pınar doğu edebiyat zamansız itirazın, kararlı direnişin, estetik başkaldırının ötesindedir, ideolojiler üstüdür. enformasyon aracı değildir. sağaltıcılığı doğrudan vazife edinmez, değişime katkısı yavaş ama kesindir.

pınar doğu insan edebiyata aittir, edebiyat ise insana. hem herkese aittir, hem hiç kimseye ait değildir edebiyat.

hasan bin sehl edeb ondur: ud, satranç, savlecân, tıp, hendese, binicilik, şiir, nesîb, önemli olaylar, sonra gece sohbeti şiirleri, hadis ve meclislerde insanların öğrendikleridir.

mustafa şerif el-ânî [tıp kelimesi] üstün ile (et-tabb) okunduğunda, maharetli ve becerikli manasına da gelmektedir. bu yüzden bir doktorun edib, bir edibin de doktor olmasından daha doğal bir şey yoktur.

mustafa şerif el-ânî bir doktor, ibn sînâ‟yı filozof olarak değil de tabip olarak görür, bir filozof ise fârâbî‟yi tabip olarak değil, filozof olarak görür.

mustafa şerif el-ânî tabip gibi, edip de toplumun felaketlerini, hastalıklarını araştırır ve onu tespit ettiğinde ise tedavisine başlar.

mehmet akif duman doktor - tabip - hekim

muharrem özden ortaokul öğrencilerinin kitap ve kütüphane kavramına ilişkin metaforik algıları

muharrem özden öz: bu araştırmanın amacı, kitap ve kütüphane kavramına ilişkin ortaokul öğrencilerinin algılarını, metaforlar kullanarak analiz etmektir. nitel olarak desenlenen araştırmada fenomenoloji (olgubilim) deseni kullanılmıştır.

muharrem özden araştırma verileri katılımcıların, “kitap… gibidir; çünkü…”, “kütüphane… gibidir; çünkü…” cümlelerini tamamlamaları yoluyla elde edilmiştir.

muharrem özden kitap için en çok kullanılan metaforlar sırasıyla: “arkadaş”, “dost”, “hayat”; kütüphane için en çok kullanılan metaforlar sırasıyla:“ev”, “dünya”, “okul”dur.

muharrem özden katılımcıların kütüphane kavramına ilişkin geliştirdikleri metaforların kategorilere göre dağılımında ise kütüphanenin bilgi kaynağı olmasına ilişkin metaforlar birinci sıradadır.daha sonra;dinlendirici ve eğlendirici olması, değerli ve yaşamsal olması şeklindedir.

güler demir , ayşenur güneş türkiye’de halk kütüphaneleri yöneticilerinin ideal kütüphane kavramına ilişkin metaforik algıları

güler demir , ayşenur güneş bu çalışmanın amacı türkiye’deki halk kütüphaneleri yöneticilerinin “ideal kütüphane” kavramı ve “çalıştıkları kütüphane” bağlamında oluşturdukları metaforları karşılaştırarak var olan durum ile düşlenen durumu ve düşlenenin ne oranda gerçekleştiğini

güler demir , ayşenur güneş ortaya koymaktır. kütüphane yöneticilerinin ideal kütüphane kavramına ilişkin ağırlıklı olarak “kültür merkezi” metaforunu geliştirmiş olmaları, kütüphanelerin kültürel işlevlerinin öne çıkarılması arzusuna işaret etmektedir.

pervin bezirci dünya üniversite kütüphanelerinde mükemmellik örnekleri ve gelecek

pervin bezirci öz: çağdaş insanlara yaratıcı kütüphanelerde yenilikçi bilgi hizmetleri vermek son derece olağan ve alışılagelmiş hizmetler olarak düşünülür. ancak bu durumun tersi olarak, ilgili ortamda eğer bir kütüphane yoksa ya da kütüphane kapatılmışsa, insanlar bu olumsuz

pervin bezirci durumu hemen fark edeceklerdir. bilgi toplumlarında kütüphanelerin hizmetlerinde yenilik yönetimini başarıyla gerçekleştirdikleri ve yaşamı olumlu yönde etkiledikleri görülür.

mustafa akbulut islam ülkelerinde kütüphaneler, kütüphanecilik ve enformasyon hizmetleri

ömer dalkıran teknolojinin kütüphanelere etkisi: bilgi kaynakları açısından bir yaklaşım

hasan s. keseroğlu bilginin bilgisi: kütüphane ve bilgibilim kuramı sorunsalı

m.ali akcayol , mehmet şimşek , ilker bay türkiye’de e-kütüphane çalışmalarının durum analizi ve öneriler

abdullah murat mete geçmişten günümüze tıp merkezleri ve tıp kütüphaneleri

yaşar aydemir makedonya kütüphanelerinde bulunan türkçe yazma eserler üzerine

mustafa altun dünya kütüphanelerinde kitaplarımız

bünyamin ayçiçeği nuruosmaniye kütüphanesi türkçe şiir mecmû‘aları: inceleme-dizin

gökşen aras edebiyat ve kültür: bireysel ve toplumsal gelişmede okuma ve kütüphane alışkanlığı üzerine

irfan çakın kütüphanecilikte felsefî yaklaşım

serpil soyer sanat kütüphaneleri ve millî kütüphane plâstik sanatlar kütüphanesi

h.sibel ünalan üsküdar’da kütüphane mimarisi

ali bardakoğlu sözlükte “bir işe güç yetirme” anlamına gelen ve istitâat, tâkat, vüs‘ gibi kelimelerle belli bir anlam ortaklığına sahip olan kudret, fıkıhta sözlük mânasında sıkça kullanılmasının yanı sıra aynı anlam çerçevesinde dinî mükellefiyetin, ehliyet ve ifanın .......

ali bardakoğlu fıkıh usulünde kudretin teklifin şartı olarak zikredilmesi emredilen hususu yerine getirecek güç, yetenek ve donanımdan mahrum olmanın (acz) o fiilden sorumlu tutulmaya engel teşkil ettiği anlamını taşır.

abdullah eren hüsn ü aşk’ın kurgusunda belirleyici faktörlerden biri olarak acz

ismail altun hz. peygamber’in özel ilgi gösterdiği ilk şehit ailesi, mekke’deki yâsir ailesidir. islâm’da ilk şehit erkek sahabî, yasir b. âmir, ilk şehit kadın sahabî, onun eşi sümeyye, ilk şehit çocuğu ise oğulları ammâr’dır.

ismail altun mekke’de, ammâr, yâsir, ve sümeyye’yi öğlenin en sıcak saatinde kızgın kumluklara götürüp işkence yaptıkları nakledilmektedir.

ismail altun müşriklerin allah ve rasûlü aleyhine söyletmek istediklerini söylemeyen yâsir, sonunda yapılan işkencelere dayanamamış ve ruhunu teslim etmiştir.

ebü’l-hakem (ebû cehl) amr bin hişâm bin mugīre el-kureşî el-mahzûmî / ebü'l-hakem / bilgeliğin babası / cahilliğin babası / ebû cehil sen güzelliğine aşık olduğun için muhammed’e iman ettin.

ismail altun ebû cehil, mızrağını sümeyye’nin karnına sapladı ve onu şehit etti. islâm’da ilk kadın şehit de sümeyye oldu.

ismail altun islam’da ilk şehit çocuğu olan ammâr da, dininden döndürülmek için en ağır işkencelere uğratılan müslümanlardandı. kendisine demir gömlek giydirilir, yakıcı güneş altında tutulur, yapılan işkencenin ağırlığından ne söylediğini bilmez hale getirilirdi.

ismail altun insan, yapısı gereği aciz bir varlıktır. her istediğini ele geçiremez, her şeye güç yetiremez. üzüntülü anlarında sıkıntılarını paylaşacak ve kendisine yardımcı olacak birilerini arar ve bunları da güvendiği, değer verdiği ve büyük gördüğü insanlardan seçer.

abdurrahman kasapoğlu insanın çaresizliği ve fıtratın uyanışı

özden gelenler insaniyet insanın içinden gelen bir haslettir. insanı insan yapan duygular ve davranışların tümüdür.

özden gelenler nefret kişinin acizliği sonucu oluşan bir duygudur. acizlikten uzak olan bir kimse nefret duygusu nedir bilmez.

özden gelenler gönül pınarını içen bulur içmeyen ne bulur iç sen de gel bu pınardan bunun tadı nerede bulunur + bu tadı tadan bilir gerisi yalan bilir yalan dünya hiçlik verir boş dünyada, boş kafada fesat olur.

özden gelenler gönül pınarını geçme gel orada tat güzel suyu o şifalı suyu içen artık gam bilmez bu dünyada

özden gelenler bu gezegen boştadır her yönü ayaktadır gezen görür orayı tüm yanı açıktadır

özden gelenler sevgi, dostluk, hepsi hoş gezip dolaşmak ise boş bu dünyayı görmeden insanlığa hizmete koş + hizmet etmek zor olmaz gelip insafa dolmaz bu dünyadan geçmeyen insanlığı hiç bulmaz

özden gelenler teslimiyet deyip geçme ver kendini, sen vazgeçme bu dünyanın kirini seçme ol pak-i pir bu dünyada + yücelmek demekle olmaz, sabır ister gayret ister, hoşgörü ister girersin bir çarkın içine, verirsin kendini ilmine olursun yücelerin yücesi

özden gelenler sağlık başın tacıdır en büyük ilacıdır vermezsen ona kıymet sonra o seni acıtır

özden gelenler gel bu dünyaya gör neler var bu dünyada güzellerden demet var gitme arama başka yerde güzeli hepsinin iyisi burada var + değil insan bu diyarda boş hepsi dolu hepsi hoş hepsi birbirinden hoştur hoş kimse aramaz başka gaye

özden gelenler taşın üstüne taş konmaz başın üstüne baş konmaz koydum diyen yanılır yaptım diyen anılır

nadire özdemir türkiye barolar birliği disiplin kurulu kararları ışığında ahlaki aktivist avukat yaklaşımı

nadire özdemir özet: avukatlık meslek etiğinin tanımı, meslek kurallarına etik değerlerin dâhil edilip edilmeyeceğine göre hukuk merkezli veya ahlak merkezli yapılabilir. ahlaki aktivizm yaklaşımı, avukatın müvekkilinden çok adalete karşı sorumlu olduğunun altını çizen

nadire özdemir ahlak merkezli yaklaşımlardan biridir. bu makalede türkiye barolar birliği disiplin kurulu kararları ışığında ahlaki aktivist avukat pratiğinin uygulamada nasıl yorumlanabileceğini tartışacağım.

nuray seyhun hurma ağacı insanlar tarafından yetiştirilen en eski ağaçlardan biridir.

nuray seyhun hurmanın dünya çapındaki üretimi son 40 yılda neredeyse 3 kat artarak 2010 yılında 7.680.000 tona ulaşmıştır.bu sürede dünya nüfusu 2 kat artmıştır.

nuray seyhun yüzyıllar boyunca milyonlarca insan için temel gıda maddelerinden biri olarak görev yapmasına rağmen hurmanın sağlığa yararları üzerine çalışmalar yetersiz kalmıştır.

nuray seyhun hurma üzerinde daha ileri tetkiklerle çalışmalar yürütülür ve yararlı etkileri, mekanizmaları valide edilebilirse tüm dünyada potansiyel tıbbi bir gıda olarak öne çıkabilir.

cevat yerdelen azmizade haletî'den bir mersiye

cevat yerdelen haleti'nin mersiyesinde hakim olan duygu, medhi'nin öümünden duyduğu acıdır. sanatçı olaylara ve tümüyle hayata, dünyaya bu acısının etkisiyle subjektif olarak bakmakta, her şeyona çok olumsuz görünmektedir.

cevat yerdelen şöyle ki ona göre dünya-felek: fani ve suret-bazdır, şanı halkı öldürmek olan bir kavramdır, çeşmesinden zehr akar, cahili göğe çeker, dil ehlini toprağa salar, mizanı bozuktur, pervaneyi yakar, ağyara hizmet eder, andelibin varını berbad etmiştir,

cevat yerdelen belalarla doludur, kötülüğe doymaz, bütün dünya halkını ağlatır, değirmenini, ağlattığı insanların gözyaşlarıyla döndürür, ağyara iltifat eder, dil ehlini ağlatır, rakibi vasl ile sevindirir, aşk ehlini inletir, yakub'un gönlünü, yusufun makamını zindan etmiştir,

cevat yerdelen yer altında hazineler saklar, önce mihman eder sonra öldürür, durmadan kan döker, hiç acıması yoktur, şahları gaflete düşürüp sonra tahtlarından indirir.

cevat yerdelen her insan gibi hllleti de kendi duygularına uygun bir dünya ve hayat düzeni hayal etmekte, mevcut dünya ve hayatı genel olarak haksız ve adaletsiz bulmaktadır. bu dönen çarh öylesine kötüdür ki onun kötülüğünü görmeyen kalmamıştır.

cevat yerdelen gökteki kubbeler adeta dünyaya ölüm yağdırmakta ve bununla da övünmektedirler.

cevat yerdelen haleti'nin mersiyesindeki ıstırabın kaynağı olan ölüm, insanlığın doğuşundan beri hep hayatın istenmeyen bir yönü olarak görülmüş ve hep yakınmalara konu olmuştur.

cevat yerdelen şair dargın ve kırgındır. dargınlık ve kırgınlıklar, muhatapların birbirine yakınlaşmasıyla giderilebilecek sosyal ve psikolojik bir olgudur. şairin kırgın olduğu makam ilahidir ve erişilmesi mümkün değildir.

cengiz asiltürk kamerayı nereye koyalım? oyunculara ne demem gerekiyor? sahnemiz ne anlatıyor? hiç kuşkusuz, yönetmenin öneelikle kendi kendisine sorup yamtlaması gereken bu sorulardır.

cengiz asiltürk çoğu yönetmen, sanki film baş oyuncunun eylemlerinin bir kayıdıymış gibi "oyuncu etrafında dolaşalım" yaklaşımını benimser (mamet, 1997: 1). bu yaklaşım yanlış. yönetmen, bir hikaye anlatıcısıdır her şeyden önce.

cengiz asiltürk sanatçının, içinde yaşadığı toplumun bir parçası olduğu muhakkak. bu toplumun sahip olduğu zihniyetle yoğurulmaktan kaçması neredeyse olanaksız.

cengiz asiltürk birçok özelliğinin yanında yönetmen, yazıyı görüntüye dönüştüren sanatçıdır. sinema zaten öncelikle görüntüdür.

cengiz asiltürk filmin herhangi bir çekiminin filmin genel anlatımından (bir kusur sonucu) kopuk, yetersiz olması akılda kalıcıdır; filmimizi zedeler. öyleyse büyük bir dikkat, büyük bir titizlik gerektiren bir iş yapıyoruz demektir.

cengiz asiltürk şiir sanatını ele alıyor gibi düşünelim, dizede işlevi olmayan yada dizede uygun durmayan sözcük şiir-yapının istenen etkisini bozacaktır. film-yapıda yer alan uygunsuz çekim de, aynı sonuca yol açar.

cengiz asiltürk öyleyse yönelmen denen kişi, birçok bilgi, deneyim, gözlem ve yeteneklerle donanmış olmalıdır. bu donanımların da her koşulda yetmediğini sinema tarihi göstermektedir.

cengiz asiltürk belki bu durum ilk bakışla bilimsellikten uzak görünebilir, ama durumun hiç de öyle olmadığı bir sözle ortaya konulabilir: "yönetmen son kertede filme ruh üfleyebilen kişidir."

cengiz asiltürk nabokov (1988: 12) da, "insanoğlunu yoğurup ona biçim veren belli başlı üç tane güç vardır. bunlar; kalıtım, çevre ve bilinmeyen x faktörüdür" der. ideal bir yaratıcı yönetmen, bu bilinmeyen x faktörü açısından kendiliğinden, olduğu gibi biridir.

cengiz asiltürk bu senaryo görselliğe dökülmeli. öyleyse filmin rengi ne? bu öykü hangi renkle daha iyi atmosfere kavuşur? bu filme nasıl bir ışık yapılmalı. film, nasıl bir mekanda, hangi mevsimde çekilmeli? oyuncular kimler olabilir?

cengiz asiltürk senaryo dediğimiz metin bizim yol haritamız olabilir, ama onun edebi bir değeri yoktur. kutsanmaya değer olan bitmiş filmimizdir.

cengiz asiltürk yazınsal metnin üzerinde onu yaratandan başkası oynayamaz. ona bir şey ekleyemez, onun bir bölümünü genel yapıdan çıkaramaz. bu rıederıle, senaryo yazınsal bir metin değildir.

cengiz asiltürk dekupaj, kurgu sırasında bir araya gelecek olan çekimlerin biçimlerinin, kadrajlarının, uzunluklarının ve kamera açılarının kağıt üzerinde öngörülmesinden başka bir şey değildir.

cengiz asiltürk sinema filmlerinde, görüntü çerçevesi içinde en çok yer alan varlık insan olduğu için, çekim kadrajlarının belirlenmesinde insanın vücudu referans alınır. örneğin görüntü çerçevesi insanın başıyla doluyorsa, bu durumda ortaya çıkan çekime baş çekim denir.

cengiz asiltürk bu tanıma uygun olarak; omuz çekim, göğüs çekim, bel çekim, diz çekim, boy çekim ve daha çok oyuncuları çereçevede gördüğümüz ikili çekim, çoklu çekim; görüntünün uzaktan çekimi orta genel çekim;

cengiz asiltürk daha uzaktan çekim yapılırsa genel çekim; nesnelerin ayrıntısının kadrajda olduğu ayrıntı çekim bu anlayışla tanımlanır.

cengiz asiltürk sahneleri nasıl parçalayacağım, yani dekupe edeceğim? sahnenin kaç biçimde çekilme olasılığı var? sonsuz sayıda mı? evet, sonsuz sayıda olabilir. oysa kimi sahneler, "beni böyle çekmelisin" diyebilir.

cengiz asiltürk "sinema, görüntüyle öykü anlatma sanatı" da değil, "görüntüyle öykü-serüven yaşatma sanatıdır."

cengiz asiltürk ne şiirin ne felsefenin ne tiyatro sanatının yakalayabileceği o özün özüne ancak sinema diliyle ulaşılabilir (bresson, 1992: 32). oyuncu burada kuşkusuz en önemli "görsel değer'dir.

cengiz asiltürk oyuncu nasıl bakacaktır? konuşurken jest ve mimikleri nasıl olacaktır? oyuncu replik söylerken nasıl davranacak, eylem içindeyse neler yapacaktır? çevresindeki nesnelerle ilişkisi hangi boyutta olmalı?

cengiz asiltürk yönetmen oyuncusuyla ilişki kurarken, kimi sıkıntılarla karşılaşabilir. bu sıkıntıların kaynağı, çoğu zaman oyuncunun yönetmene inanmamasıdır. bir oyuncu ona niçin inanmaz ya da niçin inanacaktır? yönetmenlik belki de bu sorunun cevabında yatmaktadır.

cengiz asiltürk sonuç olaraka, dramatik bir örgüyü görsel yoldan anlatacak yönetmenin birçok niteliği taşıması gerekir. yaratıcılığının yanında, bilmesi gereken kurallar vardır.

eyüp akman "çal" kelimesinin etimolojisi ve kastamonu'da çal ile ilgili yer adları

eyüp akman çal kelimesi rasanen'de, ad olarak "gri, kızılımsı gri (at renkleri için), ekşi bir içecek, suyla karıştırılmış deve sütüne verilen ad" şeklinde yer alırken fiil olarak da hızlıca vurmak, tutmak, yakalamak" şeklinde geçer.

eyüp akman yazar, "çalış-" fiilinin kökünü de bu fiile bağlamaktadır.

eyüp akman doerfer de bu kelime için yukarıdan beri saydığımız anlamaları verdikten sonra kelimenin türkçeden pek çok dile geçtiğini söyler ve kelime kökünü "ça" olarak açıklayan ramset'e, bununla ilgili herhangi bir kanıt yok diyerek karşı çıkar.

eyüp akman çal kelimesine, ad olarak "taşlık yer, ormanlık, düz ova, mezar, sırık, ağıl, çit, ala renk, çukur, yuva" gibi birbirinden farklı manalar yüklenirken, kelimeye fiil olarak "vurmak, hırsızlık etmek, alet çalmak, ısırmak, ilave etmek, kesmek, andırmak, bir şey sürmek,

eyüp akman fırlatmak, çekmek" anlamları yüklenmiştir.

eyüp akman kelimenin fiil olarak temelde iki farklı anlamı vardır. bunlar, dokunmak ve ilave etmek. diğerleri bu iki fiile yakın anlamlıdırlar.

