ederse, “meczûb” olur. örneği içki içip aklını bir kenara bırakanlara meczup ya da divane denir.

nil sarı & burhan akgün mecnun ve cinnet kelimeleri cin sözcüğünden türetilmiştir ve aklı zail olan kişiyi tanımlar. cin tutması, cin çarpması, tutarık gibi kelimeler sar’a hastalığı anlamına da gelir. epilepsinin doğaüstü bir güce bağlanmasının izleri antik dönemlere uzanır.

nil sarı & burhan akgün aklı örten ve sağlam idrake engel olan bir hastalığı olan kişi temyiz gücüne sahip değilse, “mecnûn” hükmünde sayılır ve akıl hastası kendi iradesi ile karar veremeyeceğinden, ehliyete arız olan hallere dahildir.

nil sarı & burhan akgün akıl hastanesi anlamında kullanılan bimârhâne, bimaristan ve tımarhane kelimeleri de aslında hasta evi/yeri ve tedavi evi anlamlarına gelir.

nil sarı & burhan akgün haseki (1550) ve atik valide (1582) darüşşifalarının vakfi yelerinde hastalarla ilişkide tabibin nazik, güleryüzlü, şefkatli, merhametli, bir baba gibi koruyucu olması bir ön koşul olarak belirtilmiştir.

nil sarı & burhan akgün ıı. bayezid darüşşifasını gezmiş olan evliya çelebi’nin anlattıkları vakfiyenin metniyle tutarlıdır:

evliya çelebi böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur… bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde edirne’nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı âşıklar çoğalıp, hekimin emriyle

evliya çelebi bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar… kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden söz eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan

evliya çelebi gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar.

nil sarı & burhan akgün evliya çelebi, hastanedeki müzik ile tedavi konusunda şunları yazmıştır:

evliya çelebi merhum ve mağfur bayezid veli hazretleri vakfi yesinde, hastalara deva, dertlere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def-i sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tayin etmiş ki, üçü hanende, biri neyzen, biri kemancı, biri musikarcı, biri santurcu, biri

evliya çelebi çengi, biri çenk santurcu, biri udcu olup, haftada üç kez gelerek hastalara ve delilere musiki faslı ederler. allahın emriyle, nicesi saz sesinden hoşlanır ve rahat ederler. doğrusu musiki ilminde neva, rast, dügah, segah, çargah, suzinak makamları onlara mahsustur.

evliya çelebi ama zengule makamı ile buselik makamında rast karar kılsa insana hayat verir. bütün saz ve makamlarda ruha gıda vardır.

nil sarı & burhan akgün tıp yazmalarında hastalıklar “esbâb” (sebepler), “alâmat” (belirtiler) ve “ilâc” (tedavi) adı altında üç bölümde incelenir. sebep kısmı nisbeten kısa tutulur, tedavi kısmına ise uzun uzun yer verilir.

nil sarı & burhan akgün hastalıkların etiyolojisi ve tedavisi hıltlar nazariyesine yani maddi sebeplere bağlanır.

nil sarı & burhan akgün örneği mâl-i hülyanın sebebi, dönemin hıltlar nazariyesi doğrultusunda ele alındığından, dimağda veya bütün bedende “kara sevdâ”nın artması olarak değerlendirildi.

nil sarı & burhan akgün sevdâ “ruh-ı nefsanî”yi bozduğundan organik bozuklukların psişik belirtilere sebep olduğu var sayıldı. diğer akıl hastalıkları da aynı şekilde hıltlar teorisi esas alınarak incelenir.

nil sarı & burhan akgün baş hastalıkları adı altında verilen akıl hastalıklarından “ser-sâm” (menenjit) şuur bulanıklığı, saçma konuşma, ateş, titreme belirtileriyle ayırt edilir.

nil sarı & burhan akgün “aşk” da bir hastalıktır. sevgilisine kavuşamayan insan yatağa düşer ve nihayetinde onda mâl-i hülya gibi bir hastalığın bile gelişebileceği belirtilir.