eyüp akman konuyu biraz daha açacak olursak, kelimeye yüklenen anlamlardan vurmak, alet çalmak, ısırmak, kesrnek (hayvanı kesmek), çekmek, hırsızlık etmek (el uzatmak, almak) doğrudan dokunmak (temas etmek) fiiliyle alakalıdır.

eyüp akman kelimenin etimolojisini bulmada sözcüğün hem ad hem de fiil olarak kullanılması işimizi biraz daha zorlaştırmaktadır. bildiğimiz kadarıyla bu tür sözcükler (hem ad hem fiil olan) hakkında pek çalışma yapılmamıştır.

eyüp akman efrasiyap gemalmaz ise bir sözcüğün hem isim hem de fiil olmaması gerektiği görüşündedir.

eyüp akman ona göre sesteş ve aynı zamanda hem isim hem fiil olarak kullanılan kelimeler (tat-, tat; gerek-,gerek vb.) aralarında anlam ilişkisi olmak koşuluyla asil olarak, fiil konumumdadırlar.

eyüp akman burada karşımıza bir sorun çıkmaktadır: "çal" kelimesinin kökünü "ça" olarak kabul ettiğimizde bu köke ad mı diyeceğiz fiil mi? tuncer gülensoy adı geçen sözlüğünde "çal" kelimesinin kökünü "ça" olarak kabul etmekte ve bu köke yansıma sözcük demektedir.

eyüp akman biz ise bu kökün fiil olduğunu kabul ediyoruz. çünkü "yaygın kanaate göre türkçe bir hareket dilidir, tabii bu da milletin yaşadığı hayat tarzıyla ilgilidir. bu yüzden kök halindeki kelimeler, çoğunlukla hareket ifade eden kelimeler, yani fiillerdir.

eyüp akman bu köylerden araç'ın çal köyüne gittik ve bazı incelemelerde bulunduk. köyün coğrafi özellikleri, yukarıda kelimeye yüklenen anlamlar ile aynıdır. yani köy, tamamen taşlık bir alana kurulmuş, kayaların arasına sıkışıp kalmıştır. bu da bize gösteriyor ki

eyüp akman atalarımız yer adlarını verirken son derece bilinçli olarak vermektedirler. günümüzde ise bazı yer adlarımız değiştirilmekte, yerlerine manasız isimler verilmektedir. bu konuda duyarlı olmamız, ata mirasına sahip çıkmamız gerekmektedir.

franz clemens honoratus hermann brentano “duyusal bir imajla birlikte olmayan genel bir düşünce düşünemeyiz. nasıl ki genel bir önermeyi kanıtlamak isteyen bir matematikçi kuma belirli bir üçgen çizip ve o üçgeni gözlemleyerek genel doğruluğu keşfederse,

franz clemens honoratus hermann brentano aynı şekilde bir başkası da, başka bir şeyi tasarladığında, duyusal yetisinde daima uygun bir tasarıma sahiptir.

franz clemens honoratus hermann brentano rengi tecrübe etmekle ve bu tecrübenin beraberinde gelen tecrübe, birbirlerinden farklı nesnelere doğru yönelmişlerdir. her yalın yargının kendi nesnesine, iç algısının ya da ikincil bilincinin nesnesi olarak sahip olduğu açıktır

franz clemens honoratus hermann brentano ve iç algının her nesnesi, açık bir yargının nesnesi olabilir. eğer bir dağ üzerine düşünüyorsam o zaman açıklıkla yargıda bulunabilirim ki –ve bu yüzden doğrulukla– ben dağ üzerine düşünüyorum.

diler ezgi tarhan franz brentano ve edmund husserl’de psikolojizm sorunu

diler ezgi tarhan felsefeden ayrılan sosyal bilimlerden biri olarak psikoloji, 19.yy’da çeşitli araştırma enstitüleri ve dernekler bünyesinde kurumsallaşarak kendi bağımsızlığını ilan etmiş ve kendi bilimsel vizyonunu kurmaya çalışmıştır.

diler ezgi tarhan ancak psikolojinin uygulama sahasının sosyal alanlardan çok, tıbba yakın olduğu aşikardır. bu nedenle sosyal bilimlerden ziyade doğa bilimlerine yakınlaşan psikoloji, biyolojik bir bilime yakınlaştığı ölçüde bilimsellik kazanacağına inanmıştır.

diler ezgi tarhan nitekim bu dönemde birçok kişinin gözünde bilimsel bakımdan meşru kabul edilebilecek tek psikoloji, fizyolojik hatta kimyasal psikoloji olmuştur.

diler ezgi tarhan hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan deneyler yoluyla insanın davranış şekilleri ve bu davranışların arka planını oluşturabilecek bilişsel süreçlerin varlığına dair nörolojik bulgular elde eden psikoloji, ruh-bilimcilik olarak biliniyorsa da,

diler ezgi tarhan doğrudan ruhu inceleyen bir alan değil, ruhsal yapıların davranışlar üzerinden kavranılmaya ve açıklanmaya çalışıldığı bilimsel etkinliğin adıdır.

diler ezgi tarhan psikolojizm akımı, bilmeyi mümkün kılan bütün zihinsel edimleri psişik birer sürece indirgemekte ve felsefedeki epistemolojik sorunların çözümünü bu psişik süreçlerin psikolojik açıdan incelenmesinde bulmaktadır.

diler ezgi tarhan locke ilk ve en popüler psikolojist sayılmaktadır. locke’un kitabının geneline yayılmış olan ‘saf öznelliğe yönelim’; psikolojizmin belirgin olarak kitabın geneline nüfuz ettiğini göstermektedir.

diler ezgi tarhan psikolojizmin temel argümanları, uzunca bir zaman boyunca, doğrulukları sorgulanmayı gerektirmeyecek kadar aşikar ve tabii hakikatler olarak görülmüştür.

diler ezgi tarhan frege’nin psikolojizme karşı eleştirilerinin temel dayanağını, onun, mantık ile düşünsel süreçler arasında hiçbir bağ kurmaması oluşturmaktadır. frege’ye göre mantık, nesnel ve kamusal bir alandır; oysa zihinsel süreçler, öznel ve kişisel süreçlerdir.

diler ezgi tarhan her ne kadar bazı noktalarda psikolojizme düştüğü iddia edilse de “bugün hala tipik bir anti-psikolojizm temsilcisi olarak sayılmaya devam eden husserl, mücadele ettiği psikolojizm’i şu noktalarda karakterize etmiştir:

diler ezgi tarhan 1 hakikatin genel geçerliliğini insani yapısal determinizme dayandıran ya da bilginin genel geçerliğini yadsıyan herkes, psikolojist olarak adlandırılır. 2 bilhassa onlar, ‘evidenz’i (apaçıklığı) bir sezgi olarak kavrarlar. 3 yargının doğruluğunun, yargının

diler ezgi tarhan hakikate uygunluğu olduğunu reddederler. 4 kavrayış yeteneğinin edimlerinde tecrübe edilen ideal nesneleri, ideal anlamları, cümleleri, olguları, ideal birlikleri yadsır, yargıların içeriklerini, pozitif ve negatif olarak verilen ideal birlikler olarak görürler.

diler ezgi tarhan husserl ve brentano felsefelerinde psikolojizm sorununu araştıran bu tez, husserl ve brentano felsefelerinin ana hatları ile psikolojizm düşüncesinin kökeni ve içeriği incelendikten sonra her iki filozofun felsefeleri açısından değerlendirilmiş ve tezin

diler ezgi tarhan nihayetinde ne brentano ne de husserl’in topyekün bütün felsefeleri uyarınca psikolojist olarak değerlendirilemeyecekleri kanaatine varılmıştır. ancak bununla birlikte brentano ve husserl felsefelerinin psikolojizme düştükleri yahut düştüklerinin

diler ezgi tarhan iddia edildiği noktalar irdelenmiş ve aydınlatılmıştır.

ülker öktem fenomenoloji ve edmund husserl'de apaçıklık (evidenz) problemi

ülker öktem edmund husserl, yirminci yüzyılın ünlü felsefi akımlarından "fenomenoloji" nin kurucusudur. fenomenoloji, bilindiği üzere, özü görüleme yöntemidir. "felsefe, felsefelerden değil, şeylerden, fenomenlerden hareket etmeli; şeylere, fenomenlere

ülker öktem dönmelidir" sözüyle ünlenen edmund husserl'in geliştirmiş olduğu bu yöntem, öze ilişkin bilginin olanağını kabul etmeyen ondokuzuncu yüzyıl felsefesine tepki olarak doğmuştur.

ülker öktem husserl'e göre, bir öz ontolojisi olan fenomenoloji, bütün bilimlerin temelinde yer alır.

ülker öktem fenomenoloji, 'özü görüleme yöntemi' olmakla birlikte, bu yöntemle, aynı zamanda 'fenomen' in ne olduğu ve nasıl kavranabileceği de sorgulanır ve incelenir.

ülker öktem sonuç olarak, çağımız filozofu husserl'in, tıpkı ilkçağın büyük filozofu platon gibi, kalıcı, değişmeyen, kendi kendisiyle aynı kalan hakikatin varlığına inandığını, ancak, bu hakikate, platon'dan farklı olarak, fenomenlerden giderek, duyusal algılama aktı

ülker öktem sayesinde ulaşılacağı tezini savunduğunu ve asıl yapmak istediği şeyin, platon ve kant felsefelerine dayanmakla birlikte, bu felsefeleri, bulutlardan aşağıya indirmek olduğunu söyleyebiliriz.

ilyas altuner descartes felsefesinde kuşkudan bilgiye geçiş ve zihnin kendini kavrayışı

edmund gustav albrecht husserl anlamanın zorunlu kullanımı yine de anlamanın bir kullanımıdır ve anlamanın kendisiyle birlikte psikolojiye aittir. olması gerektiği gibi düşünme olduğu gibi düşünmenin sadece özel bir biçimidir. psikoloji kesinlikle düşünmenin doğal yasalarını,

edmund gustav albrecht husserl doğru ya da yanlış tüm yargılar için geçerli olan yasaları araştırmalıdır. bununla beraber ne tür olursa olsun tüm yargılara en kuşatıcı genellikle uygulandığı haliyle böylesi yasalar sanki sadece psikolojikmiş gibi bu önermeyi yorumlamak saçma

edmund gustav albrecht husserl olur. oysa yargının özel yasaları, doğru yargının yasaları gibi, onun kapsamı dışında kalır.

imran aslan 1990 sonrası türk sinemasında film dilinin kullanımı

hâşim hüsrevşâhî kola mı? fare ezmesi, böcek özü! afiyet olsun!

ethem öztürk evet müslümanların oruç zamanı coca kola ilen açmaları asla doğru değildir. tutukları oruç kabul olunmaz çünkü coca kolanın içerisinde her şey bulunmaktadır.

izzet güllü birçok insanda analitik düşünme eğilimi ve kapasitesi olmadığı gibi, son derece düz işleyen son derece sığ bir düşünce işleyişi de söz konusu. bence bu toprakların en büyük handikaplarından en önemli yumuşak karınlarından 1 tanesi de bu.

esra egüz priştineli begzâde nûrî divanı ve divan’daki şifreli yazılar

etimolojiturkce / etimoloji türkçe arapça slḥ kökünden gelen silāḥ سلاح "silah" sözcüğünden alıntıdır.(not: arapça sözcük ibranice şelāχ שלח "a.a.,özellikle mızrak gibi fırlatılan silah"sözcüğü ile eş kökenlidir. bu sözcük ibranice şlχ שלח "gönderme" kökünden türetilmiştir.)

işaya sana karşı yapılan hiç bir silâh işe yaramıyacak; ve hükümde sana karşı kalkan her dili suçlu çıkaracaksın. rab kullarının mirası budur, ve onların salâhı bendendir, rab diyor.

nebi bozkurt silâh (çoğulu esliha) kelimesi genel olarak bütün savaş aletlerini ifade etmekle birlikte ilk dönemlerde en fazla tanınan türler olduğundan daha çok kılıç, ok ve mızrak için kullanılmıştır.

nebi bozkurt insanın icat ettiği ilk alet olan silâhın bilinen en eski örneği yontma taş döneminin başlarına kadar giden el baltasıdır.

nebi bozkurt bu silâh, avuç içine oturması ve vurulduğu yeri daha fazla tahrip etmesi için kabaca biçimlendirilerek alt tarafı hafifçe sivriltilen armudî bir çakmak taşı veya volkan camı parçasından ibarettir; daha sonra yassı şekilde yontulup sırımla bir sopaya bağlanmak

nebi bozkurt suretiyle kullanılmıştır. mağara resimlerinden balta ve bıçak benzeri ilk taş aletlerin yanı sıra ilk mızrak ve ok-yayın da yine aynı dönemde -taş uçlu olarak- icat edildiği anlaşılmaktadır.

nebi bozkurt kitâb-ı mukaddes’te demir silâhla öldürmekten söz edilmekte, genel olarak silâh, özel olarak kılıç ve ok-yay çokça geçmektedir.

salim aydüz osmanlılar’da. harp aleti olarak osmanlılar kesici ve delici tabir edilen muhtelif silâhlar kullanmışlardır.

salim aydüz özellikle xıv. yüzyılda klasik silâh teknolojisinde meydana gelen değişim ve ateşli silâhların ortaya çıkışı osmanlılar tarafından yakından takip edilmiş, bu yeni tür silâhlar hiçbir dinî ve örfî endişe olmaksızın benimsenmiştir.

salim aydüz ateşli silâhlardaki gelişime rağmen eski kesici ve delici silâh türleri xvıı. yüzyılın sonlarına kadar önemlerini yitirmemiş, xvııı. yüzyılın başlarından itibaren yerini tamamıyla ateşli silâhlara terketmeye başlamıştır.

gábor ágoston ateşli silâhların osmanlılar tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kesin olarak bilinmemektedir.

gábor ágoston avrupa’da ve osmanlılar’da görülen ilk toplar dövme demirden yapılmış olup ayrılabilen barut haznesine sahipti ve arkadan doldurulmaktaydı.

gábor ágoston kanon sınıfından büyük osmanlı muhasara topları arasında şayka, balyemez ve bacaluşka özellikle öne çıkmaktadır.

gábor ágoston osmanlı kaynaklarında şakaloz, şakloz, şakolos, şakalos, şakulos, şakulus, sakolos, sakalos, çakaloz, çakalos, çakanoz diye anılan silâhların ismi “kanca tüfek” mânasına gelen macarca “szakállas” kelimesinden gelmektedir.

gábor ágoston osmanlı ve avrupa toplarını mukayese eden batılı tarihçilerin osmanlı topçuluğunun esasta hantal ve ağır dev toplardan oluştuğunu,

gábor ágoston dolayısıyla osmanlı top teknolojisinin daha küçük ve hareketli topları imal edebilen avrupa top teknolojisinden geride kaldığını ileri sürmeleri hatalıdır.

şerafettin turan sözlükte “silâh taşıyan” mânasında farsça bir kelime olan silâhdâr, büyük selçuklu devleti’nden itibaren bazı türk-islâm devletlerinde askerî ve idarî bir görevi ifade etmek için kullanılmıştır.

şerafettin turan silâhdarların osmanlılar’a gelinceye kadar daha çok sultanların silâhlarını taşıma göreviyle sınırlı olan askerî mükellefiyetleri zamanla idarî bir mahiyet alarak büyük önem kazanmıştır.

şerafettin turan selçuklular’da devlete ait silâhların ve askerî malzemelerin muhafaza edildiği bir yer olan zerdhâneyi (zırhhâne) kendisine bağlı, pek çoğu türk asıllı kişilerden oluşan “gulâmân-ı silâhdârân” adındaki özel bir grup vasıtasıyla korumaktan sorumlu tutulan

şerafettin turan ve silâhî ismiyle de anılan silâhdarlar sarayın dâimî hizmetlileri arasında yer alır. bu grubun başında olan kişi emîr-i silâh unvanını taşımakta olup merasim zamanlarında tahtın yanında bulunur ve geçitlerde sultanın silâhını taşır.

şerafettin turan nizâmülmülk’ün siyâsetnâme’sinde silâhdar sarayın en güvenilir görevlisi diye tanımlanır.

şerafettin turan osmanlılar’da silâhdarlığın yıldırım bayezid döneminde ortaya çıktığı kabul edilir. osmanlı uygulamasında silâhdarlık, bir saray kurumu olmanın yanı sıra devlet adamlarının maiyetlerinden bir kısmıyla kapıkulu bölüklerinden birinin adıdır.

şerafettin turan silâhdarlık makamında bulunan kişiye silâhdar ağa veya silâhdâr-ı şehriyârî denilir.

şerafettin turan padişaha ait bütün silâhların muhafazasıyla yükümlü tutulan silâhdar ağa merasimlere başında kırmızı kadifeli ve zülüflü üsküf, üzerinde hazine malı olan incili ağır bir kaftan, beline çifte paftalı, gayet pahalı som mücevherli kemer

şerafettin turan ve altın köstekli som murassa‘ ve değerli bıçak takarak at üstünde katılır, hükümdarın seyf-i selîmî adı verilen kılıcını sol omzuna, alaylarda ise sağ omzuna alarak hünkârın sağ gerisinde yürür.

şerafettin turan sabah namazından yatsı namazının sonrasına kadar günün tamamını padişahla birlikte geçiren silâhdarlar yeni uygulamayla birlikte padişahla yapılacak her türlü yazışmayla ilgilenmiştir.

şerafettin turan silâhdar ağaların makamın artan önemine paralel olarak görev çeşitleri de fazlalaştığından maiyetlerindeki hizmetlilerin sayısı arttırılmış ve toplam otuz dördü bulmuştur.

şerafettin turan silâhdar ağanın arması kılıçtı. silâhdarlık görevine tayin edilen kişilere başta acemilik adıyla bir miktar para verilirdi. xvı. yüzyılın başlarında 20 akçe ulûfe alan silâhdarların yevmiyeleri zamanla artmış ve xvıı. yüzyıl ortalarında 40 akçeye, xvııı. yüzyılda

şerafettin turan 60 akçeye çıkmış, daha da artan önemine uygun biçimde xvııı. yüzyıl başlarında 300 akçe ile emekliye sevkedilmişlerdir. ayrıca kendilerine câme-i hâssa ismiyle senede dört kat elbiselik kumaş verilirdi. ulûfeleri dışında has gelirleri de vardı.