nil sarı & burhan akgün xıx. yüzyıl öncesinde osmanlı hekiminin akıl hastalarını hangi ilaçlarla ve yöntemlerle tedavi ettiklerini tıp yazmalarından ve osmanlı arşivi belgelerinden öğreniyoruz.

nil sarı & burhan akgün besin maddeleri ilk basamak ilaç tedavisi sayıldığından hastaların perhizle tedavisine büyük önem verilirdi. örneği, sevdavi mizaç kuru olduğundan böyle bir hastanın kuruyan dimağını rutubetlendirecek nemlendirici yiyecekler tavsiye edilirdi.

nil sarı & burhan akgün hastayı sakinleştiren, uyutan ya da uyuşturan ilaçlar da kullanılırdı. örneği, afyon ve lüffah (adamotu, mandragora offi cinalis) koklatılır; marul ve nilüfer suyu kaynatılıp natul yapılarak içirilirdi.

nil sarı & burhan akgün hastanın beslenmesi kadar çevresi ve temizliği de tedavide önemliydi. mukbilzâde mü’min bunu şöyle belirtir:

mukbilzâde mü'min tedavi edenler maraz sahibinin keyifli, latif, temiz evlerde oturmalarına çalışmalılar ki hastanın gönlü açılıp ferah olsun. evin içini de süslemeleri gerekir.

nil sarı & burhan akgün anadolu’nun bir çok yerinde bulunan ve halka dini ve sosyal hizmetler sunan tekkeler, ruh ve sinir hastalıklarının tedavisinde de önemli bir görev üstlenmişti. bunlardan en çok bilineni xıv.yy’da yaşamış karacaahmet sultan’ın adına kurulmuş olan tekke

nil sarı & burhan akgün ve ocaklardır. halk arasında “karaca ahmed ulu veli / akıllanır gelen deli” ilahisiyle anılan tekkeye hastalar elleri ve ayakları bağlı şekilde getirilirmiş. karacaahmed’in soyundan gelenler hastayı karşılar ve evlerine alırlar; burada bir çeşit muayeneye

nil sarı & burhan akgün tabi tutulan hasta eğer saralı veya bunamış ise “bu bizim hastamız değil, allah şifasını versin” diyerek kabul edilmez; hasta çılgınca bağırıyor ve üstünü başını yırtıyorsa kabul edilirmiş.

nil sarı & burhan akgün pir efendi sultan, saldırgan akıl hastalarını bu yeşil direğe zincirle bağlar, sükûnete gelinceye kadar bağı çözmez ve hasta sükûnete geldikten sonra verdiği ilâç ile takatini büsbütün azalttıktan sonra, okuma suretiyle telkinle hastayı tedavi edermiş.

nil sarı & burhan akgün hastayı tomruğa bağlama ve gece türbede yatırma, böylece korkutarak şok tedavisi yapma geleneğinin kabul gören bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz.

nil sarı & burhan akgün mongeri, akıl hastalarına karşı türk–islam geleneğindeki tutum ve davranışları değiştiren kişidir.

nil sarı & burhan akgün 15 mart 1876 tarihinde yürürlüğe giren bîmârhânelere dâir nizamnâme akıl hastalarının bimârhâneye yatırılmalarıyla ilgili olarak alışılmamış bir polis disiplini getirmiştir.

nil sarı & burhan akgün fransız débat gazetesi muhabiri ritti, monceri’nin müdür olduğu toptaşı döneminden şikayet eder ve toptaşındaki hastaların pek fakirâne ve sefilâne yatırılıp beslendiğini; ne temizliğin ne de tedavinin yapılabildiğini yazar:

ritti bimârhânede 620 kişi olduğu halde (450 erkek, 170 kadın) hepsi 150 yatakta koyun koyuna yatmaktadır. bu hastaların 70’i hristiyan’dır. hastanede bir başhekim, iki tabip ve 50 hastabakıcı vardır.