şerafettin turan padişahın yanında bir hassa bölüğü durumunda olan silâhdarların başlıca görevleri alaylarda ve cuma selâmlıklarında padişahın solunda yürümek, savaş sırasında ana merkezde saltanat sancağının sol tarafında yer almak, yürüyüşlerde yahut padişahın iştirak

şerafettin turan ettiği seferlerde onun geçeceği yolları açmak, köprüler yaptırmak ve tuğların dikilmesi için yolun iki tarafına sancak tepesi denilen tümsekler hazırlatmaktı. bu tümsekler sefere serdar olarak sadrazamın katılması durumunda sadece yolun sol tarafına yapılırdı.

umut vakfı türk ceza kanunu’na göre silah tanımı

türkiye atıcılık ve avcılık federasyonu havalı tabanca/tüfek minikler kategorisinde kullanılabilecek olan silah destek modeli

özgür özuğur , m. kemal leblebicioğlu akustik algılayıcı ağının optimizasyonu ile ateşli silah konumunun tespit edilmesi

m. şaşmaz istiklal savaşı gazilerinden general ragıp turgay'ın istanbul'dan silah kaçırılması ve anadolu'ya geçişi ile ilgili hatıraları

metin ünver teknolojik gelişmeler ışığında osmanlı-amerikan silah ticaretinin ilk dönemi

zeynep iskefiyeli bağımsız ermenistan yolunda vazgeçilmez bir unsur olarak silahlanma (1890-1895)

serdar öztürk eşkiyalar, kabadayılar, külhanbeyiler ve silah toplama

merve işeri nepesov , meltem ayata dinleyici , ömer kılıç oyuncak silah mermisiyle oluşan künt travmaya sekonder yumuşak doku apsesi; olgu sunumu

hümanist büro savaş istemiyoruz! çocukları öldürmenizi istemiyoruz! + silahlı çatışmanın sürdüğü illerde çocukların durumu raporu

bahattin aydoğdu , mehmet özgür kuzdan , süleyman çelebi , seyithan özaydın , serdar sander çocukların tehlikeli oyuncağı: havalı silah ile bir yaralanma olgusu

muhammet can , albert çakar , abdurrahim gözen , tülin türközü ortopedi kliniğinde tedavi edilen çocuk ateşli silah yaralanmaları

ümmühan elçin ertuğrul silahlı çatışmadan kaçanların (yerinden edilenlerin) uluslararası hukukta korunması

mehmet beşirli ıı. abdülhamid döneminde osmanlı ordusunda alman silahları

erdem sarıkaya bağdatlı rûhî divanı’nda osmanlı savaş kültürüne ait kavramlar

özge öztekin türk kültürünün geleneksel sporlarından biri olan tüfek atıcılığının xvııı. yüzyıl divan şiirine yansımaları

nadir ilhan , mustafa şenel dîvânu lugat’it türk’e göre av, avcılık ve hayvancılıkla ilgili kelimeler ve kavram alanları

gülçin tanrıbuyurdu klâsik türk şiirinde “kılıç duası”

mihrican çolak türkçenin söz varlığında “kılıç”

halit çil hz. ömer döneminde ordunun silahları ve lojistiği

özel güvenlik dairesi başkanlığı silah bulundurma ruhsatı için istenecek belgeler

sara cangirova karabağ’ın silah ustaları

nelson rolihlahla mandela dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir.

oğuz polat , evin güldoğan çocuk askerler: psikolojik, sosyal ve fiziksel sorunlar

attilâ hamdi ilhan ayaküstü birer bafra içtiler gece garın saati belâ çiçeği şimdiden bir yalnızlık içindeydiler karanlık gelmişi geleceği birdenbire sapsarı kesildiler vagonlar usul usul kımıldıyordu

nazlı karadoğan uzatsak ellerimizi uçacaktı bir şeytan çiçeği gibi rüzgâra kapılıp, -asla hatırlanmayacak şeyler için hiç unutulmayacak hatalar yaptık

şaban aktaş ben bir insan çiçeğiyim al eline kokla beni sabah erken gün doğarken ufuklardan topla beni! + yönümden yönün döndürme sev ama beni öldürme sen ol yüzümü güldüren gül yüzünle kokla beni!

euripides tüm akıl ve hayat sahibi yaratıklar arasında biz kadınlar en zavallılarız ilk olarak iyi bir fiyata koca, hatta bedenimize bir efendi satın almalıyız …her şey iyi gider kocamız da hayatı bizimle paylaşırsa ve boyunduruğunda da şiddet yoksa

euripides kıskanılacak bir hayattır bu. öteki türlü ise ölelim daha iyi. bir erkek evde olanlardan sıkılınca, gider kalbinin yorgunluğundan kurtulur, fakat bizim bakmamız gereken bir adam vardır yalnızca onlar cephede ölümle yüz yüzeyken

euripides bizim evimizde tehlikesiz bir hayat sürdüğümüzü söylerler ne kadar da yanılıyorlar. ben bir çocuk doğurmaktansa üç kez savaş meydanlarında olmayı yeğlerim.

tuğba aygan troyalı kadınlar ve lysistrata’da savaşın kadınları

tuğba aygan erkeklerin savaş ve kahramanlık anlayışının aksine kadınlar için savaş genellikle kayıp, üzüntü ve acı çekmekle ilişkilidir. gerçek hayatta olduğu gibi dönemin oyunlarında da kadın açısından savaş tecavüz, katledilen çocuklar, kölelik ve sonsuz acı çekmek demektir.

tuğba aygan bu sebepten ağıt bir yandan hayatta kalanların durumunun vahametini gösterirken bir yandan da savaşlara bir nevi lanet okumadır. savaşta eşlerini, çocuklarını kaybeden, esir düşen kadınların durumu o kadar içler acısıdır ki savaşta ölen erkekler ve köle olarak alınmak

tuğba aygan yerine öldürülen kadınlar savaş sonrası sıkıntılardan kurtuldukları için onlardan daha şanslıdır, bu yüzden hayatta kalanlara kıyasla kıskanılacak durumdadırlar.

tuğba aygan dönemin hâkim kanısına göre savaş erkeğe özgüdür, ataerkil düzenin uzlaşmaz tavrının ve üstünlük çabasının sonucudur. bu sebeple savaş her zaman erkeklerin savaşıdır. kadının savaşta yeri yoktur, yalnızca savaş süresince ve sonrasında katlanması gerekenler, üstlenmek

tuğba aygan zorunda olduğu görevler vardır. aristophanes savaş karşıtı oyununu, erkeğin karşıtı olan kadınla kurgulayarak bu düzeni tersyüz ederken sanatta demokrasinin ilk büyük sözcülerinden biri olarak adını tiyatro tarihine silinmez harflerle kazır.

coşkun taştan , aslıhan küçüker yıldız dünyada ve türkiye’de kadın cinayetleri 2016-2017-2018 verileri ve analizler

philips alet çantanız için yeni bir oyuncak konu oyuncaklarımıza geldiğinde bir erkek olarak ne istediğimizi biliriz. arabalarımız az benzin yakan, ortalama bir yarış arabası olmalı. kol saatlerimiz köpekbalığı dalışlarına

philips dayanıklı, su geçirmez saatler olmalı. tabletlerimiz ise incecik boyutta, her zaman yeni kalan özelliklerle donatılmış, diğer erkekleri kıskandıracak kılıflara sahip olmalı. peki ya saç kesme makinelerimiz!

oğuzhan uğur kumar haramdır tövbe hayat kumardır öyleyse hayat bize haramdır

ilham behlül pektaş ben hayat kumarında kırık bir pul gibiyim kaderim kötü bir zar seni nasıl yeneyim aşkın kanlı bir bıçak pusu kurmuş köşede aşkın kanlı bir bıçak beni bekler köşede kaybettim gençliğimi hergün başka şişede

sabahattin ali hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır. ben onu kaybettim....

tess gerritsen hayat bir kumardır, özellikle aşk... oynadığım son kumarda kaybettim. peki şimdi neyin üzerine kumar oynuyorum? aramızdaki problemleri düzeltmek üzere mi yoksa kalbimin yeniden kırılması üzerine mi?

tuncay kalafat kontrole getirdim kabızlık için. doktor ultrason istedi. sonuçları doktora getirdik. baktı ve temiz dedi ama ilacını değiştireceğini söyledi. başka bir ilaç verdi. eczaneye gittik. ilaç oraya da başka bir yerden saat 18.00 gibi geldi. biz saat 21.00 sıralarında

tuncay kalafat kullandık. sabaha çocuk halsiz olarak uyandı. halsizlik yapar dediler. biz eczaneyi aradık. ‘bu ilaç böyle tedavisini gösterir’ dediler. bir ölçek verdik ilacı onların verdiği talimatına göre. çocuğun akşam dışkısından kan geldi. gece oldu. saat 04.00’te altını

tuncay kalafat değiştirdi annesi. sabah baktığımızda maalesef kaybettik. savcıya gerekli ifadeyi verdik. gerekeni yapacaklarını söyledi.

tâceddîn ibrâhîm bin hızîr / ahmedî oldı vâcib tedârük-i mâ-fât ki cihân cümle toludur âfât

hüseyin pedram / hüseyin dâniş batı’da alfred de musset, paul verlaine ve daha birçok şairin ve yazarın kötü sonu iddiamıza kuvvetli bir delil ve manidar bir misal olabilir. bu zavallı adamlar, işret iptilasından yakalarını kurtaramadılar; sersem ve bunamış olarak bu dünyadan

hüseyin pedram / hüseyin dâniş erken göçtüler. yani ayyaşlık uğrunda kurban gittiler. hâlbuki ömer hayyâm, kuşkusuz hayli müddet yaşamış, yetmiş yaşını aştığını rubâîsinde kendisi söylemiş ve kendi istiğna âleminde arızasız bir bilgin hayatı geçirmiştir.

ibrâhîm / dertli eriktendir bunun dalı venedik’ten gelir teli hey allah’ın sersem kulu şeytan bunun neresinde

ayşe havutcu mukayeseli hukuktaki gelişmeler ışığında türk medeni kanunu açısından zorla evlenme probleminin değerlendirmesi

h. mehmet günay islam hukukunda hükümsüzlük teorisi ve şüphe doktrini baglamında evlenme engelleri (hanefi mezhebi özelinde bir inceleme)

arvin d. eballo evlilik öncesi bir durum olarak nişanlanma: filipinler bulacan bölgesindeki hagonoy, paombong ve malolos halklarının kültür ve inançlarını zenginleştirmek

eldar hasanov yahudî hukukunda evlilik engelleri

asife ünal hıristiyanlıkta evlilik anlayışı ve evlenme törenleri

h.ibrahim acar mehrin islam hukuku açısından değerlendirilmesi

h. ibrahim acar evlenme engeli olarak din farkı

nihat dalgın islam hukuku açlslndan müslüman bayanln ehl-i kitap erkekle evliligi

bahattin aras roma hukukunda evlenme ve boşanma (divortium)

özlem tüzüner türk ve islâm hukuku bakış açısından evlenmenin hukukî niteliği hakkında bir inceleme

carmen r. alviar evlilik: tatlı mı, acı mı?

görkem akgöz mutsuz evlilikten tehlikeli flörte: feminizm, neoliberalizm ve toplumsal hareketler

çağlar özbek madonna’nın feminizmi: postmodern bir kimlik sorunsalı

özlem aslan , zeynep gambetti fraser ve feminizm: söylem kimin söylemi, tarih kimin tarihi?

nancy fraser - çev : gizem kurtsoy feminizm, kapitalizm ve tarihin oyunu

serpil sancar türkiye’de feminizmin siyasal bilimlere etkisi

erkan dikici feminizmin üç ana akımı: liberal, marxist ve radikal feminizm teorileri

aliye yılmaz kanıksanan eşitsizlik ve anlamından saptırılan feminizm

sema buz feminist sosyal hizmet uygulaması

metin meriç feminizme mali bakış (cinsiyete duyarlı bütçeler)

ajda baştan feminizm ve ingiliz feminist tiyatro

yeliz selvi feminist teori ve sanat üzerinde derrida etkisi: yapıbozum

nurten kara feminizm(ler)in toplumsal hareket olarak medyada yansıma(ma)sı

evrim alataş ora'nın kadınları

cihan aktaş feminizmin beyaz batılı kadın seçkinciliği

mahan doğrusöz freudcu kuramdaki penis kıskançlığı olgusu ve psikanalitik feminist perspektiften eleştirisi + her kız çocuğu penisi kıskanır mı? + cinsler arasındaki imrenme tek yönlü mü? + penis kıskançlığının kültürel düzeydeki temsili: kadınlar aslında neyi kıskanmaktadır?

mahan doğrusöz penis kıskançlığı kültürler arası bir olgu mudur? + penis kıskançlığının kadın gelişimi açısından taşıdığı önem nedir? penis kıskançlığını kapsamayan doyumlu bir kadınsı gelişim modeli mümkün müdür?

duygu alptekin üçüncü dünya ülkelerinde kadın hakları bağlamında feminizm

heinrich böll stiftung derneği türkiye temsilciliği duvarları yıkmak, köprüleri kurmak yeni küresel feminizmin yükselişi ve imkânları

inci özkan kerestecioğlu feminizmin miliyetçilikle imtihanı

didem şerbetci postkolonyal feminizm bağlamında “küresel kız kardeşlik” kavramının incelenmesi: hindistan örneği

meltem ince yenilmez , mehmet hulusi demir en çok ve en az kazandıran meslekler analizi: türkiye örneği

nupasworld / nur palak şenay ya bu nasıl şizofren bi düşünce, bende geçen annem için canım sıkındı , intihar eden adamın gülümsemesini modum diye paylaştım. şimdi ben intihara meyilli mi oluyorum.

nupasworld / nur palak şenay acının ne denli olduğunu aktarmak için bazdn bazı görseller, müzikler paylaşılması intihara meyil mi demek!

nupasworld / nur palak şenay herşeye tepkili olmak kafaya takmak herşeye muhakkak bir yorumunuz olması hiçbir şeyi beğenmemek sizi yormuyor mu..

nupasworld / nur palak şenay ne güzel gülerdik biz..

nupasworld / nur palak şenay kötüyüz.. ah kanser.. öyle bir illet ki, bir gecede dünyanızı değiştiriyor..

nupasworld / nur palak şenay hayat çok acımasız. çaresizlik çok zor.

pelin soylu ‏baba delirdi diyelim, evladını kaybettiği için olabilir mi? ya da sizin çözmeyip üzerini örttüğünüz cinayet babayı bu hale sokmuş olabilir mi? düşündünüz mü hiç? her iki durumda da sorumlulu olduğunuzun farkında mısınız? takipçisiyiz!

pelin soylu 5 yaşındaki çocuğa da bir kılıf buldunuz ya, valla pes! sen o suçlunun çocuğu alıp annesine götürmemesini, üzerine istismarda bulunmasını değil de bunu sorguluyorsan iki şeyde sıkıntı var demektir; 1 zihniyetinde, 2 senin zihniyetinle dolmuş o sokaklarda.

pelin soylu diyanet işleri başkanı "kuran okumayan çocuklar şeytanlarla beraberdir" diyor; adı her neyse sözde profesör bir adam "kızlar edepli olsun, tesettüre girsin" diyor. peki bu kuran okuyup şeytan olan imamları ve benzerlerini ne yapmak lazım varmı bir öneriniz?

berrin yanıkkaya boğularak ölen küçük çocuğun acısını babasıyla ağabeyi en çaresiz anlarında duyarken anneden bu bile esirgenmiş!

berrin yanıkkaya (nuri bilge ceylan, cannes film festivalindeki basın toplantısında bu sahneyi çektiğini ama kurguda fazla bulup attığını söyledi. annenin evlat acısı fazla gelmiş.) (taşçıyan, 2008)

berrin yanıkkaya yönetmenin “fazla” bulduğu için kurguda attığını belirttiği sahnelerin, hikâyenin tümüne yayılan anlamı değiştirdiğini, kadının olay örgüsü içindeki yerinin ve kadına yüklenen rollerin karşılığının farklılaştığını yinelemeye gerek bile yok sanırım.

berrin yanıkkaya babanın ya da oğlun değil de annenin ölen çocuğunun hayaletini gördüğü sahnelerin kurguda atılmış olmasının rastlantısal olduğunu düşünmek safdillik olur şüphesiz.

berrin yanıkkaya ancak bu bilginin ışığında, “gerektiğinde” ilk gözden çıkarılanın kadın ve kadının deneyimleri olduğunu da not etmek gerekir.

berrin yanıkkaya son olarak bir çakıl taşı olan hacer’in -kanımca ayşe, hatice gibi başka bir isim de olabilirdi- karşısında peygamber sabnnı çağrıştıran ismiyle eyüp dururken, ikisi arasındaki ilişkide film zaten en başından itibaren taraftır ve izleyiciyi de filmi buradan

berrin yanıkkaya okuması için yanına çağınr. hacer’in cinselliğini farklı bir şekilde “keşfettiği” andan itibaren giyimi değişmiş, tırnaklarına kırmızı ojeler sürülmüş, göğüs dekoltesi açılmış, erotik gecelikler edinmiştir.

berrin yanıkkaya ilişki bittiğinde ojelerini siler ağlayarak, cinselliğinden ve tutkusundan vazgeçtiğinin işareti olarak. bütün bu klişeler de filmde bu karakterin ne kadar derinliksiz çizildiğinin başka bir göstergesidir. kadındır ve kötüdür, bu kadar işte.

ferdi güzel türkçede birbirinden farklı iki dalyan kelimesi bulunmaktadır. bazı çalışmalarda farklı kaynaklardan gelen dalyan kelimelerinin aynı kelimeymiş gibi birlikte ele alınıp değerlendirildiği görülmektedir.

ferdi güzel kaynağı farklı olan dalyan kelimelerini ayrı maddeler halinde ele alan yazarlar, bu kelimelerin kökeni hakkında aynı görüşü paylaşmışlardır.

ferdi güzel bu yazarlara göre “balık avlamak için kurulan tuzak” anlamına gelen dalyan rumca, “uzun boylu, boylu boslu” anlamındaki dalyan ise italyancadır.

ferdi güzel misalli büyük türkçe sözlük‟te kelime için “kökü kesin olarak belli değildir. italyanca veya yunancadan geldiği ileri sürülmüştür.” denmektedir. eren‟e göre kelimenin kökeni kesin bir biçimde belli değildir ancak kelimenin kök bakımından türkçe olmadığı açıktır.

ferdi güzel tietze, kelimeyi osmanlı türkçesinde “bir çeşit uzun tüfek” anlamını taşıyan dalyan kelimesine bağlamış, bu kelimenin de italyan (< italian) kelimesinden geldiğini iddia etmiştir: italyan > talyan > dalyan.

ferdi güzel tietze, burada güzel vücutlu insanın silaha benzetildiğini savunmuş, benzer bir anlam değişiminin filinta kelimesinde de görüldüğünü iddia etmiştir.

ferdi güzel gülensoy, kelimeyi “ < *tal ( > dal) +yan” biçiminde çözümlemiş, fakat anlaşıldığı kadarıyla kelimeyi dlt‟deki taylaŋ biçimine bağlamış, maddenin sonundaki notta “orta türkçedeki taylaŋ sözünün kökeni tay „genç, zayıf, ince‟ olmalıdır.” demiştir.

ferdi güzel dalyan‟ı, italyan kelimesine bağlamak dayanaksız bir yaklaşımdır. bu görüşü savunan bilim adamlarının kelimenin başındaki ünlü düşmesini açıklamaları, aynı ses olayının alıntı başka kelimelerde ne şekilde görüldüğünü ortaya koymaları gerekir.

ferdi güzel sözlüklerde farklı kaynaklardan gelen dalyan kelimeleri, farklı madde başlarında ele alınmalı, “uzun boylu, boylu boslu” anlamına gelen dalyan kelimesinin kökeninin türkçe olduğu belirtilmelidir.

vefa taşdelen türkçede şiirin yüklemi sorunu

vefa taşdelen özet dede korkut hikâyeleri, divanü ligat-it-türk, yûnus emre dȋvanı gibi, türkçenin klasik eserlerinde şiir konusunda başlıca üç yüklem kendini gösterir. bunlardan biri “söylemek” (soylamak), diğerleri ise “dizmek” (tizmek) ve “düzmek” (tüzmek) yüklemleridir.

vefa taşdelen “bir inşa biçimi olarak şiir”de sanat olma bilinci vardır. şair, “eser veren kişi” olarak şiirinin mimarı ve öznesi konumundadır.

vefa taşdelen şair, şiir anlayışıyla niçin o şekilde yazdığı sorusunu cevaplar, şiirinin öznesi olarak ortaya koyduğu sanatla gelecek zamana yönelmek ister. sadece kendi zamanı için değil, gelecek zamanlar için de yazar.

vefa taşdelen söz geleceğe ancak ezberleme şeklinde ulaşabilir. bu da zaman içinde değişmelere ve unutulmalara neden olur. “söyleme biçimi olarak şiir”de şair bir şiir anlayışı üzerinde durmaz, niçin öyle söylediğini açıklamaz.

vefa taşdelen “söyleme” geleneği halk şiirinde yaşasa da, günümüz şiirinin daha çok “inşa şiir”in poetikasından pay aldığı söylenebilir.

muhammed bin abdullâh ilim çin'de de olsa gidip alınız.