nil sarı & burhan akgün toptaşı bimârhânesi (1893-1908 yıllarında) adeta bir hapishaneye dönüşmüştü.

nil sarı & burhan akgün mazhar osman o dönemi “yer boşalıncaya kadar aylarca hapishanede kaldıkları çoktu. zamanla hapishaneye de sığmaz oldular. polis karakollarında deliler, sabıkalılarla beraber günlerce yatarlardı” diye anlatır.

nil sarı & burhan akgün artık akıl hastaları hemen hastaneye ya da hapishaneye kapatılmayacaktı. dr. avni mahmut bey, haseki’de bir müşahadehane kurdu; artık mecnunlar önce müşahedehaneye alınıyor, yatak açıldıkça toptaşı’na gönderiliyordu.

nil sarı & burhan akgün 1893’te mekteb-i tıbbiye-i şahane’den mezun olduktan sonra almanya’ya gönderilen ve burada akliye (psikiyatri) ve asabiye (nöroloji) ihtisasını alarak 1896’da türkiye’ye dönen raşit tahsin (1870-1936), aynı sene sonunda askeri tıbbiye’de emraz ve

nil sarı & burhan akgün seririyat-ı akliye ve asabiye muavinliğine atanmıştır. 1896 yılında emraz-ı akliye ve asabiye, emraz-ı dahiliyeden bağımsız bir ders haline getirilmiş ve raşit tahsin bu dersi 1898’e kadar haftada iki saat teorik, 1900’e kadar da iki saat teorik, iki saat

nil sarı & burhan akgün de poliklinik uygulaması şeklinde devam ettirmiştir.

nil sarı & burhan akgün cumhuriyet’in başlangıcında nöroloji ile psikiyatri hastaları ve doktorları bir aradaydı. psikiyatride organik yaklaşımın kökleşmesi bu dönemde başladı diyebiliriz.

nil sarı & burhan akgün ihsan şükrü aksel, türkiye’deki ilk nöropatoloji laboratuarını kurdu ve laboratuara büyük beyin mikrotomu dahil tüm modern aletler temin edildi.

nil sarı & burhan akgün rasim adasal, toptaşı’ndaki yeni gelişmeleri şöyle anlatmıştı:

rasim adasal ahmet şükrü (emet) laboratuarında akıl hastalarının bel suyu tahlillerini yapıyor ve buna ait bir kitap yazıyordu. ihsan şükrü aksel anatomopatoloji laboratuarında durmadan açılan beyinlerde akıl hastalıkları için patolojik lokalizasyon arıyordu.

nil sarı & burhan akgün yurtta görülen akıl hastalarının istanbul’a, bakırköy akıl ve sinir hastalıkları hastanesi’ne kadar sevk edilmesi tehlikeli ve güç bir iş olduğundan 1926 yılında ellişer yataklı elazığ ve manisa hastaneleri açılmıştır.

nil sarı & burhan akgün ikinci dünya savaşı yıllarında tüm türkiye’de görülen yokluk ve sefalet bakırköy’deki hastaları da çok etkilemiş, yaşam koşulları çok kötüleşmiş, kâh bakımsızlıktan kâh çeşitli hastalıklardan ötürü bir çok hasta ölmüştü (ölüm oranı %33-35).

tevfika tunaboylu-ikiz türk psikiyatri tarihi ve psikanalizin yeri

tevfika tunaboylu-ikiz uzun ve köklü bir geçmişe sahip olan toplumumuzun psikiyatr i tarihini incelediğimizde üç aşama ile karşılaşmaktayız : selçuklu, osmanlı ve türk psikiyatri uygulamaları.

tevfika tunaboylu-ikiz her bir dönemin kendine has yaklaşımları ve bir sonraki döneme aktardıklarını incelenerek günümüz psikiyatrisinin geldiği noktayı daha iyi anlayabiliriz.

tevfika tunaboylu-ikiz selçuklular, akıl hastalıklarının tedavisinde psikolojik yaklaşımlı telkin tedavileri yapmaktaydı. bunların içerisinde en önemli yerlerden birini karaca ahmet delilleri tedavi yurdu almaktadır.

tevfika tunaboylu-ikiz hastanın tecrit edilmesi, rejim yapması, meşguliyet tedavisi içeren bu yaklaşımlar üzerine hiç bir belge bulunmamaktadır. bu tarz tedaviler anadolu'da oldukça fazladır.

tevfika tunaboylu-ikiz böylesi topluluklarda dini otorite öylesine güçlüdür ki, hasta buna boyun eğmeye gelmektedir. böylesi kutsal yerlerin tedavi edici olduğunu işe tarikatlar söylemektedir.

tevfika tunaboylu-ikiz hemen hemen hiç bir metinde kesin olarak şu hastalığı bu ilaç tedavi eder tarzında beyan olmayıp «mücerriptir» kelimesi kullanılırdı.

tevfika tunaboylu-ikiz osmanlı tıbbı akıl hastalığını çok önem verip «kafa hastalığı» olarak adlandırılardı. tüm hastalıkların merkezi sinir sisteminden kaynaklanıp, organik nedenleri olduğu söylemi yaygındır.

tevfika tunaboylu-ikiz kısacası osmanlı'da iki tarz yaklaşımı görmekteyiz: hastalıkların kökenini organik bulan ve ilaç tedavisine güvenen doktorlar ile dini telkin ve inançlarla ilgili çalışmalar yapan tekkeler.

tevfika tunaboylu-ikiz bu iki tip tedavi hep karşı karşıya gelmesine rağmen en önemli nokta islâm ışığında türk hekimlerinin deliye batından çok değişik yer vermeleridir.

tevfika tunaboylu-ikiz deli yardım isteyen bir marjinaldir, foucault'nun dediği gibi toplumun kötü vicdanı olmayıp, dünyadan aynmlaştırılmış kişiler değildir.

tevfika tunaboylu-ikiz evliya çelebi seyahatnamesinde istanbul delilerinden bahsederken onlara «evliya» demektedir.

tevfika tunaboylu-ikiz delilik üzerine halk folklöründe geniş bir edebiyat vardır.

tevfika tunaboylu-ikiz 1815'de uzman olan mehmed said dönemin delilik sınıflamalarından bahsederken 56 çeşit deliden bahseder. bunlar bize deliliğin hepimize uyarlanabilirliğini söyleyip, insanın genel kavranışı üzerine yol gösterir.

tevfika tunaboylu-ikiz 1950-60 sonrası amerikan psikodinamik akımlarının etkisiyle tıp dünyası çalkalanmış, bu bağlamda psikanaliz türkiye'ye girememiştir.

tevfika tunaboylu-ikiz psikanaliz diğer tüm metodlardan farklı bir şekilde insanı sorgulamaktadır. insanla ilgileniyor ve insan üzerine sonsuz açıklamalar getiriyordu.

tevfika tunaboylu-ikiz hastalık ve sıkıntıların bertaraf edilmesinden çok varoluş sorgulaması üzerinde duran psikanaliz, avrupada 100 yıllık geçmişe sahipti.

tevfika tunaboylu-ikiz türk psikiyatri tarihine baktığımızda psikanalizle karşılaşmakta zorluk çekmekteyiz, bu yüzden de psikanalizin sürekliliği olan ve yüzyıllardır yaşayan türk kültüründe aranması gerekliliğine inanmaktayım.

lucas richert tedavi fıstık ezmesi değil, politik değişim demektir: amerikan radikal psikiyatri, 1968-1975

lucas richert amerikan psikiyatrisi bir karmaşa durumunda gibi görünüyor.