? / anonim / atasözü çok yaşayan (okuyan) bilmez, çok gezen bilir + çok gezen, çok yer gören çok şey öğrenir; çok yaşayan, çok okuyan onun bildiklerini bilemez.

ilhan kutluer felek arapça’da “kirmen ağırşağı (yün iği başı); kadın göğsü; düz arazi üzerindeki kubbe şeklinde tepe, höyük; mehter takımının çalgı aletlerinden yarım küre şeklindeki zil” gibi yuvarlak ve bombeli nesnelere verilen felek, felke ve filke adlarının aslı, sumerce

ilhan kutluer bala(g) (yuvarlak olmak; kendi etrafında dönmek) kökünden türetilen akkadca pilakku (kirmen, iğ) kelimesidir. felek (çoğulu eflâk) bir astronomi terimi olarak “yıldızların döndüğü yer” anlamını taşımakta, aynı zamanda denizde oluşan girdap da bu adla anılmaktadır.

ilhan kutluer islâm astronomları güneşle ay dahil yedi gezegenin hareketini açıklamak üzere iç içe geçmiş yedi saydam halka tasavvur etmişler ve her halkaya birer gezegenin bindirildiği, felek denilen bu halkaların allah’ın izniyle döndüğü fikrini benimsemişlerdir.

ilhan kutluer sistem, burçlar feleği ve nihayet yıldızsız atlas feleğiyle tamamlanmaktadır. bugünün astronomisinde “gökküre” anlamıyla kullanılan grekçe sfaira (sphere) kelimesi de dönme mefhumunu ihtiva etmektedir ve felekle aynı semantiğe sahiptir. müslüman gökbilimcilerinden

ilhan kutluer bîrûnî daire ve felek kelimelerinin eş anlamlı olduğunu, ancak felek kelimesinin daha ziyade hareket halindeki bir daireyi göstermek üzere küre yerine kullanıldığını belirtmiştir.

cemal kurnaz felek gök, gökkubbe ve gökyüzünü ifade eden bu kelime divan şiirinde aynı zamanda çarh, âsuman, sipihr, gerdûn, feza ve sema kelimelerini de karşılar ve çok defa bu kelimelerin yerine kullanılır.

cemal kurnaz özellikle çarh kelimesiyle eş anlamlı olup biri diğerinin yerini tutar. felek de çarh gibi geniş ve mecazi olarak dehr, dünya, devran, âlem, talih, baht, kader anlamlarını içine alır. bu mecazi mânaları ile genellikle tevriyeli bir şekilde kullanılır.

mustafa öztürk yıldızların insanın talihine tesir ettiği inancına bağlı olarak onların yerlerini değiştirip duran felek her türlü kötülüğün ve uğursuzluğun sebebi sayılmış ve devamlı olarak ondan şikâyet edilmiştir. böylece felek “kader” manasını almaktadır.

hüseyin güftâ âşık: divan şiiri geleneğinin seven kişisidir; vuslat uğrunda sevgilinin her türlü cefasına tahammül eden, felek, zaman, baht ve ağyârın eziyetlerine göğüs geren bir dert ehlidir.

osman ünlü şair burada çarh/felek/kaderin dış görünüşüyle iyiyi ve iyiliği çağrıştırsa bile gerçekte mutlak kötülüğünü vurgulamak için mum külahını kullanmıştır.

hâkânî sen gafilsin, öldürücü felek senin rakibindir . akıllı uyumuş, dîvâne köpek bekçi olmuş.

derya örs nâsır-i husrev'in şiirlerinde felekten şikayet teması

derya örs iran edebiyatında şairler tarafından "felek" kelimesine yüklenen çeşitli anlamlarla oluşturulmuş yüzlerce terkip, teşbih, kinaye ve istiare bulunmaktadır ; bu terkiplerin ve mazmunların büyük kısmı iran edebiyatı yoluyla divan edebiyatımıza da girmiştir.

derya örs nâsır-i husrev, bir yandan dünyanın geçiciliğinden, değersizliğinden, insanın yaşadığı anın değerini bilmesi gerektiğinden söz ederek öğütler verirken, bir yandan da yaklaşık 10000 beyit tutan divanı'nın hatırı sayılır büyüklükte bir bölümünde çektiği sıkıntıları,

derya örs acıları, umutsuzlukları, kırgınlıkları dile getirmekten kendini alamaz; bütün bu şikayetterin tek kaynağı ve sebebi vardır: felek.

derya örs şairin başına gelen her türlü ınusibetin kaynağı felektir. felek zalim, gaddar, acımasız, şefkatsizdir. değirmen gibi dönmekte, insanları un gibi öğütüp durmakta, halden hale koymaktadır.

derya örs "felek" kelime anlamıyla gök demektir. eskilerin (hükema) inancına göre dünya evrenin merkezidir. dünyadan sonra yeri kuşatan yedi gökte sırasıyla "ay, utarit, zühre, güneş, mirrih, müşteri ve zühal" gezegenleri, bu yedi göğün üstünde yıldız kümelerinden oluşan burçlar

derya örs göğü, onun da üzerinde atlas göğü vardır. hepsi birden dokuz kat halinde gökleri yani felekleri (eflak) oluşturur. bütün bu gökler dünyanın etrafında dönerler ve göklerde bulunan her bir yıldızın dünya üzerinde olumlu veya olumsuz bir takım etkileri olduğuna inanılır.

derya örs görünen odur ki şair (ya da şairler) felekten şikayet ederken -açıkça zikretmemekle birlikte- gerçekte onun arkasında gizli bulunan mutlak irade sahibinden, yani tanrı'dan, o'nun yaratışından, adaletinden, evrene koyduğu sistemden, evrendeki oluş ve bozuluş

derya örs (kevn ü fesad) düzeninden, kaza ve kaderden, dünya hayatının zorluklarından, ölümden vs. şikayet etmektedirler. bu şikayet ediş zaman zaman, yaratışında ve fiilierinde sebeb-i hikmeti, yani nedenleri ve sonuçları bir türlü çözülemeyen pek çok olgu

derya örs bulunan bu mutlak ilahi iradeye gönül koyma, yani daha açık bir ifadeyle tanrı'dan yine tanrı'ya yakınma şeklinde olabildiği gibi, bazen de bir tür cebriliğe veya kulların başına gelen her şeyde tanrı'yı suçlamaya dek gidebilmektedir.

derya örs felekten ve onun yapıp ettiklerinden şikayet, başına gelenler karşısında kendi iradesinin hangi noktada başlayıp hangi noktada bittiğini çözmekten ve algılamaktan aciz kalan insanın, tanrı'ya doğrudan söyleyemediği sözlerin kılıfı olmuştur adeta.

derya örs çünkü bu tür şikayetlerin doğrudan dile getirilmesi, söyleyenin neyi kastettiği doğru olarak anlaşılınadığı sürece, dinin zahiri emirleri ve yasakları da dikkate alındığında, yanlış anlamalara, dolayısıyla yanlış çıkarırnlara ve yanlış sonuçlara yol açacaktır.

derya örs tasavvufi metinler arasında örnekleri çokça görülen şathiyelere, ya da "ukala-i mecan'in"in tanrı hakkında dile getirdikleri insanı dehşete ve hayrete düşüren sözlerine, sırf bir vecit ve şuursuzluk halinde söylendiği kabul edildiği için gösterilen hoşgörünün, tanrı'ya

derya örs doğrudan doğruya serzenişte bulunan bir insana gösterilmediği ve derhal mülhit, zındık gibi yaftalarla damgalanarak dışlandığı, hatta katledildiği, var olan örnekleriyle tarih! bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

derya örs daha yerinde deyişle tasavvufun bilinmezlerine gösterilen anlayış, felsefenin hakikat arayışı peşinde olan sorularına gösterilmemiş ya da gösterilememiştir.

derya örs nitekim aynı durum "felek" kelimesiyle birlikte yan yana ve çoğunlukla "zaman, zamane, rüzgar'' kelimelerinin yerine kullanılan "dehr" kelimesi için de söz konusudur. edebiyatta sürekli olarak saldırıya uğrayan "dehr", yunanca chron'un karşılığıdır.

derya örs chron mitolojiye göre başta zeus olmak üzere tüm tanrıların yaratıcısıdır ve şairlerin sürekli yakınıp durdukları dehr, şu anda algılamakta olduğumuz izafi bir kavram olan zaman kavramı değil, tanrı olarak kabul edilen dehr'dir.

derya örs sosyolog ali şeriati'nin de belirttiği gibi insanlar "tanrı ya söylemeye utandıklarını dehr'e söylemekteydiler".

derya örs yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere aslında feleğin ya da dehrin yaptığı iddia edilen şeylerden şikayet, aslında açıkça tanrı'ya ve onun yaratış sistemine itiraz anlamı taşımaktadır.

derya örs bunun böyle olduğunu en iyi bilenlerden birisi de hiç kuşkusuz nâsır-i husrev'dir ve zaten şaşırtıcı olan da budur.

derya örs bütün divan'ı boyunca feleği türlü türlü zalimlikler, adaletsizlikler ve acımasızlıklarla suçlayan; onu evlatlarından öç olan şefkatsiz bir anaya benzeten ve sürekli olarak feleğe karşı kullanılabilecek tek silahın akıl ve ilim olduğunu vurgulayan nâsır-i husrev,

derya örs belli ki yaşadığı zorluklar ve sıkıntılar karşısında, karamsar ve kötümser tabiatının da etkisiyle, şikayetçi nefsine yenik düşmüştür; bu konuda aklı son derece karışıktır.

derya örs bununla birlikte sayıları azımsanamayacak pek çok şiirinde, insanın başına gelenlerin felekten değil, kendi yapıp ettiklerinden meydana geldiğini de açıkça itiraf etmekten çekinmemiştir.

derya örs nâsır-i husrev, çileli hayatın hikayesinden ve şiirlerindeki feryatlardan da anlaşılacağı üzere, gerçekten de şikayet edip durduğu feleğin çemberinden geçmiş, inançları yüzünden ileri yaşlarda ana vatanından uzaklaşarak sürgünlere katlanmış ve gurbetin

derya örs acısını sürekli olarak yüreğinde hissetmiştir. bütün bunların sebebi ve suçlusu halden anlamayan, fazilete değer vermeyen cahil ve zalim felektir.

derya örs felek bir bakıma kaderin ve alın yazısının ta kendisidir. + felek halkı aviayıp duran bir avcı doğandır, halk da onun avı. + felek açıkça insanın düşmanıdır ve feleğin insana karşı zafer elde etmesini önlemek için tek yol ilim öğrenmektir.

derya örs bir başka kasidesinde, bir yandan feleğin kendi dönüşünden bile haberdar olmadığını, bu yüzden bir şeye zarar veremeyeceğini dile getirirken, bir yandan da onu insandan başka meyvesi olmayan nadir bir ağaca benzetir.

ebû muîn nâsır bin hüsrev bin hâris el-kubâdiyânî el-mervezî feleğin işi gücü ilim ehline cefa etmek iyilere kötülük, kötülere iyilik yapmaktır

sema kalaycıoğlu kimine kavun, kimine kelek

nuray kul

  1. yüzyıl şairlerinde felek kavramı

istanbul bilgi üniversitesi yayınları osmanlı siyasi düşüncesinde çark-ı felek (la fortuna) anlayışı

yavuz şen türkülerde felek kavramı

veysel akkaya ibnü’l-arabî’nin kozmolojisinde felekler (yörüngeler)

isa yılmaz , izzet şeref arap öğrencilerin türkçe okuma sesletim becerilerinin geliştirilmesinde şiirden yararlanma

isa yılmaz , izzet şeref öz bu çalışmanın amacı, yabancı dil olarak türkçe öğretiminde okuma sesletim becerilerinin geliştirilmesinde şiirlerden yararlanılıp yararlanılamayacağını ele almak ve şiir ezberlemenin okumadaki sesletime olumlu etkisinin olup olmadığını tespit etmektir.

isa yılmaz , izzet şeref öğrencilere ezberletilen şiirlerin doğru sesletime olumlu yönde katkı yaptığı ve okuma hatalarını azalttığı tespit edilmiştir.

berkan demir sivil şiir’e dair

osman / rûhî hâside zehr-i helâhildür egerçi şi’rüm hakk-şinâs olan ehibbâya veli âb-ı zülâl

kenan sarıalioğlu modern türk edebiyatında şiir ve felsefe ilişkisi

hasan tahsin / şevkî evet, belâ hükmüyle ezelde söz verdiler. bizim de çektiğimiz bu belâ değil midir?

hasan tahsin / şevkî alçak dünyadan elini eteğini çek; suyu pistir; temizlemeye gelmez. + zamanın cevr ü cefasından benim bedenime huzur gelmez. + hocadan ve doktordan bekleme; allah’tan başkasından bağış gelmez. + şevkî! zamanın ney nağmesinden şevk, neşe ve safa gelmez.

hasan tahsin / şevkî temizlen; alçak dünyanın eteği pistir. ey oğul! eğer elini sürersen, yok olursun.

hasan tahsin / şevkî temiz şiir şeriata muhalif değildir; ey şevkî! lafzının aksi rehberim oldu.

hasan tahsin / şevkî bîhuşum devirden ve zamandan; şaşkınım güzellerin cevrinden; berduş oldum ağır yükten; çaresizim, yardım et. + gamdan bedenim hasta oldu, gönül gözüm ırmaklar (gibi) oldu, işim hep ağlamak oldu; çaresizim, yardım et.

hasan tahsin / şevkî gönlü perişan şevkî gibi dünyada rüsva oldum. aklım ve fikrim aşk iyilerinin elinde yağma oldu.

hasan tahsin / şevkî şu‘lever olmaz harâb olmuş meded tennûr-i ten gül gibi hâk-ı vücûdum savurur bâd-ı mihen teşne-i dilsûz-ı aşkım hâlime rahm eylesen

galip güner yarat- “yaratmak, halk etmek” fiilinin etimolojisi

hülya çelik kelimelerin ölümü olayı

reshide adzhumerova , emine atmaca ukraynacada türkizmlerin kullanımı

kemal tuzcu recez ise develerin uyluklarında ortaya çıkan bir titreme hastalığına benzetilerek isimlendirilmiş, günümüze kadar ulaşan bir gelişme süreci içinde arap şiirini sürekli genişletmiştir.

kemal tuzcu önceleri yalnızca bir nazım türü olarak algılanan recezi, aruz vezninin kurucusu el-halîl b. ahmed aruz sistemine almış ve aynı adla bir aruz bahri oluşturmuştur.

kemal tuzcu recez, gerek bahir olarak gerek nazım türü olarak konuşma diline yakın bir yapıdadır. bu bahirde eser vermek için tam bir şair olmaya gerek yoktur. bu kolaylığı yüzünden recez bahrine şairlerin merkebi denmiştir.

kemal tuzcu yazının yaygın olarak kullanılamadığı ve yerleşik sözlü aktarım geleneğinin sürdüğü bu dönemde, recez eğitim alanında çok ilgi gören bir nazım biçimi olmuştur. ezberin ön planda olduğu öğretim kurumlarında recez önemli bir boşluğu doldurmuştur.

? yağdı yağmur çaktı şimşek sen de mi şair oldun be eşşoğlu eşşek

necmi duygulu ....... anlaşılmama, dalga geçilme korkusu, imkan ve ortam bulamama ve yazmaya çalışanları aşağılamak için söylenen “yağdı yağmur, çaktı şimşek…” tekerlemesi insanımızı yıldırır ve duygularını yazarak ifade etme eyleminden uzaklaştırır.

ebû alî el-hüseyn bin abdillâh bin alî bin sînâ çocuğa önce recez sonra kasîde öğretmek gerekir. çünkü recezi ezberlemek vezninin hafif, beyitlerinin kısa oluşu yüzünden daha kolaydır.

ebü’n-necm el-fazl (el-mufaddal) bin kudâme er-râciz el-iclî cömert, bolca veren allâh’a hamd olsun hep verdi, eli sıkı davranmadı

ebü’l-abbâs el-velîd bin yezîd bin abdilmelik bin mervân el-ümevî el-kureşî hamda layık olan allah’a hamd olsun sıkıntıda ve rahatlıkta ona hamd ederim

arif korkmaz feminizmin modern dönem kur'an tefsirine etkileri: tefsir sosyolojisi üzerine bir deneme

hakan özdemir , yahya demirkanoğlu türkiye’de muhafazakâr sağ pencereden kadına bakış

ebrar beşinci şimşek , ali coşkun tarihsel süreç içinde islamcı kadın kimliğinin inşası ve şule yüksel şenler’in rolü

lütfi bergen tesettür kumaşının kamusallaşması : islamcı kadın & örtülü kadın

fatma zehra fidan kadın dindarlığının inşasındaki eril dönemeç: "asr-ı saadet" tahayyülünde değişen erkek zihniyeti

der : zahra ali - çev : öykü elitez islami feminizmler

harun tunç islamcı feminizm: kavramsal bir tartışma

pınar arıkan sinkaya iran islam cumhuriyeti’nde kadın meselesi ve islamî feminist hareket

nur bilge criss türk kadınının gündemi

öznur akyılmaz , m. emre köksalan türkiye’de islami feminizm ve kadın kimliğinin yeniden inşası: reçel blog örneği

nayereh tohidi - çev : ihsan toker "islâmi feminizm" tehlikeler ve ümit vaad eden unsurlar

nigar bulut islamcı kadınların 'feminist' deneyimleri

adnan bülent baloğlu kadın-merkezli bir islami teoloji inşasına doğru mu?

beyza bilgin islam'da ve türkiye'de kadınlar

hatice şahin aynur islamî feminizm ve feminist kur’ân okumaları üzerine genel bir değerlendirme

zehra yılmaz dişil dindarlık: islamcı kadın hareketinin dönüşümü

ayşe güç islamcı feminizm: müslüman kadınların birey olma çabaları

tuncay böler at hastalıklarına dair küçük bir eser: hāẕā kitāb-ı esb

bülent hünerli gagauz atasözlerinde “at”

füsun kavrakoğlu likya’da mezarlar

mîrzâ muhammed alî bin mîrzâ abdirrahîm tebrîzî isfahânî / tebrîzli sâib / sâib-i tebrîzî bî hodî râ gerdiş-i çeşm-i to âlem-gîr sâht ez ki gîrem, hayretî dârem, sürâg-ı hîş râ

songül aydın yağcıoğlu divan şiirinde “bezm-i fenâ” üzerine bir inceleme

proclus lycaeus / proklos her oluşan bozulur.

proclus lycaeus / proklos fesada uğrayan her şey, kendisine sonradan ilişen yabancı bir şey dolayısıyla fesada uğrar ve başka bir şeye dönüşür.

proclus lycaeus / proklos küllün bozulması mümkün değildir.

proclus lycaeus / proklos akıl, nefs ve felekler dairesel biçimde hareket ederler. zira yapılar (tabâi’) ya merkez üzerinde ya da merkeze doğru doğrusal bir şekilde hareket eder. durum böyle olduğunda bozulma unsurlarda meydana gelir.

proclus lycaeus / proklos dairesel hareketin zıttı yoktur, dolayısıyla onda bozulma olmaz. âlemin bozuluşu mümkün olmadığına göre oluşumu da mümkün değildir.

proclus lycaeus / proklos âlem ne belli bir zamandan itibaren meydana gelmiştir ne de belli bir zamanda yok olacaktır (fasid).

proclus lycaeus / proklos yaratıcı ebedî olarak hep vardır (mevcûd), âlem ise daima oluşmaktadır (mutekevven).

proclus lycaeus / proklos âlem bozulmadığına gör o, sonradan olan değildir. öyleyse âlem ezelidir ve ebedidir. zira o ne hadistir ne de fasittir.

proclus lycaeus / proklos nefs, ne sonradan olmuştur (hadis) ne de bozulandır (fasit), zira o zatı gereği hareket etmektedir. öyleyse küll de ne hadistir, ne de fasittir.

proclus lycaeus / proklos hiçbir şeyin kendisini bozmaması dolayısıyla küll fasit değil ise, aynı şekilde hadis de değildir.

ebû mansûr muhammed bin muhammed bin mahmûd el-mâtürîdî es-semerkandî kendisinde kudret olmayandan meydana gelen bir şey bozuktur.

kasım turhan sözlükte “var olmak, meydana gelmek, gerçeklik kazanmak” mânasında masdar olan kevn bu anlamıyla vücûd, husûl, sübût ve istikrar kelimeleriyle eş anlamlıdır. kur’ân-ı kerîm’de kevn geçmezse de türevlerine kur’an’ın hemen her sayfasında rastlanır.

kasım turhan 1 “bozulmak, çürümek” vb. mânalara gelen fesâd ise kur’an’da hem bu şekliyle hem de türevleriyle birçok âyette yer alır. bu âyetlerde fesad kavramı, gerek fizikî gerekse sosyal düzen ve dengenin bozulması anlamında olumsuz bir duruma işaret etmek

kasım turhan 2 üzere ve genellikle salâhın karşıtı olarak kullanılır. kelâm literatüründe fesad yerine “kâinattaki düzenin ilâhî iradenin etkisiyle değiştirilmesi, bozulması” mânasında hark terimi de yer almaktadır.

kasım turhan türkçe’de “oluş ve bozuluş” diye ifade edilen kevn ve fesad tabiriyle daha çok islâm felsefesi terminolojisinde yunanca genesis ve fthora kelimelerinin tercümesi olarak karşılaşılır.

kasım turhan tabiat kendini sürekli olarak oluş ve bozuluş şeklinde üretir. buna göre her bozuluş bir oluşu, her oluş da bir bozuluşu meydana getirir. bu felsefede var olan yok olmaz, yalnız şekil değiştirir.

kasım turhan maddenin fizikî, kimyevî ve biyolojik değişime uğraması sonucunda ortaya çıkan her yeni form kevn, önceki formunu kaybetmesi de fesaddır.

süleyman uludağ sözlükte “var olmak, vuku bulmak, meydana gelmek” anlamında masdar olan kevn kelimesini sûfîler terim olarak farklı mânalarda kullanmışlardır.

süleyman uludağ muhyiddin ibnü’l-arabî kevn ve keynûnet kelimelerine “varlık” mânasını verir. ona göre bizim kevn (varlık) dediğimiz şeyler aslında birer hayaldir, gerçekte ise kevn hak’tır.

süleyman uludağ âleme büyük insan, insana küçük âlem diyen ibnü’l-arabî bazan bu fikrini “kevn-i ekber”, “kevn-i asgar” şeklinde ifade etmiştir.

ilhan kutluer 1 fesâd arapça’da masdar olarak “bozulmak, çürümek; sağduyudan sapmak” vb. anlamlara gelir.

ilhan kutluer 2 isim olarak da “zulüm; çalkantı, düzensizlik; kuraklık, kıtlık” mânalarında kullanılmıştır. bazı dilciler fesadı “itidal çizgisinden uzaklaşıp bozulmak” şeklinde tanımlamışlardır. başkasının malına haksız yere el koymaya da fesad denilmiştir.

ilhan kutluer genellikle müfessirler fesadı sözlük anlamından hareketle “bir şeyin istikametinden saparak yararlı halinden çıkması” şeklinde tanımlarlar.

ilhan kutluer 1 yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanlar cana, mala ve ırza saldırarak, yahut tarım ürünlerini ve insan neslini bozmaya teşebbüs ederek ilâhî düzeni ve halkın dirliğini ihlâle kalkışanlar, zulüm, israf ve alçakça tutumları ile güzel ahlâkı bozanlar

ilhan kutluer 2 ve berrak fikirleri bulandıranlardır.

ilhan kutluer klasik tıp literatüründe ise fizyolojik dengenin bozuluşu fesad kelimesiyle karşılanmıştır.

ilhan kutluer islâm tıbbının en eski metinlerinden olan ali b. rabben et-taberî’nin firdevsü’l-ḥikme adlı eserinde (s. 124) hastalıkların sebebi, ilke olarak dört beden sıvısının (bk. ahlât-ı erbaa) tabiatındaki dengenin bozulması şeklinde gösterilmiştir.

h. yunus apaydın 1 fesad “bir şeyin önce düzgün, düzenli ve yararlı iken sonradan bu vasıflarını kaybederek değişmesi ve bozulması” anlamına gelir. kur’ân-ı kerîm’de çeşitli fiil kalıpları ile isim şeklinde elli yerde geçen fesad kavramının “istikrarın bozulması ve istikametten

h. yunus apaydın 2 sapma” olarak özetlenebilecek mânaları muhtelif hadislerde de yer almaktadır. hadislerde bu anlamların yanında “ibadetin bozulması, geçersiz olması” mânasında da kullanılmıştır.

h. yunus apaydın fesadın sözlük anlamı “yok olma, ortadan kalkma” değil “mevcut olan bir şeydeki değişme ve bozulma”dır.

h. yunus apaydın hanefîler, fukaha çoğunluğundan farklı olarak in‘ikad ve sıhhati iki ayrı mertebe olarak düşündüklerinden doktrinlerinde fesad in‘ikadın değil sıhhatin karşıtı olmaktadır.

h. yunus apaydın 1 nikâh akdinde bâtıl-fâsid ayırımı yapmayanların gerekçesi özetle şöyledir: kadınla cinsel ilişki hususunda asıl hüküm haramlıktır. haramlığın kalkması ve ilişkinin helâl hale gelebilmesi için bu ilişkinin sahih bir nikâha dayanması gerekir.

h. yunus apaydın 2 gerek bâtıl gerekse fâsid nikâh bu ilişkiyi helâl hale getirme özelliğine sahip olmadığından hüküm yönünden aralarında fark gözetmek gereksizdir.

h. yunus apaydın 1 bâtıl nikâhla fâsid nikâh arasında fark bulunup bulunmadığı meselesi daha ziyade nikâh akdinin sıhhat şartlarından sayılan iki şahidin hazır bulunması ve nikâhlanacak kadının evlenilmesi haram olmayan kimselerden olması gibi

h. yunus apaydın 2 şartlarda bir eksikliğin bulunması halinde ortaya çıkan durumun tesbitiyle ilgili görünmektedir.

h. yunus apaydın fâsid nikâha dayalı cinsel ilişkinin, üç talâkla boşanmış kadını önceki kocasına helâl kılıp kılmayacağı hususu da yine hanefî doktrininde tartışmalıdır.

h. yunus apaydın bir kimse, şu kadar litre süt veriyor olması şartıyla bir inek satarsa bu satım garar yüzünden fâsid olur. çünkü inekten o kadar süt alınamaması mümkündür.

h. yunus apaydın akidde taraflar arasında çözümlenmesi güç anlaşmazlığa yol açan aşırı bilinmezlik varsa bu akid fâsid olur.

h. yunus apaydın zor kullanmanın akdi fâsid mi yoksa mevkuf mu kıldığı hususu hanefî doktrininde tartışmalıdır.

mustafa çağrıcı 1 fitne kelimesi, sözlükte “altın ve gümüş gibi değerli madenleri saflığını anlamak için ateşte eritmek” mânasına gelen fetn (fütûn) kökünden türemiştir. kelimenin en eski kullanımlarında “derisini daha kolay yüzebilmek için kurbanı sıcak kuma gömmek; kandırmak,

mustafa çağrıcı 2 gönlünü çelmek” ve “pusu kurarak yol kesmek” anlamları da vardır. kuyumcu için aynı kökten gelen fettân kullanılır. kelime kur’ân-ı kerîm’de “ateşe atma, ateşle azap etme” anlamında geçmektedir. fitnenin zamanla kazandığı, insanın zarara uğraması veya

mustafa çağrıcı 3 uğratılması şeklindeki anlamında ateşte yanmayla ilgili eski mânanın da etkisi olmuştur. klasik sözlüklerde bu anlamların başlıcaları şu şekilde sıralanmıştır: “sınama, maddî ve mânevî sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etme.” insanın içine aşk ateşi

mustafa çağrıcı 4 düşürdüğü veya gönlünü çelip mantıklı düşünmesini engellediği için kadına fettân denilmiştir. aynı kelime, kişinin aklını karıştırıp ahlâkını bozan ve cezaya çarptırılmasına sebep olan şeytan için, ayrıca zarar verme mânasından dolayı hırsız için de

mustafa çağrıcı 5 kullanılmıştır. insanların hırsını kamçılayıp günah işlemelerine sebep olan altın ve gümüşe “iki fettân”, insanları zor bir imtihandan geçirecek olan münker ve nekir’e de “kabrin iki fettânı” adı verilmiştir.

mustafa çağrıcı 6 fitnenin, “inanç uğruna mâruz kalınan ağır işkence” anlamında kullanımı da oldukça yaygındır.

ebû alî el-hüseyn bin abdillâh bin alî bin sînâ el-kevn ve’l-fesâd, kitabü-ş şifa

mehmet mekin meçin 1 sühreverdi’ye göre, üç âlem vardır. bunlardan ilki her bir insanda bulunan cüzi akılla idrak edilebilen, duyu organları ile müşahede edilebilen, maddi, cismanî, oluş ve bozuluş âlemidir. buna sühreverdi âlem-i kevn u fesad ya da âlem-i mahsus der. ikincisi

mehmet mekin meçin 2 duyasal âlem ile saf aklani âlem arasında yer alan misal âlemidir. misal âlemi maddi ve cismanî hiç bir özellik taşımaz ancak maddi ve cismanî âlemdeki tüm maddi ve cismanî özelliklere sahiptir. âlem-i misale et ve kemikle çıkılmaz. ancak orada müşahede

mehmet mekin meçin 3 edilen her şey, tıpkı bir sinema filminde bulunan karakterler gibi her türlü maddi ve cismanî özelliklere sahiptir. aklani âlem ise allah ve melekleri gibi her tür maddi ve cismanî sınırlılıktan arınık olan som nurani varlıkların dünyasıdır.

mehmet mekin meçin dünyevi tüm bağımlılıklardan kurtulmak,âlem-i kevn u fesadın esaretinden tahliye olmak, cismanî cehennem çukurundan kurtulmak ya da sakinleri zalim olan şehr-i kayravan veya batı sürgün diyarından çıkıp özgürleşmek için adamakıllı bir riyazet yolu seçilmelidir.

kemal sözen 1 farabi, modem ontolojide tasnif edilen ideal ve reel varlık alanı olarak yapılan alem ayırımına benzer bir şekilde alemi ikiye ayırmaktadır: birincisi, ulvi alem (emir alemi), ikincisi ise süfli alem (halk alemi, ay altı alem) dir.

kemal sözen 2 ona göre ulvi alem cisim olmayan varlıklar alanıdır ki, bu alemde değişme söz konusu değildir. bu varlık alanının en üstünde salt akıl olan tanrı bulunur. o , her an fiil halinde olan akıldır. süfli alemde ise oluş ve bozuluş gerçekleşmektedir.

ebû nasr muhammed bin muhammed bin tarhan bin uzluğ el-fârâbî et-türkî allahu teala her şeyirı ibda edicisi, hak ve vahid (bir) olandır. bundan dolayı da, o'nun içirı ne doğuş ne de ölüm (yok oluş) vardır. kevn ve fesattan münezzehtir.

irfan görkaş kindi’de oluş-bozuluş yahut nizam delili

aydın taş klasik fıkıh doktrininde fitne kavramının kullanımı ve ahkâma etkisi: serahsî örneği

hülya doğan popüler islami yazında kadın bedeni: kadınlara anlatılan “fitne”

beyhan uygun aytemiz fitne ve feda: vurun kahpeye’de din ve milliyetçilik

abdülbaki çimiç ehl-i fesâd ve anarşistler

? / anonim bütün insanlar fesattır.

yaşar nuri öztürk ölçü ve dengeyi bozan tek varlık: insan

yusuf tuna dedikodu gıybet her şey var artık, içimiz dışımız fitne fesattır. varılacak yerin sonuna vardık, içimiz dışımız fitne fesattır.

çiler karataş o iyidir ama insanlar fesattır. o güvenilirdir ama insanlar kaypaktır. o doğrudur dünyadır yanlış olan.

cemal çalık insan müfsittir. evet, insan bozguncudur, yapmaktan çok bozmayı sever. bozduklarına hayran olur. şu köpekleri ne hale getirmişler? köpekleri bozdukları aşikâr ve bu bozgunculukları karşısında da coşkulular.

zekeriya pak insanın yeryüzündeki varlığına meleklerin ilk tepkisi (bakara 2/30'daki ifade üslubu ile ilgili farklı bir yorum denemesi)

kur'ân / allâh / tanrı - çev : abdullah parlıyan onlara “yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın” dendiği zaman: “biz sadece düzelticileriz” diye cevap verirler.

melekler - çev : mehmet türk biz sana hamd ederek şânını, yüceltip ve seni eksikliklerden uzak tutup dururken; sen, orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek kimseyi mi yaratacaksın?

görkem tanrıverdi barış sürecinde bozguncular sorunu: abu sayyaf örneği

ismet parlak kurucu söyleme karşı geliştirilen her türlü alternatif düşünce ve eleştiri bölücülük, bozgunculuk ve hainlik türü damgalarla ötekileştirilerek meşruiyet alanı dışına itilmiştir.

tarık ebu abdullah 427: şam'da cihad etmek istiyorum ama fitne fesad çok diyorlar

yakup kadri karaosmanoğlu insan cinsi bozuk bir hayvandan başka bir şey değildir; biliyordum ki, insan hayvanların en kötüsü, en bayağısı ve en az sevimli olanıdır. evet, bilhassa en az sevimli olanıdır.

ali bakkal müslümanlar, farklı dinden olanlarla huzur içinde nasıl yaşanacağına dair en yüksek seviyede tarihî tecrübeye sahiptirler. batılı hıristiyan milletlerin bu konudaki sicilleri oldukça bozuktur.

hüccetü’l-islâm ebû hâmid muhammed bin muhammed bin muhammed bin ahmed el-gazzâlî et-tûsî bahar ve yeşilliğin, ud ve evtâr’ın (keman) kendisini harekete geçirmediği kimsenin mizacı bozuktur, bu zât tedavisi imkansız bir ruh hastasıdır.

hüccetü’l-islâm ebû hâmid muhammed bin muhammed bin muhammed bin ahmed el-gazzâlî et-tûsî dinleyiciler mûsikî esnasında herhangi bir şey yememeli ve içmemeli, esneme ve öksürük gibi dikkat dağıtıcı, motivasyon bozucu durumlardan kaçınması gerekir.

ebü’l-hasen alî bin osmân bin ebî alî el-cüllâbî el-hücvîrî musikî icrâ eden kimseye herhangi bir kusurundan dolayı da husumet beslenmemeli, icrâ sırasında moral bozukluğuna meydan verilebilecek söz ve tavırlardan sakınılmalıdır.

erciyes üniversitesi hastaneleri anne sütü, anne birkaç gün bebeğini emzirmese bile ekşimez ve bozulmaz.

beyhekim hastanesi sağılan anne sütü oda ısısında 8 saat, buzdolabında 72 saat (3 gün), derin dondurucuda 3-6 ay bozulmadan saklanabilir.

gazi hastanesi mama, biberon, emzik kullanmak hem anne sütü miktarının azalmasına hatta kesilmesine hem de bebeğin memeyi kavramasının bozulmasına, meme ucunun zedelenmesine ve emzirmenin toplam süresinin kısalmasına neden olur.

nezahat özel tanç 1 psişik şahsiyetteki muvazenenin bozulmasiyle bir mücadele meydana gelir ki bu mücadele sonunda saldırma insiyakı ferdin kendine çevrilip üstbenin emriyle ferdin kendini cezalandırabilir,

nezahat özel tanç 2 ve böylece muhtelif derece ve şekilleriyle intihar dediğimiz hadise meydana gelir.

meral doğru sütü bozuk, yapılan iyiliklere karşı kötülük yapan mayası bozuk denilebilecek insan ya da erdemsiz şeref ve haysiyetine değil kendine düşkünlüğü ile tanınan insan anlamına gelen bir deyimdir.

sokaktaki adam şu da bir gerçektir ki, bugünkü düzenimiz bozuktur!. + bu düzen bozuktur, sağlıklı işlemiyor!.

sokaktaki adam özgürlükçü demokrasi sayesindedir ki sokaktaki adam, düzenin neresinin bozuk olduğunu ve nasıl tamiri gerektiğini burada açıkça yazabilecektir...

sokaktaki adam gelin de : «bu düzen bozuktur!» diyen bülent ecevit’e hak vermeyin.

sokaktaki adam sokaktaki adam da tıpkı ecevit gibi, bu düzenin bozulmuşluğuna inanmaktadır. şu farkla ki, ecevit bu düzeni değiştirmek sevdasındadır, oysa sokaktaki adam bugünkü düzenin ıslah ve tamir edilip, dürüstlük içinde işletilmesinden yanadır...

çelik uygur gülersoy bu şehir, bu derece bozulmadan, kirlenmeden önce de bu renkteydi! yani hep kül rengi ve griydi!

tülay taşdemir tüberküloz hastalığına yakalanır. 6 ay boyunca odasından çıkamayan gülersoy’un imdadına reşit saffet atabinen’in zengin kütüphanesi yetişir.

tülay taşdemir fransızca ve almancayı iyi bilen gülersoy bu sıkıntılı günlerinde en sevdiği şeyi yapar. okumak, saatlerce, günlerce okur, bir de odasındaki o küçücük penceresinden baktığı istabul siluetiyle teselli bulur.

can esen benim makam aracım bile fayton... ben faytonları kaldırmak ister miyim?

anonim başkan esen, gülersoy’u kendine ait projeleri sahiplenmek, belediyeden yasal olmayan hizmetler beklemek ve yasaları çiğneyip kaçak fayton çalıştırmakla suçluyor...

uğur ibrahimhakkıoğlu istanbul’da, istanbul’u yaşatan “savaşçı”: çelik gülersoy

mustafa kara sözlükte “geçici olmak, yok olmak, ölmek” gibi mânalara gelen arapça fenâ kelimesi, genellikle “var olmak, sürekli olmak” anlamındaki bekā kelimesiyle birlikte kullanılagelmiştir.

mustafa kara tasavvufî kaynakların ortaklaşa verdikleri bilgilerden, fenâ-bekā kelimelerini kullanarak bunları tarif eden ilk sûfînin ebû saîd el-harrâz olduğu anlaşılmaktadır.

mustafa kara fenâyı “ferdaniyyette fenâ, vahdâniyyette fenâ” olarak ikiye ayıran necmeddîn-i kübrâ irfanın muhabbeti, muhabbetin de fenâyı doğurduğu kanaatindedir. ona göre hallâc’ın “enelhak” dediği noktada helâk ile fenâ aynı anlamdadır.

mustafa kara fenâfillâh kişide sevinç ve mutlulukla birlikte güven duygusu meydana getirir; mürid bu halin mânevî sarhoşluğuyla huzura kavuşur.

mustafa kara 1 fenâ-bekā tasavvuf tarihinin en çok tartışılan terimlerindendir. “allah’ta fâni olma” ifadesinin zaman zaman dini esasları zorlayacak ve ahlâk kurallarının ihlâline yol açacak şekilde yorumlanması zahir ulemâsı yanında mûtedil sûfîleri de rahatsız etmiş

mustafa kara 2 ve onları meselenin bu yönü üzerinde önemle durmaya sevketmiştir. sûfîler fenâ-bekānın bazı özellikleri hususunda farklı kanaatlere sahip oldukları gibi konunun dinî sınırları meselesi üzerine de eğilmişlerdir.

naile baltacı 1 harrâz’ın tasavvuf kitaplarında fena ve beka konusunda ilk söz söyleyen sufî diye nitelendirilmesine karşın bu eserlerde müstakil olarak özel bir vurgu ile fena ve bekadan söz edilmediği,

naile baltacı 2 hatta kitâbu’l-hakâik’ta tanımı yapılan kavramların içinde de fena ve bekanın zikredilmediği dikkatimizi çekmiştir.

naile baltacı kötü huyların davranışların yok olması fenâ, yerlerini güzel huyların ve iyi davranışların alması bekâdır.

naile baltacı insanın fenâ halinde olduğunu da bilmemesi “fenâdan fenâ”dır.

vahit göktaş fenâ halindeki sevgi kişiyi kör ve sağır eder. bu aşamada kişi maşukunda yok olmuştur. kelâbâzî’ye göre bu sevgi gizli tutulduğunda insanı öldürebilecek derecede olan sevgidir.

vahit göktaş fenâ, aslında hiçlik ifade eden bir kavramdır. ancak diğer mistik öğretilerin aksine islâm tasavvufunda, “hiç” makamına gelen sûfî, beşerî huy ve sıfatları terkederek allah’ın sıfatlarıyla bezenir. o halde fenâ, kulun olgunlaşarak mükemmelliğini ifade etmektedir.

vahit göktaş fenâ halinin felsefedeki yansımasına plotinus’da da rastlanır. plotinus buna, “ruhun tanrı’da kaybolması” demektedir.

vahit göktaş fenâ derecesine ulaşan kişi için nesneleri birbirinden ayıran temel ayrıntıları görmek söz konusu değildir. çünkü o her şeyi “bir” olarak görür. fakat fenâ derecesine ulaşmadan önce, mutlak’ı nesneler dünyasından ayırmaya çalışırız. bu da “fark”tır.

vahit göktaş tüm psikolojik heyecanlar fenâdan hiçlik noktasına ulaştığı için, kişi açısından nefsin koyduğu sınırlar ortadan kalktığı anda, varlık dünyasındaki eşyânın kesret sınırları da kaybolur; geride sadece hakikatın mutlak birliği kalır. buna cem’ denir.

vahit göktaş kelâbâzî’de fenâ, bir başka yönden; insanı şaşkın hâle getiren ilâhî vasıf karşısında, sâlikin beşeri sıfatlardan uzak olmasıdır. bu ise sâlikin kendi vasıflarından fâni olması demektir.

vahit göktaş kelâbâzî, fenâ haline örnek olarak yusuf (as)’ı seyrederken elini kesen kadınları verir. burada kadınların fenâ halini yaşaması maddî varlıklarının yok olması demek değil; yaşadıkları zevk dolayısıyla yaşadıkları elemi görmekten gâib olmasıdır.

vahit göktaş kelâbâzî’ye göre asıl fenâ şekli, kendinden geçen ve deli-divâne olan kişi değildir, bir melek veya rûhâni olacak şekilde beşeri vasıflarını kaybetmiş kişi de değildir. fenâyı yaşayan kişi hazlarını görmekten fâni olan kişidir.

vahit göktaş arasteh, fenâyı “benliğin ölüp gitmesi veya ‘ben’den kurtulmak,” şeklinde açıklamaktadır.