lucas richert birinci dünya savaşının hemen arkasındaki dönem amerikan ilaç piyasası ve akıl sağlığı araştırmacıları açısından önemlidir, bu döneme terapötik devrim denilebilir.

lucas richert bir tarihçi 1950-1960’lı yılların ikinci biyolojik psikiyatri dönemi olduğunu belirtiyor. başka bir grup tarihçi ise bu dönemin daha önceki dönemden daha farklı ve eklektik olduğunu, daha az kutuplaşma olduğunu söylüyor.

lucas richert bu makale radikal partiden, ve onun ilgili yayınlarının sosyopolitik temel ilkeler değişirken, alandaki psikiyatrik ve anti-psikiyatrik teorilerin yorumlanmasından, yeniden formüle edilmesinden ve aktarılmasından bahsetmektedir.

lucas richert dr. paul lowinger’e göre (kendisi radikal partinin kurucularındandır) psikiyatride radikallerin tarihi, 1960’larda tıptaki solun hikayesidir.

lucas richert 1960’larda görülen sağlık aktivizmi için radikal olmak gerekmiyordu, örneğin pensilvanya üniversitesindeki tıp öğrencileri ceketlerine “dikkat, ama(amerikan pazarlama birliği) sağlığınız için zararlı olabilir” yazan rozetler takıyorlardı.

lucas richert radikal psikiyatristler sağlık aktivistlerinden pek çok tüyo almıştır. ayrıca anti psikiyatri hareketi ile çakışmıştır.

lucas richert 1950’lerde abd’de sağ kanadın anti psikiyatri hareketi itibar görüyordu ve anaakım psikiyatriyi huzur bozucu, sol kanat, anti amerikan ve komünist olarak kabul ediyorlardı. aynı zamanda bu eleştiriler ayaktan tedaviyi teşvik ediyordu.

lucas richert 60’ların ortasında akıl sağlığı ile ilgili maliyetlerin hükümet üzerinden karşılanmasına yönelik bir hareket görülür.

lucas richert 60’larda anti psikiyatri akımı ingiltere ve abd kaynaklıdır. dr. thomas szasz “akıl hastalığının miti” isimli kitabında akıl hastalığının bir metafor olduğunu, psikiyatrinin tıbbi bir girişimden çok ahlaki ve politik olduğunu söylemektedir.

lucas richert 1960’ların ortalarında psikoanalitik yaklaşımın üstünlüğü zayıflamaya başlıyor.

lucas richert 1963’de kennedy zamanında toplum akıl sağlığı kanunu geçiyor, akıl sağlığı merkezlerinin finansmanını federal hükümetler karşılıyor ve kurum dışında tedavi üzerinde temel itici gücü de bu oluşturuyor.

lucas richert 1968 dsm ıı standart tanı sınıflandırma eksikliği alanın taraflı ve bilimsel olmayan karakteri üzerinden eleştirilere hedef oluyor.

lucas richert deli özgürlüğü cephesi (the ınsane liberation front) ve akıl hastaları özgürlük projesi (mental patients’ liberation project) zorla tedavi, zorla hastaneye yatırma, elektroşok, tiksindirici davranış tedavisi ve psikocerrahi gibi konulara karşı çıkmaktadır.

lucas richert psikiyatristler ve diğer sağlık çalışanları insanları toplumun baskıcı yapısına ayarlamak için enerjilerini kötüye mi kullanıyorlar?

lucas richert steiner’e göre psikiyatri bir politik aktivitedir.

lucas richert psikiyatri tıbbi olmayan kökenine geri dönmelidir. psikiyatristler hasta, hastalık ve tedavi gibi kelimeleri kullanmamalıdır.

lucas richert bu toplantıda istismar ve şiddet içeren tedavileri protesto ettiler.

lucas richert konuşmada gay erkekler üzerinde yürütülen klinik araştırma açıklanmaktaydı. elektroşokun olduğu ve kusmanın indüklendiği bu çalışma barbarca, gaylar iyidir, sesleri ile kesiliyor.