vahit göktaş sûfîlerden bazıları fenâ ve mahv hâllerini, allah’ın, sevdiği kulunu kıskanmasından dolayı “sadece kendisiyle ilgilensin” diye kuluna hibe etmesi şeklinde yorumlamaktadırlar. onlara göre sevgili bâki olunca, sevenin fâni olması gerekir.

vahit göktaş allah velisinin yanında paranın bulunmasını ve velisinin buna ilgi duymasını kıskanır, onun kendisini zikretmesine mani olur.

ebû bekr tâcülislâm muhammed bin ebû ishâk ibrâhîm bin ya‘kūb el-buhârî el-kelâbâzî fenâ, allah’ın bir lûtfudur.

süleyman kösmene dünya üzerindeki fena damgası insanı durmadan hırpalamaktadır. + ölüm hiçbir şekilde dağılmak ve bozulmak değildir. + dünyadan ayrılmak hiçbir biçimde yok olmak ve mahv olmak değildir. + insan için dünyadan ayrılmak neden yok olmak olsun?

tuğba birdal 1 şâir, gülzâr-ı şebâb‟da geçen, beytinde, aşk ateşiyle yanan güçsüz kuvvetsiz kalbine derman isterken lirizmin doruklarına çıkar. karamsar ve melankolik bir kişiliğe sahip olan gavsî’nin bu durumu, eşinin genç yaşta ölümüyle de iyice artmış, şâir ölümü isteyecek

tuğba birdal 2 kadar hayattan vazgeçmiştir. gülzâr-ı şebâb'ın son kısmında bulunan mesnevide, eşinin ölümünden sonra duyduğu acı ve ızdırabı, dünyada yaşamanın onun için anlamsız olduğunu, bu dünyanın ona dertten başka bir şey vermediğini şöyle dile getirir.

mahmut şevket özdönmez / dânişmendzâde şevket gavsî şu yerde ki ben garîbim eyvâh dünyâ da degil midir fenâgâh ben gitmeliyim o yâre bî-şek lâzım mı bu derd-i dehri çekmek al cânımı ey ilâh-ı âlem bu hâle nasıl dayansun âdem

mehmed / niyâzî / mısrî hem dahi cümle fenâ buldukda aşk bâkî kalır bu sebebden dediler kim aşka yokdur intihâ

  1. süleyman / kanunî sultan süleyman / muhibbî belki cümle heykel eflāk ü evżā’-ı nücūm ālemüñ şekl-i fenāsın bildürür hey’et gibi

sabahattin ali sizi sevdiğimi, deli gibi, ölecek gibi sevdiğimi söylemek fena bir şey mi?

sait faik abasıyanık bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları...

ahmet hamdi tanpınar fena bir şeyden iyi bir şey doğmaz!

dücâne cündioğlu artisti fena ahlâklı olmaktan men etmek, insana “hasta olmayacaksın!” demek gibidir.

friedrich wilhelm nietzsche gözleri açılırsa körün, öyle fena şeyler görür ki yeryüzünde: beddua eder kendisini iyileştirene.

fernando pessoa kendin hakkında hiçbir şey bilmemek, yaşamaktır. kendini fena halde bilmek, düşünmektir.

serdal kara üçüncü şahıs iyelik eki sorunu

mustafa argunşah türkçe sözlük'te tanımlama ve tanıklama sorunları

mamatqul juraev , barno nurmuradova özbek halkbiliminde kurt kültüne ait halk inançları

emine koca , handan baran iç anadolu bölgesinde kadınların şalvar kullanımının kültürel ve fonksiyonel değerler açısından değerlendirilmesi

burcu meliha keser nezaket, nezaket teorileri ve türkçede kullanılan nezaket kavramları

vasfi babacan yûnus emre metinlerinde sayılar

ismail serinken mesih'in kilisesi ibadeti

metin ersoy eskiden gazete okurken kahve keyfi de yapılırdı. şimdi ise gazetenizin yanına kahve ile birlikte, akıllı cep telefonunuzu veya tablet bilgisayarınızı da almanız gerekiyor. neden acaba?

kerime üstünova dil bilgisi çalışmalarında dilin dizge oluşunun izleri

lokman tanrıkulu çoğuldizge kuramı ışığında sabahattin ali'nin içimizdeki şeytan adlı romanının incelenmesi

tamer k. bu hikayede sizi thomas edison’un karanlık yüzü ile tanıştıralım.

tamer k. topsy, 1875 yılında forepaugh sirki tarafından amerika birleşik devletlerine getirilmiş bir gösteri filidir. topsy, binlerce insanı amerika’nın neredeyse her yerinde yaptığı mükemmel şovlar ile eğlendirmiş, sirke ciddi bir anlamda para kazandırmıştır…

tamer k. fakat bakıcıları ile arası pek iyi olmayan topsy üç tonluk bünyesi ile 1900 yılından sonra 3 yıl tam 3 bakıcının hayatına mal oldu.

tamer k. forepaugh sirki topsy’i coney adası’nda bulunan bir hayvanat bahçesine sevk etti ve fil mahkemeye verildi. mahkemeye verilen file ölüm cezası verildi. edison bu fırsatı kaçırmaz, filin elektrik verilerek öldürülmesini teklif eder.

tamer k. zavallı fil, 4 ocak 1903 tarihinde, edison’un gözetiminde alternatif akımın tehlikelerini halka göstermek adına vücuduna bir ac kaynağından 6000 volt elektrik verilerek 1500 kişi önünde öldürülür.

tamer k. edison’un bunun yanı sıra elektrik ile idam konusundaki çalışmaları için daha bir çok hayvanı öldürdüğü de bilinmektedir.

tarihi olaylar fil mary tarihin ilk asılarak idam edilen filidir.

tarihi olaylar 13 eylül 1916'da amerika birleşik devletleri'nin tennessee eyaletinde, erwin kasabasında bir sirkte gösteri yapan fil mary, bakıcısının kendisini kızdırması sonucunda bakıcısına saldırmış ve bakıcısını öldürmüştür.

tarihi olaylar cinayet suçundan yargılanan fil mary suçlu bulundu ve idamına karar verildi. fil mary, erwin kasabasından 40 km uzaklıktaki kingsport kasabasının meydanında resimde görüldüğü gibi asıldı.

vikipedi mahkeme başkanının şapka ve sarığı karşılaştırarak, ikisinin de bez parçasından ibaret olduğunu söylemesine karşılık, hakimin arkasındaki bayrağı göstererek onun ham maddesinin de ingiliz bayrağının ham maddesiyle aynı olduğunu söyleyerek cevap verdi.

vikipedi mahkeme reisi ali çetinkaya, savunma yapmaya gerek görmeyen iskilipli âtıf'ı idama mahkûm etti. iskilipli âtıf 1 hafta sonra ankara samanpazarı meydanı'nda asıldı.

ilme destek derneği iskilipli atıf hoca neden idam edildi? tüm iftiralara cevaplar

iskilipli mehmed âtıf böyle çirkin ve rezilce işlerde müslümanlardan hiç birisinin zamanın modasına uymasına ve bilhassa gayr-i müslim milletleri taklid etmesine, diğer bir tabirle, batılılaşmasına asla şer’i bir izin yoktur.

iskilipli mehmed âtıf 1 meyhane, kerhane, dans, bar, tiyatro vesair sufli müessese ve sefilane terakkiyât gibi, dini hüviyet ve faziletli islâm ahlakının mahvolmasına ve yok olmasına sebep olan batıl itikatlar, çirkin ahlak, rezilce itikatlar,

iskilipli mehmed âtıf 2 kötülenmiş ve yasaklanmış iş ve fiillerini almak ve bu hususlarda onları taklid meşru değildir ve menfurdur.

iskilipli mehmed âtıf ne bir müctehidin, alimin, şeyhin, ne de halifelerin, emirlerin, hükemânın, filozofların, itikada, ibadet ve muamelâta, ahlak ve âdâba dair sözlerine, fiillerine tabi olmak, itaat etmek, taklid ve benzemek katiyyen caiz değildir.

iskilipli mehmed âtıf avrupa’dan yüklenip getirdikleri pislikler ile islamın faziletlerini tahribe, milletin fikirlerini bozmaya çalışıyorlar. vatan evladının kalbini yabancı ruh, yabancı terbiye, yabancı itikad ile aşılıyorlar.

ebû saîd ahmed bin îsâ el-harrâz âriflerin riyası müridlerin ihlâsından daha iyidir.

başörtülü terapist üniversite sınavına başörtülü girmiştim. bunlar mucizeydi o dönem için. lisansa başladığım zaman öğrendim ki klinik psikoloji yüksek lisans programları başörtülü öğrenci almıyorlardı.

başörtülü terapist “başörtülü terapist olamazsın” dediler bana, bunun “objektifliği” ve “nötrlüğü” bozduğu gerekçesiyle. çok öfkeliydim onlara. okullardaki başörtü yasağı kalkmıştı ama yine de hayalimdeki mesleği yapmamın önünde engeller vardı.

başörtülü terapist üstün dökmen nötrlüğü sadece dini ve milli değerlerle kısıtlamış ve hiçbir dini ve milli değerin terapi odasına sokulmaması gerektiğini, bu yüzden de başörtülü insanların terapi yapacaksa eğer başlarını terapi odasında açmaları gerektiğini ifade etmiş.

başörtülü terapist “başörtülü terapist olamazsın” seslerini tekrar duyuyorum meslek hayatımda.

başörtülü terapist nötrlük yukarıda anlattığım gibi bunlarla kısıtlı bir şey değil ve aslında medyatik olan ve kendini sürekli ifşa eden terapistlerden biri olarak bahsi geçen kişinin “nötr” bir terapist olduğunu söylemek oldukça güç.

başörtülü terapist sizi düşünmeye davet ediyorum, terapistin terapide kendisi gibi olamadığı, dışarıda başka olup terapi odasında başka olduğu bir terapi ilişkisi danışana ne kadar faydalı olurdu?

başörtülü terapist terapistin asıl kimliğini değiştirerek danışanını kandırdığı bir terapi ne kadar gerçekçi ve etik olurdu?

başörtülü terapist siz bin bir emek mesleğinizi elinize alıp, tüm etik kurallara hassasiyetle dikkat ederken birileri sizin hakkınızda ahkam kesme yetkisine sahip oluyor. size “nötr değilsiniz” diyebiliyor.

başörtülü terapist son olarak söylemek isterim ki; gündemde olan bu söylemler düpedüz ayrımcılıktır, kendinden farklı olana yer vermemektir. hatta bir yanıyla ötekileştirme olduğu söylenebilir. öyle ki bu tavırlar sürdürüldükçe bu nefret söylemine kadar varabilir.

başörtülü terapist hiç kimsenin etnik kökeni, dini, cinsiyeti onun hangi mesleği yapıp yapamayacağını belirleyemez. gerekli eğitimleri aldıktan sonra etik kurallar çerçevesinde terapi verme yetkisi bunlara hiç de bağlı değildir.

başörtülü terapist insanın kendisi olarak, otantik varlığıyla çalışma hakkına hiç kimse engel olamaz.

turgay sebzecioğlu özet ıduk ötüken yış, eski türk yazıtlarında devletin güçlü ve daimi olması için “başkent” olarak kalması gerektiği vurgulanan kutsal (“ıduk”) bir yer adıdır.

turgay sebzecioğlu bu çalışmada, ıduk ötüken yış öbeğinde yer alan ötüken sözcüğünün “geçitler” (ing. gates) anlamına geldiği, en temel anlamı “geçmek” olan öt- eyleminden türediği, tarihî ve çağdaş türk dillerinden verilen sözcüklerle kanıtlanmaya çalışılmıştır.

turgay sebzecioğlu 1 sonuç olarak, bir ana geçit (portal) özelliği taşıyan ötüken yış’ın dikey geçişlere (“teŋri”ye yakın kutsal ana kapıdaki “gök direği, demir-ağaç”)

turgay sebzecioğlu 2 ve yatay geçişlere (askeri ve ekonomik anlamda stratejik kapılar) izin veren “geçitler ormanı (veya ağacı)” olarak anlamlandırılabileceği sonucuna ulaşılmıştır.

seni dinleyen biri uzakta, olmak istediğim yer, olmak istediğim ortam bir nebze olsun şu anda twitter’da. instagram’da hiç olmadım. bana göre değildi. bir zamanlar facebook’ta da olduğu gibi, nerdeyse hesabı olmayan bir ben kaldım.

seni dinleyen biri çevrimiçi ev kadınıyım ben. hiçbir şeyden uzakta kalmamalıyım. neyse ki artık “her şey” orada. benim aklım her yerde. çevrimiçi ev kadınıyım ben. evdeyim ama her şeyden haberdarım. çevrimiçi ev kadınıyım ben. öyle ya da böyle ben de bir şeyler paylaşıyorum.

seni dinleyen biri çevrimiçi ev kadınıyım ben. tüketmek bize en çok yakıştırılan şey iken, neden internetten birkaç parça bir şey almayayım? çevrimiçi ev kadınıyım ben. okuyorum, düşünüyorum, yazıyorum; çevrimiçi dayanışıyorum.

seni dinleyen biri çevrimiçi ev kadınıyım ben. çevrimdışı varlığım pek değer görmüyor. oysa çevrimiçi hayal ile gerçek arasında gibi, zamanın ne içinde ne dışında olmak gibi, makbul olanın ne içinde ne dışında olmak gibi…

seni dinleyen biri çevrimiçi bir ev kadınıyım. mazur görmeyin. siz de vurun.

kevser çelik kötülüğün felsefesi: felsefi tecrübede kötülük sorunu ve kötülüğü haklılaştırma olarak teodise

ercan şen hannah arendt’in iş-emek kavrayışı perspektifinde emek kavramının türkçe etimolojisi

ercan şen emekçi hareketin temel yapı taşını oluşturan emek kavramı üzerine türkiye’de ismet zeki eyüboğlu’nun “türk dilinin etimoloji sözlüğü” isimli eseri dışında terimin etimolojisi üzerine kayda değer bir cümle yoktur.

ercan şen 20.yüzyılın önemli düşünürlerinden hannah arendt ise emek kavramının insanlık durumu içerisindeki merkezi önemine vurgu yaparken aynı zamanda kavramın etimolojik durumunu da dikkat çekmiştir.

ercan şen 1 kısaca arendt şunu söyler, antikite’de ve sonrasında emek/iş kavramına ilişkin olarak net bir ayrım olmamasına rağmen, emek her zaman ağır, acı içeren bir çalışma sürecini ifade ederken, ‘ürün’ terimi kök olarak bu emek kavramından değil,

ercan şen 2 ‘iş’ kavramından türetilir. bir başka deyişle emeğin sonucu olarak “ürün” değil, iş’in sonucu olarak “ürün” kavramı kullanılmaktadır.

ercan şen arendt bir noktaya dikkat çeker, vasıflı ve vasıfsız iş ile kafa ve kol işleri arasındaki ayrımların klasik ekonomi politikte de, marx’da da herhangi bir rol üstlenmemesinin ilgi çekici olduğunu söyler.

ercan şen 1 hannah arendt’in emek kavramının etimolojisinde vurguladığı temaların türkçenin modern öncesi kullanımındaki karşılıkları da aynı anlama gelmektedir. fakat günümüzdeki özellikle sosyalizm sempatizanı yazarların tanımlarını araştırdığımızda kavramın dile özgün

ercan şen 2 yaşantılanmış tariflerinden çok modern iktisadın terminolojisiyle tarif edilmeye çalışıldığını görüyoruz. ki aslında bu arendt’in tam da dile getirmeye çalıştığı şey olan modern çağa egemen olmuş ekonomi paradigmasının meşrulaştırılmasından başka bir şey değildir.

ercan şen ismet zeki eyüboğlu ‘emek’ kavramını moğolca’da kullanılan em (ilaç) kelimesi ile ilişkilendirmektir. bu açıklama, hannah arendt’ın emek kavramını açıklarken ifade ettiği acı, ızdırap, zahmet vb. anlamlarıyla bir farklılık arzetmektedir.

ercan şen 1 ancak biz emek kavramının türkçe etimolojisinde de hannah arendt’in belirttiği gibi acı, ızdırap, cefa, zahmet anlamlarını içerdiğini 1941 yılında t.d.k’nın yayımlamış olduğu huastuanift (türklere yönelik maniheizm propagandası kitabı; von le coq’un

ercan şen 2 ingilizce tercümesinden, çev: s.himran) adlı kitapta şöyle bir ifadede bulguladığımız düşüncesindeyiz. “kentü özümüzni-i emgetürbiz (kendi özümüzü cefalandırıyoruz)” burada emge/emek ‘cefa’ kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır.

ercan şen sevan nişanyan’da ‘sözcüklerin soyağacı’ kitabında; emek: emgekle-dört ayak üstünde sürünmek, anlamını vermektedir.

ercan şen yine türkçenin eski sözlüklerinde, meninski’nin thesaurus ve şemsettin sami’nin kamus-ı türki’sinde emekli zahmetli, zor, karşılıklarını vurgulamaktadır.

ercan şen 1 prof.dr.tuncer gülensoy, cumhuriyet türkiyesinin ilk ciddi etimoloji sözlüğü olan ‘türkiye türkçesindeki türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü’nde ‘emek’ sözcüğünün eski türkçede ‘emgek; ızdırap, acı, zahmet’ olarak kullanıldığını ve

ercan şen 2 uygur lehçesinde de; ‘emgeklig, emgeksiz, emgenmek, emgetmek, emgetmeksiz’ olarak kullanıldığını göstermektedir. kaşgarlı mahmut’un meşhur eseri ‘divanu lügati’t türk’de yine ‘emgek’ olarak geçmektedir.

ercan şen ‘emek’ kelimesi, türkçe etimolojisinde de cefa, eziyet, zahmet, acı anlamlarıyla yakından ilintili ve yüklüdür.

ercan şen emek kavramının temel bir insanlık durumunu vurguladığı ve şu anda kullanılmakta olan belli başlı evrensel dillerin hemen hepsinde türkçede dahil olmak üzere aynı acı, zahmet anlamlarını içerdiği açıktır.

ercan şen 1 bu anlamda emek kavramı öz türkçe bir kelime olup tarihin derinliklerinden günümüze dek yaşantılanmış ve kullanılagelmekte olan bir kelimedir. bu manada kavramın asli olarak vurguladığı ve çağrıştırdığı yaşantısal içeriğinin ekonomi paradigması tarafından nasıl bir

ercan şen 2 dönüşüme uğratıldığını ve üzerinin örtüldüğünü saptamak ilgi çekici olmanın ötesinde; yeni kavrayışlara yol açabilmesi açısından dikkate değerdir.

ercan şen şu da bir gerçektir ki arendt’in de vurguladığı gibi ‘insanlık durumu’ almış olduğu bu yeni hal karşısında hiç de insani bir dengede değildir.

neslihan dolar güneş ışınları her saat zararlı. ama saat 11 le 3 arasında çok daha clddi şekilde cildi direk olarak etkiler.

yankı yazgan adaletsizlik doğurduğu duygularla toksik stres etkisi yapar. toksik stres ruh sağlığımızı bozarak güven ve umudu aşındırabilir. birliktelik, dayanışma ve güzel bir geleceğe inancımız adaletsizliğin toksik etkilerini giderecektir.

yankı yazgan 1 stres belli düzeylerde olduğunda insanı geliştirici etkisi olan, vücudun dışarıdan gelen etkenlere karşı verdiği bir reaksiyon. stres yaratan durumlar bizi zorlayabilir, ancak çoğu her zaman zarar vermez; optimal düzeyde olduğunda geliştirici etkileri de olabilir.

yankı yazgan 2 ama insanda, stres yaratan olayların frekansı, sıklığı, kişinin niteliklerini ve o andaki yük kaldırabilirliğini aşan boyutta olduğunda ve stresin kaynağı olan durum geleceğinizi tehdit eden, fiziksel veya ruhsal varlığınızı zora sokan bir stres ise

yankı yazgan 3 toksik strestir. fakat otobüsü kaçırmak strestir ama toksik değildir. ya da eşinizle o gün tartışmalı bir şekilde güne başlamak strestir ama toksik değildir. her güne o şekilde başlarsanız, stres toksikleşir. yararlı, optimal hale dönüştürülemez.

yankı yazgan 1 kümülatif stres, stresin tekrarlanarak birikmesiyle oluşan bir kavram. toksik ve kümülatif stres birbirinin alternatifi değil. kişisel hayattan örnek verirsek boşanma, hastalık, sevdiğimizin ölümü her biri yüksek düzeyde birer stres; ama bu stresler her zaman

yankı yazgan 2 toksik olmayabilir. ama, aynı kişinin hayatında bu tek tek toksik olmayabilecek streslerin üçü birden dar bir zaman diliminde olursa kümülatif stres oluşuyor.

yankı yazgan işler ters gidince, toksik stresin karmakarışıklaştırdığı belleğimiz, dünyayla ilişkimizi çarpıtmaya başlıyor. anılarımıza dayanarak oluşturacağımız hedefleri, bir bakıma yaşama amacımızı ya da amaç oluşturabilme kapasitemizi kaybedebiliyoruz.

yankı yazgan toplumsal adaletsizlik ya da ailenizdekinin negatif, toksik stres etkilerinden bir şekilde korunuyorsunuz. kurtulamazsınız, ama korunabilirsiniz.

yankı yazgan safları sıkılaştırmak derken kastedilen de, insan ilişkilerini sıkılaştırmak, başkalarının hayatımızdaki yerini, bizim başkalarının hayatındaki yerimizi anlamak, tanımlamak, güçlendirmektir.

yankı yazgan 1 çocuk onu yaratıcı bir şekilde, o can sıkıntısını giderecek bir şekilde kullanamıyor. örneğin, eline akıllı telefonu geçiriyor. telefonu vermemezlik edemiyorsunuz.

yankı yazgan 2 çünkü “çocuğa faydalı şeyler var, youtube’dan faydalı videolar izliyor” diye aileler de kendilerini çok güzel inandırıyorlar, yani belki yüz çocuktan birisi böyle bir şey yapabilir, ilginç şeyler öğrenebilir, ama doksan dokuzun öyle yapmadığını biliyoruz.

yankı yazgan 1 çocuğun canının sıkılmasını yönetmek için gereken sabır anne babada da kalmamış. o da, hemen hallolsun, kimsenin canı sıkılmasın, istiyor. yoksa bu iş telefonu verdin-vermedin meselesi değil.

yankı yazgan 2 negativite, tatsızlık kaldıracak halde değiliz, dayanamıyoruz, yılıveriyoruz. anne-babaların da toksik stres altında olduğunu düşündürüyor.

yankı yazgan bağların gevşemesinden dolayı duyduğumuz, ya koparsa korkumuz sebebiyle gereksiz sıkıyoruz ergenleri.

levent kenar nükleer kaza veya terörist atakta organizasyon, iş birliği ve stratejisi

ismet orhan sözüm ona, boğaziçi islam araştırmaları topluluğu organizasyon düzenlemiş... konuşmacı, yunan asıllı sonradan müslüman olmuş ingiliz, hamza andreas tzortzis. yani, ithal şeytanın ta kendisi dürzü...

ismet orhan ne diyor bu satılmış ajan provokatör? atatürk şeytandır diyor... ingiliz muhipleri cemiyeti üyesi, iskilipli atıf’ın torunları da alkışlıyor...

irfan gündüz tasavvufî bir terim olarak râbıta

rifat okudan insanî bir insiyak olarak râbıta

muhammed zekeriya el-kandehlevî - çev : ismâîl yılmaz , mehmed etmekçi “şeyhi tasavvur etmek” yahut şeyhe râbıta yapmak

ferit aydın tarîkatta râbıta ve nakşibendîlik

emine büyüknohutçu iki senedir yaşadığımız bütün süreci, bize yaşatılan bütün kötü, trajik ve korku dolu süreçleri anlatacağımız, paylaşacağımız, henüz isim veremesek bile önemli noktalara değineceğimiz bir sosyal medya hesabı oluşturduk.

emine büyüknohutçu şu an bizim için bu çok önemli ve en sağlıklı bilgiyi kamuoyu bizden bu hesaplardan alacak.

emine büyüknohutçu bu davanın üstü kapatılmak isteniyor, iki sene boyunca biz de kandırıldık ve birçok yalana inandırıldık, korkutulduk, tehditler aldık, dünya kadar şey yaşadık ve hiçbirini açıklayamadık.

emine büyüknohutçu çünkü her açıklamak istediğimizde yeni sıkıntılar yaşatıldı bize. dolayısıyla artık korkularımız yok ve sosyal medya hesaplarından yaşadığımız süreci, davanın gelişimini aktaracağız.

emine büyüknohutçu dünya kadar tehdit alıyoruz. hatta, ‘kardeşlerini paçavra gibi önüne sereriz’ diye tehdit telefonları geliyor. dava her gündeme geldiğinde evimizin önüne plakasız araçlar yanaşıyor ve birtakım insanlar fotoğraflarımızı çekiyor.

emine büyüknohutçu bunlar en basitleri. tabi ki belgelediğimiz tehditleri savcılık aracılığıyla suç duyurusunda bulunacağız ve açıklayacağız. artık zamanı geldi.

emine büyüknohutçu iki senedir inandığımız yalanlar, masallar var. inanmak zorunda bırakıldığımız şeyler var. bu yüzden henüz acımızı da yaşamadık. bu davanın çözümüyle inşallah acımızı da en derin bir şekilde yaşayacağız.

emine büyüknohutçu kamuoyuna mal olan birçok olay mahkeme süreçlerinde çok farklı aksettirildi. çok farklı kayıtlara geçildi. 11 avukatın itirazına rağmen farklı yargılar geliştirildi. biz konuşturulmadık mahkemede, herhangi bir görüşümüze de başvurulmadı.

emine büyüknohutçu üç kız kardeş olarak hiç ifade vermedik. ifadesi alınmasını istediğimiz insanların da ifadesinin alınmadığını biliyoruz. bize susmamız söylendi, tehdit edildik, konuşturulmadık.

aylin koç hastalık isimlerinde örtmece

osman nedîm tuna osmanlıcada moğolca ödünç kelimeler

serpil gündüz sokakların da şiiri vardır

roland gérard barthes dillerin sonsuzluğuna gelmeden önce, yazmakta olan biziz. yazılabilirlik romanlaşmamış romansılık, şiirleşmemiş şiirsellik, yazıya dökülmemiş deneme, biçemi olmayan yazı, ürünleşmemiş üretim, yapılaşmamış yapılanmadır.

roland gérard barthes insan arzu ederse yazar, benim de arzularım bitip tükenmez…

ayşe inal 1980 yılında bir trafik kazası sonrasındaki ani ölümü barthes'ın akademik çalışmalarının bir soru işareti ile sonlanmasını beraberinde getirdi. yazmaya devam edebilseydi acaba hangi konulara yönelecekti?

ali göçer yazma eğitimi

tahir tağa , süleyman ünlü yazma eğitiminde karşılaşılan sorunlar üzerine bir inceleme

suat ungan yazma becerisinin geliştirilmesi ve önemi

selami aydın ingilizce öğrenenlerin yazma etkinliklerinde bilgisayar kullanmaya yönelik tutumları ve bilgisayarın yazma becerilerindeki başarıya olan katkısı

heybeliada forumu , adalar savunması 2000’li yılların ortalarından bu yana her yıl 10-12 kişi “motorlu araç trafiğine kapalı” olan adalarda bisiklet, akülü motorsiklet ve faytonların karıştığı trafik kazalarında ölmektedir.

heybeliada forumu , adalar savunması adalar’da her sene 250-300 civarında at, fayton sürücüleri başta olmak üzere insanlar için de büyük bir tehlike arz eden ruam hastalığına yakalanmakta ve bu nedenle öldürülmektedir.

heybeliada forumu , adalar savunması adalar’da her sene yaklaşık olarak 400’e yakın atın öldüğü tahmin edilmektedir.

heybeliada forumu , adalar savunması kurtuluş yok tek başına, ya insanlarla, atlarla, kedilerle, köpeklerle, balıklarla, kuşlarla, ağaçlarla birlikte, ya hiç birimiz…

uğur mumcu hasan ali yücel sordu, mareşal sustu

hasan âli yücel bir lokma, bir hırka bizlere yeter; şâd olsun isteriz can da canan da. bu yalancı zevkler gün gelir de biter; bitmeyen şeydedir neşe cihanda…

hasan âli yücel bürünmüş bir eski, soluk kefene bayırlar, ovalar, dereler, dağlar. akşam kaybettiği sevgilisine içinden ah edip ağlar

hasan âli yücel yelesi savrulmuş, oynak ve çapkın al renkli bir kısrak gibi güzelsin. vahşetten daha hür, şehvetten azgın, ölüme susayan kalbe ecelsin

tebrizli kavsî āşıķam ben dövlet ü māl u menālı n'ėylerem berg ü berden yummışam göz şāĥ u bālı n'ėylerem

tebrizli kavsî gözi ŝūret gören me‘níden āgāh olmayan ġāfil eger veŝl istese bir kūra benzer kim çırāġ ister

tebrizli kavsî düşmenini kimse sevmez bilmenem yā reb n'içün ben seni ‘ālemce ėy bí-reģm-i ĥūn-ĥˇār isterem

tebrizli kavsî her ne var ‘ālemde bir birden beter ser-geştedür ķešre ‘ümmān aĥtarur ‘ümmān ne ister bilmenem

tebrizli kavsî şerāb ĥūn-ı ciger def‘ine ne fāyide sensiz boyung belāsın alım ķanı ķan ile yumaġ olmaz

nâzan bekiroğlu çaydan yana nasibimiz termosta sıcak su, poşet çay, kalın camlı su bardağı.

burhan külcü o zamana kadar ayağıma terlikten başka hiçbir şey giymemiştim. kışın kar yağdığında babaannem terliğimin üstüne iki tane poşet geçirirdi. poşetin de üstüne yün çorap giyerdim. bütün kışı bu şekilde geçirirdim.

ahmet şerif izgören bir gün anadolu'nun bir köyünden geçiyorum. bir ev, camı kırılmış. siyah battal boy çöp poşetiyle kapatmışlar camı.

ferhat ünlü cemal kaşıkçı, suudi toplumundaki bütün oksijeni çektiğini söylediği haris veliaht'ın talimatıyla suudi arabistan'ın istanbul başkonsolosluğu'nda başına poşet geçirilip vücudunun oksijenle temasının kesilmesi suretiyle öldürüldü.

ibrahim tenekeci vefat ettiği zaman evinin her yerinden; balkondan, dolaplardan, çekmecelerden, odalardan poşet poşet kurumuş kırmızı güller çıkmış..

mustafa kemal sayar poşet çay batı'nın bireyci vurgusuna hayli uygun bir mamuldür, onu yapmak için ne zahmete ne de ustalığa gerek vardır, fonksiyoneldir ve bir sohbetin hamisi olamayacak kadar soğuktur.

kathryn lamb burnuna naylon poşet dolanmış zavallı bir yunusun fotoğrafı bu. fotoğrafın altında bu yunusun, burnuna dolanan bu poşeti çıkaramadığı için açlıktan öldüğü yazıyor.

nureddin yıldız basit bir poşet üzerindeki reklam resminin bile ailemizin bekası açısından neye mal olacağını düşünmek aklımıza gelmiyor.

mustafa kutlu biz, asfaltların, betonların, çeliklerin, plastiklerin, sanal görüntülerin tutsağı nesiller. dondurulmuş yiyecek mahkûmları, poşet mağdurları, katkı maddelerinden hastalananlar, makinesı virüs kapanlar.

isahag uygar eskiciyan boşuna yere bakma ; diyen yaşlı adama baktım. elinde siyah poşet vardı ve sanırım poşetin içinde de başka poşetler...

murat yalçın bir naylon poşet kadar uzun ömürlü değiliz şu yeryüzünde

vítězslav nezval / vitezslav nezval gece yaş döker … çiseler çayırın üzerinde oğlanlar ve kızlar otların arasında öpüşmeye gitmişlerdi sabah çocukları açacak onlara kapıları döner mi oğlanlarla kızlar dönmezler geri

vítězslav nezval nice rüyadan uyandım ne de bir ekspresle geldim kolluyorum kendimi bir turist gibi manzaralara bakma sıkıntısından

vítězslav nezval selam size, şaraphaneler ve köylü mahzenleri selam size, domuzların öldürüldüğü kış şölenleri selam size, ilkbahar kazları

vítězslav nezval birbirini arzuluyor kadınlar ve erkekler domur domur ediyor memelerini kızların bağcıların şarkısı

vítězslav nezval b a b c 'niıı ikinci harfi ve sevilen bir kadının göğüslerinin görüntüsü + x bir engerek yılanının kafasında cain'in işaretidir x, sonsuzluk ve seni zehirleyen ağu

vítězslav nezval yüz kulesi var prag'ın sırtüstü yatan kadınların sarhoş eden parmaklarından mayısta bir mezarlığın parmaklarından hilebazların ve iğnedenliklerin parmaklarından mezar kazıcıların parmaklarından günahkâr kadınların parmaklarından

vítězslav nezval seni bir yığın suç için sorgulayacaklar sen bunlardan birini işledin — çek ve insan olmayı

vítězslav nezval hastaların ve tutsakların kara nefreti içersinde ben hain, hafif ve güzel kadınların ayyaşıyım zevk ve kanlı köpüklerin ayyaşı acımasız olanın, parçalayan ve kovalayanın ayyaşıyım terörün, acının ayyaşı, hayatın ve ölümün ayyaşı

vítězslav nezval dünyayı yeni yeni anlamaya başlamışsın okul salonunun hastane salonu oluşunu

vítězslav nezval seni arıyordum paris'in sokaklarında ve paris ıssız sabah erkenden bir mezarlık kadar

vítězslav nezval bir kurtulalım hele tüm asalaklardan, nasıl seveceğiz birbirimizi, şiirler okuya okuya! + çekip gidince soyguncular, bir başka dünya kuracağız. yaşamak neymiş, yaşamak, sen o zaman gör bak!

yaşar kemal gökçeli dağlar insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir barıştır.

uğur aktekin , başak gürbüz türkiye’de örtülü reklamlar ve uygulamadaki durum

m. özgür seçim bir pazarlama taktiği olarak realty show’larda gizli reklam uygulamaları: “gerçek kesit” örneği

özcan erdem televizyon ve sinemada gizli reklam ve subliminal mesaj

duygu acet bilinçaltı reklamlar ve bilinçaltı reklamlarda cinsellik öğesinin kullanılması

u. tansel şireli kanatlı etlerinde bozulma

millî eğitim bakanlığı inşaat teknolojisi taş bozulmalarını teşhis etme

aylan gımzal , çağr› yazgan hafif bilişsel bozulma

mustafa evren , mustafa apan , esra tutkun , sevil evren geleneksel gıdalarda bulunan bozulma etkeni mayalar

ilhami öztürk bir hükmün bozulmasını takiben verilen kararda hesaplanan yargı harcından bozulan hüküm dolayısıyla ödenmiş olan harcın mahsubu

mine gültekin , s. dilek doyuran , n. nilüfer demirel şarapta bozulma nedeni olan laktik asit bakterileri ve yabani mayalar

uzay yergün tarihi yapılarda bozulma nedenleri

ahmet tuncay sermaye şirketlerinde mali durumun bozulmasının nedenleri

özgür alparslan yenidoğan yoğun bakım hastalarında duyusal algılamada bozulma

mustafa çağatay korkmaz azalan bozulma oranına sahip üç parametreli yeni bir yaşam zaman dağılımı

hülya koç , muna silav vakıflar genel müdürlüğü arşivinde bulunan izzet mehmet paşa vakfına ait yazma eserlerin bozulma durumlarının incelenmesi, belgelenmesi ve çözüm önerileri

ayla tüzün ölüm belirtileri ve cesedin bozulma evreleri

insanveislam eğer benu israil olmasaydı yemek bozulmaz, et de kokmazdı hadisi

fatih sönmez moral bozukluğu sendromu

emmanuel levinas ölüm bozulmadır.

pınar erbaş toprak olmayabiliriz! pek çok ceset artık bozulmuyor çünkü...

ümit ekin osmanlı ordusunda moral yükseltici bir kurum olarak ordu şeyhliği

islâm araştırmaları merkezi dinî hükümlerin kaynağı ve dinî metinlerin anlaşılması konusundaki çağdaş yaklaşımlar çalıştayı

şükrü ersoy iklimler insan olmadan da değişebilir

mirpenç akşit nasîruddin tûsî’nin ahlak felsefesinde kadının yeri

yusuf ziya cömert türkülerdeki gdo’suz, hormonsuz şiir

yazmayadeger insanoğlu için, ne yazık ki, doğru iş yoktur.

hasan sancak dünyada insanlıktan-bilmek ve yaşamaktan daha doğru iş yoktur-ayrılma sakın haktan

osman özbahçe bir ülke ancak eleştiriye verilen değerle adım atabilir, yaşayabilir. eleştiriyi dışlayan her yapı çöker. sahteleşir. eleştirinin köreldiği yerde ancak kötülük üreyebilir.

osman özbahçe türkiye’nin osmanlı’dan süregelen uzun tarihinde bizi zaafa düşüren temel sorun eleştiri eksikliğidir.

osman özbahçe eleştiri yoksa doğru iş yoktur. eleştiri yoksa sağlam irade de yoktur, sağlam adam da yoktur. bu durumda hiçbir medeniyet çerçevesi hiçbir ülkeyi kurtaramaz. adam öncelenmedikçe medeniyet bir işe yaramaz.

zekeriya türkmen yalancılık, sebep olduğu zarara göre kanun gereği cezaya götürücü bir davranıştır.

zekeriya türkmen yalan söylememek, iyi niyetli ve dürüst davranmak bir hukuk kuralıdır. yalan söylememek aynı zamanda bir ahlak kuralıdır.

zekeriya türkmen dürüstlük, yalan söylememek, açık sözlü olmak, aileyi korumak ve kollamak...vb. şerefli olmakla ilişkilidir.

zekeriya türkmen yalan, doğrunun karşıtıdır. yalanın olduğu yerde doğru yoktur ve doğru iş yoktur.

zekeriya türkmen alışveriş yaparken, harcamanın ne kadarını ürünün kendisine, ne kadarını ambalajına verdiğimizi hiç düşündünüz mü? bir yandan çevreyi kirlettiğiniz bu ambalaj maddeleri öbür yandan sizi aldatan bir “yalancı” değil midir?

hakan unutmaz imgesel resimlerin kişiden kişiye değiştiğini varsayarsak doğruyu söyleyen bir şiiri yanlış anlayarak sevebilir miyiz? koray feyiz sevebiliriz de sevmeyebiliriz de.

koray feyiz şiir, insanın kendi şaşkınlığını keşfettiği dildir.

koray feyiz şiir, insanlığın eşsiz bir araştırması ve aynasıdır.

koray feyiz şiir, bizim varlığımız içinde bir varlık yaratır. bizi, bilindik dünyanın bir kaos olduğuna inandırarak bu dünyanın sakinleri yapar.

koray feyiz iktidar insana kibirlenmeye yöneldiğinde, şiir ona sınırlamalarını hatırlatır.

koray feyiz iktidar, insanın ilgilendiği alanı daralttığında, şiir onun varlığının zenginliğini ve çeşitliliğini hatırlatır.

koray feyiz güç bozulduğunda, şiir temizler.

koray feyiz şiir, yargımızın mihenk taşı olarak hizmet etmesi gereken temel insan hakikatini ortaya koyar.

koray feyiz şiir; mantıktan farklıdır, aklın aktif güçlerinin kontrolüne tabi değildir ve doğumunun ve tekrarlamasının bilinçle veya irade ile hiçbir bağlantısı yoktur.

koray feyiz şiir, içimizdeki bu duvarları yıkabilmektir.

koray feyiz şiir denince, insanlar korkuya kapılıyor.

koray feyiz en genel anlamda şiir, “köklü düşünme çabasıdır” ve evrensel düzeyde düşünme yönelimi.

koray feyiz şiir yazmak, insanı gelişigüzel bir biçimde değil yöntemli bir biçimde düşünmek demek.

koray feyiz şiir insanlara korkunç görünüyor.

koray feyiz kimileri için de şiir, zihni sakatlanmış insanların uğraşıdır.

koray feyiz şiir tıpkı matematik ve felsefe gibi bir insan araştırması…

koray feyiz insanların şiirden korkması en başta düşünmeye alışık olmamakla, hatta düşünmekten korkmakla ilgili.

koray feyiz insanların şiir korkağı olmalarının bir nedeni de bazı şairlerin mi diyelim şiir üretenlerin mi diyelim, anlaşılmaz metinleri.

koray feyiz bizde güçlü bir şiir geleneği yok.

koray feyiz şiir, ayrıntıların toplamıdır.

koray feyiz şiir, hepimiz için çok önemli.

koray feyiz şiir; cıva gibidir.

koray feyiz şair ve okurun birbirine çok benzeyen yanları ile hiç benzemeyen yanlarından bir senfoni yaratma denemesidir şiir.

cuma aktaş pestisitler, insanoğlunun günlük olarak maruz kaldıkları önemli bir çevre kirleticisi grubunu temsil etmektedir. bunlar başta tarımda yaygın olarak kullanılması nedeniyle muhtemelen yakın gelecekte de devam edecek ve artacaktır.

cuma aktaş pestisitler, mö 2000’den beri insanlar tarafından mahsüllerini korumak için kullanılmıştır.

cuma aktaş ilk bilinen pestisit, antik mezopotamya’da 4.500 yıl önce antik sümerler tarafından kullanılan kükürttür. 4.000 yıllık yazıtlar, zararlılara karşı kullanılan zehirli bitkilerden bahseder.

cuma aktaş 1 pestisitlerin toksisite çalısmaları sırasında farklı düzeylerde zararlı etkileri ortaya konduğundan bu etkileri ortaya çıkaran düzeyleri, dünya saglık örgütü (dsö) tarafından alınma miktarına göre sınıflandırılmıştır.

cuma aktaş 2 bu sınıflandırmada, bir toksinin (zehir) deney hayvanlarının %50’sini öldürmek için gerekli olan miktarı ld50 (lethal dose 50 - öldürücü doz) ve lc50 (lethal concentration 50 - öldürücü yoğunluk) olarak ifade edilmektedir.

cuma aktaş pestisitler, herhangi bir zararlıyı kendine çeken, baştan çıkaran ve daha sonra da tahrip eden maddelerdir.

cuma aktaş pestisit terimi, herbisit, insektisit, böcek büyüme düzenleyici, nematosit, termitisit, mollusit, piskisit (balık öldürücü), avisit (kuş öldürücü), rodentisit, bakterisit, böcek savar, hayvansavar, fungusit, dezenfektan türlerini içerir.

cuma aktaş pestisitlerin yararları olmalarına rağmen, insanlara ve diğer canlı türlerine karşı toksik etkileri gibi zararları da vardır.

cuma aktaş biyo-pestisitler, hayvanlar, bitkiler, bakteriler ve bazı mineraller gibi doğal malzemelerden türemiş belirli pestisitlerdir. örneğin, kanola yağı ve kabartma tozu pestisit uygulamalarına sahiptir ve biyolojik pestisit olarak kabul edilir.

cuma aktaş algisit - göllerde kanallarda yüzme havuzlarında su tanklarında ve diğer alanlardaki algleri öldürmek için kullanılır.

cuma aktaş çekici ajanlar - böcek veya kemiriciler gibi zararlıları çeken ajanlardır. zararlıların yemek için tercih ettiği gıdalar bu sınıfa girmez.

cuma aktaş herbisitler - yabani otları veya istenmeyen bitkileri öldürmek için tasarlanmış pestisitlerdir.

cuma aktaş insektisitler - böcekleri öldürür.

cuma aktaş mollusitler - salyangoz ve sülükleri öldürür.

cuma aktaş ovisitler - böcek ve akarların yumurtalarını yok eder.

cuma aktaş kovucular - sivrisinek gibi böcekleri ve kuşları uzaklaştıran kimyasallardır.

cuma aktaş rodentisitler - fare ve diğer kemirgenleri kontrol eder.

fethi demir , mehmet recep taş turgut uyar’ın dünyanın en güzel arabistanı’nı çevre eğitimi bağlamında okumak

fethi demir , mehmet recep taş çevre duyarlığı, 20. yüzyılın son döneminde hayatımıza girmiş ve zamanla bir hareket olmaktan çıkıp ekolojizm adıyla ideolojik ve politik bir harekete dönüşmüştür.

fethi demir , mehmet recep taş küresel ısınma, ormansızlaşma, asit yağmurları, türlerin yitimi, ozon tabakasındaki delinme, genetiğiyle oynanmış gıdalar, pestisit kirliliği, .......

şule gönülsüz arılar pestisit denilen tarım zararlılarına karşı kullanılan kimyasal ilaçların etkisinden kurtulmak için bir protein üretirler ama bu hastalığa sebep olan virüs, pestisite karşı koymayı sağlayan genleri kullanmalarını önlüyor. bu yüzden arıların sayısı azalıyor.

fatih ahmet göktürk pestisit endüstrisi atıksularının fenton prosesi ile arıtımı

hakan örnek ege bölgesi bağlarından elde edilen yaş ve kuru üzümlerde bazı pestisit kalıntılarının ve risk durumunun araştırılması

şeyda eyüpoğlu , dilek kut mikrokapsülasyon teknolojisi ve tekstil sektöründe kullanımı

murat dolayman böcekler ve insanlar arasındaki pozitif ilişkiler

ondokuz mayıs ünıversitesi mutfak hizmetleri enfeksiyon kontrol talimatı

ismail yüce sivrisineklerden koruyucu tekstil ürünlerinin incelenmesi

denizden sivrısinek / böcek koruyucu apreler

biosisidc askeri üniforma ve tüm askeri tekstil ekipmanlarında zehirli böcekler ve kemirgenlerin taşıdığı mikroorganizmalar karşı nato tescilli koruyucu ürünler

kur'ân / allâh / tanrı - çev : abdulaziz bayındır göklerde ve yerde allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de bozulurdu. + insanların, kendi elleriyle yaptıkları şeyler yüzünden karada ve denizde bozulmalar olur.

pelerinlikedi 4-5 yetişkin, ortasında da kumluk bir kuru alan iyi olur. ama kırmızı yanaklı su kaplumbağası tropikal türdür, kışı geçiremeyebilir o çevredeki bir göl ya da dereden kaplumbağa yakalyıp koyarsanız tam ekosistem olur. filtrasyon da lazım, yoksa durgun su bozulur...

kasım şulul 1 ibn haldun'un belli bir vetireden sonra şehirlinin dönüştüğü yapı hakkında söylediklerinden,

kasım şulul 2 hadarîlerin bir süre sonra dinamizmlerini yitirdikleri "durgun su bozulur" öz deyişi misali tembelleşmeye ve sadece mevcudu tüketmeye yönelmeleri sebebiyle inhitata uğradıkları anlaşılmaktadır.

bedri noyan

  • niçin seyahat ediyorsun?
  • akmayan su bozulur diye
  • neden deniz olmuyorsun ki hem akmaz hem de bozulmazdın?
  • iki nesne en büyüktür: ilim (bilgi) ve hilim (yumuşaklık). bilgi ile doğruya (çalab'a) yol görünür, yumuşaklık ile insanlara katlanılır.

leylâ karahan 1 kelime gruplarında yapıyı, bu dil birliğinde yer alan unsurların gramatik ve semantik değerleri ile bunlar arasındaki çeşitli ilişkiler belirler.

leylâ karahan 2 tekrar gruplarında ise yapı belirleyicisi, diğer kelime gruplarından farklı olarak genellikle unsurların ünlü ve ünsüzleri arasındaki düzendir.

leylâ karahan tekrar gruplarında yapı-anlam ilişkisi ise konunun bir başka boyutudur. “unsurların sıralanışında anlamın rolü nedir?” “unsurlar arasındaki ses düzeninde anlamın rolü var mıdır?” soruları bu ilişki çerçevesinde cevap arayan sorulardır.

leylâ karahan 1 tekrarlarda ünlü düzeni ile ilgili olarak tuna’nın tespit ettiği kurallardan biri, birinci unsurun ilk hece ünlüsünün düz geniş (a), ikinci unsurun ilk hece ünlüsünün dar-yuvarlak (u) ünlü taşımasıdır.

leylâ karahan 2 /a/…/u/ ses düzenine sahip 550 civarındaki tekrardan yaklaşık 320’sinin iki unsuru da, 50’sinin ise unsurlarından biri anlamlıdır. 180’inin unsurları da yansıma kelimelerden oluşmaktadır.

leylâ karahan çoğu kalın ünlü taşıyan ve aynı ses düzenine sahip bu tekrarların hepsi de “düzensizliği, hoşa gitmemeyi, rahatsız ediciliği” ve benzer duyguları çağrıştıran bir anlam değeri taşımaktadır.

leylâ karahan 1 demircan 1997’de, ünlülerin tekrar gruplarında yüklendikleri ayrımlardan birinin düzenli-düzensiz ayrımı olduğu belirtilmiş;

leylâ karahan 2 /a/…/a/ ve /a/…/u/ yapısındaki tak tak/tak tuk, şap şap/ şap şup, takır takır/takır tukur, şapır şapır/şapır şupur vb. örneklerle bu ayrım gösterilmiştir.

leylâ karahan 1 ulutaş 2007’de kırgız türkçesindeki bazı tekrarlarla ilgili olarak yapılan “söz aynen tekrar edilirse bu hareketin, işin ahenk ve düzen içinde yapıldığına işaret eder. ikinci sözün ünlüsü değiştirilerek tekrar edilirse

leylâ karahan 2 harekette farklılık ve düzensizlik olduğu anlaşılır” açıklamasıyla bu anlam özelliğine dikkat çekilmiş ve tars tars/tars turs, dañk dañk/dañk duñk, cark cark/cark curk, calt calt/calt cul gibi/a/…/a/ ve /a/…/u/ düzenli örnekler verilmiştir.

leylâ karahan hatta her iki yapıya, meselâ hart hart ile hart hurt ‘a , şapır şapır ile şapır şupur’a değişim dikkate alınmadan aynı anlamlar verilmiştir.

leylâ karahan seslerin anlam değeri, çok eskiden beri dil bilimi ile uğraşanların merak konusu olmuştur. meselâ ibraniler, ünlüleri seslerin ruhu kabul etmişler; grekler, seslere hareketlilik, akıcılık, çarpınma, kayma, içerilik, derunilik gibi nitelikler yüklemişlerdir.

leylâ karahan greklere göre /i/ ile yapılan kelimelerde bir hafiflik, bir şeyin arasından geçip gitme kabiliyeti, /a/ ve /e/ ile yapılanlarda uzunluk ve büyüklük, /o/ ile yapılanlarda yuvarlaklık kavramları bulunmaktadır.

leylâ karahan üçok’a göre uzağı gösteren işaret zamiri şu kelimesinde işaret edici unsur /u/ ünlüsüdür. çünkü “u vokalinin oynaklanmasında dudakların durumu dışa doğru bir istikamet göstermektedir.”.

leylâ karahan 1 üçok, özellikle yansımalardaki ünlüler arasında, zihnimizde bıraktıkları intibalar bakımından çok ince farklar bulunduğunu, bu sebeple de birinin yerine diğerinin kullanılamayacağını belirtir.

leylâ karahan 2 meselâ bir top atışı bim büm şeklinde ince ünlülerle değil, bum (bım) şeklinde kalın ünlülerle anlatılabilir. /a/ ile /ı/ arasındaki anlam nüansını da gacırdamak ve gıcırdamak kelimeleriyle açıklayan üçok, /a/’nın daha ağır,

leylâ karahan 3 daha büyük, /ı/‘nın ise daha hafif, daha küçük bir gürültüyü anlattığını, ağır demir bir kapı gacırdar, fakat dişler gıcırdar ifadesi ile örneklendirir.

leylâ karahan 1 eklerin bazılarının seslere birtakım işlevler yüklenmesiyle ortaya çıktığını, ekin taşıdığı fonksiyonun doğrudan doğruya sesin kendisinden geldiğini belirten ercilasun,

leylâ karahan 2 /a/ ve /e/ ünlülerini pekiştirme, belirtme, süreklilik, mübalağa, çokluk bildiren kuvvetlendirici fonksiyon alanı içinde değerlendirmiş; /u/ ünlüsünün fonksiyon alanından söz etmemiştir.

leylâ karahan kocaoğlu 2004’te ise ses-anlam eşitliğine dayalı karşıt denkliklerdeki ünsüzlerin genel anlam özelliğinden ve söz varlığının çok az bir bölümünde görülen ses-anlam ilişkisinin evrenselliğinden bahsedilmiş, ünlülerin anlam değerleri üzerinde durulmamıştır.

leylâ karahan 1 zülfikar, geniş ünlülerin şiddeti, kuvveti, yoğunluğu, kalınlığı, büyüklüğü ve zengin katılmaları; dar ünlülerin ise bu özelliklerin daha zayıf oluşunu temsil ettiğini belirtir.

leylâ karahan 2 demek ki yansıma kelimelerde ünlülerin genişliği ve darlığı anlam ayırıcı bir rol oynamaktadır. ancak bu, anlamın oluşmasında yeterli değildir.

leylâ karahan 1 /a/…/u/ ses düzenli tekrarlarda anlam farklılaşmasını sağlayan, ikinci unsurdaki ünlünün hem dar hem de yuvarlak (daha çok kalın) ünlü olmasıdır.

leylâ karahan 2 sadece darlık bu anlamı karşılasaydı /u/’nun yerini /ı/, veya sadece yuvarlaklık yeterli olsaydı /u/’nun yerini /o/ alabilirdi.

leylâ karahan 1 /u/ ve /o/ ünlüleri darlık-genişlik bakımından birbirinden farklıdır ve bu fark anlamı etkileyecek kadar önemlidir.

leylâ karahan 2 bu sebeple zülfikar’ın /a/…/u/ ses düzeninindeki /u/’nun varlık sebebini türkçenin ilk hece dışında /o/ bulundurmamasına bağlayan görüşü de eleştiriye açıktır.

leylâ karahan 1 /u/ ünlüsü, dudakların büzülmesiyle çıkarılan dar-yuvarlak bir ünlüdür. oluşumunda alt ve üst çeneler birbirine yaklaşır.

leylâ karahan 2 hoşa gitmemeyi, beğenmemeyi, küçümsemeyi, umursamamayı ifade eden burun kıvırma hareketi sırasında dudakların aldığı şekil ile /u/ ünlüsü çıkarılırken dudakların aldığı şekil aynıdır.

leylâ karahan 3 yine benzer duyguları anlatan dudak bükme hareketinde de /u/ ünlüsünün çıkarılışında olduğu gibi dudaklar büzülür ve bu sırada alt ve üst çeneler birbirine yaklaşır.

leylâ karahan 4 bu yakınlık, bize /u/ ünlüsünün /a/…/u/ ses düzenli tekrarlardaki anlam değerinin tesadüf olmadığını anlatmaktadır.

leylâ karahan 1 beden dili üzerinde çalışanlar korku, öfke hiddet tiksinti, üzüntü, mutluluk, sevinç gibi duyguların yüzde, kaşta, alın bölgesinde, göz kapaklarında ve ağız kısmında değişikliklere yol açtığını ve bu duyguların çeşitli kültürlerde ortak yüz ifadeleriyle

leylâ karahan 2 aktarıldığını belirterek, bunun beden dilinin evrenselliğine bir işaret olabileceğini ileri sürerler. duygularımızı anlatan ah, of, oh gibi kelimeler de sözlü dil ile beden dili alanlarının birbirine yakınlığını göstermektedir.

leylâ karahan 1 yansıma kelimelerle yapılan /a/…/u/ ses düzenli tekrarlar, düzensizliği, çirkinliği, hoşa gitmemeyi, rahatsız ediciliği” çağrıştıran bir anlam yüküne sahiptir ve bu anlamda etkili olan ses, /u/ ünlüsüdür.

leylâ karahan 2 böyle bir yapıda /u/ ünlüsünün bulunması anlamlıdır. çünkü /u/ ünlüsünün çıkışında dudakların aldığı şekil, aynı zamanda olumsuz duyguları da yansıtan bir şekildir.

leylâ karahan sözlüklerde /a/…/a/ ve /a/…/u/ ses düzenli tekrarlar betimlenirken /u/ ünlüsünün sebep olduğu anlam değişmesi göz ardı edilmektedir.

leylâ karahan yansıma kelimelerin üretilebilirlik özelliği, bu kelimelerle tekrar yapmaya işleklik kazandırmıştır. /a/…/u/ ses düzeni, türkiye türkçesinde hem yansımalı tekrarlarda hem de bir unsuru anlamlı tekrarlarda verimli bir şekilde işletilmektedir.

şükran tufan serbest etkinlik derslerinde öğrencilerin kelime hazinesinin geliştirilmesinde türk ve kırgız çocuk şairlerinin eserlerinin etkisinin incelenmesi

salih okumuş , zabit yön , sadullah yılmaz kosova’da türkçe yayımlanan çocuk dergisi: bahar (şekil, muhteva ve yazar kadrosu açısından inceleme)

paul antschel / paul celan - çev : sevil eryaşar akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü ve öğlenlerle sabahlarda bir de geceleri hiç durmaksızın içmekteyiz bir mezar kazıyoruz havada rahat yatılıyor

arpın çor tigin benim güneş tanrı gibi göğüslüm, bilgem, benim, güneş tanrı ışığı gibi, göğüslüm, bilgem; güzel, asîl tanrım, şöhretlim, koruyucum, güzel, asîl tanrım, burkanım, bulunmazım.

arpın çor tigin açlık, sıkıntı başta olmak üzere üç türlü fena âfetler şu anda derhal gidip sükunet bulup diğer beş alemdeki mahluklar da istisnasız hepsi birden huzura kavuşsunlar

arpın çor tigin sevgilimi düşünüyorum düşünüp taşınıyorum sevgilimi öpmek istiyorum

ahmed matar bir keresinde dedi ki annem çocuklarım bir bilmecem var size bakalım içinizden kim bulacak cevabını? “bir tabut, kabuğu şeker içinde oturan tahta. . kabuk azıktır gelip gidene. “

tâcettin şimşek toprağı emzirmek bizim işimiz kendi pınarımızdan gülün geçmişinde geleceğimiz gülün geleceğinde geçmişimiz şehri onarmaya geldik efendim şiirler dökelim şehir kurtulsun

tâcettin şimşek tut ki binlerce nemruda karşı biz yapayalnız birer ibrahimiz

tâcettin şimşek eylüldü ustam zehir damlatırdı kuşluklarıma düşlerimi ölümlere bölerdi yanık mısralara salardı beni tutuşan bir yanım olurdu birden çoğalırdım

ömer sevinç şiir olsun diye şiir yazılmaz, şiirin mısrası dolu olmalı… sırf kafiyeyle sözler dizilmez, kafiye de özün malı olmalı… + şiir, yalnızlara bir iyi yoldaş, mazluma, sefile candan arkadaş; sayıklayanlara bir hülyalı düş; sahil havasının yeli olmalı…

ömer sevinç şiir denilen şey hastaya döşek, şefkatli anneden bir sıcak kucak, darda kalmışlara bir son sığınak, çaresizin çamlıbel’i olmalı…

ömer sevinç elem denen şeyin kendi derinde, kulak dayasan da sırrını vermez; ne gören anlar, ne duyan olur, sen onu görsen de o seni görmez… + elemli hayatın pek tadı yoktur, derdi kasaveti her şeyden çoktur, sineye saplanmış sanki bir oktur… sen onu sarsan da o seni sarmaz…

ömer sevinç nezaket kibarın simli hırkası, fazilet, asalet daim markası, edep hayâ ile olur tartısı, incinin, yakutun ondadır hası…

ömer sevinç yemeden, içmeden can verdin bize, hayat bulsun diye kan verdin bize, tenini çürüttün, ten verdin bize, hakkını helal et cefakâr anne…

ömer sevinç sanata saygınız bu kadar mıydı? böyle yapmakla gayeniz neydi? yoksa yoksa size nazar mı değdi? nasıl da verdiniz böyle hediye?

ömer sevinç sıkıldıkça bana yoldaş oldular, ağustos ayında saye saldılar, ilgiden, sevgiden gayret aldılar, gariplere bir han gibi geldiler…

ömer sevinç elmayı, ayvayı, narı unutma; aldanıp da her meyveyi bir tutma… + fındığı, fıstığı, cevizi bol al; hastalıkla sıkıntıyı böyle sal… + zerzevatı saya saya usandık, mevsimi, bolluğu hiç bitmez sandık…

ömer sevinç kimi yaz kursuna gitti, kimi dağda koyun güttü, kimisi mendil sattı, kimi de boşluktan sıkıldı…

ömer sevinç şaplağı aldım, beklemede kaldım; sinek gelince şaplağı çaldım…

özlem züleyha kuran 1 hudâ (deveci ezgileri) câhiliyye çağındaki bu musiki, arap gençlerinin ıssız kum çöllerinde, deve kervanlarının yürümelerini hızlandırmak ve teşvik etmek amacı ile söyledikleri basit nağmelerdir. bundan başka tarlada çalışanlar, çobanlar, kumaş dokuyanlar

özlem züleyha kuran 2 vb. monoton işler yapanların sıkıcı çalışmalarını hafifletmek ve bir ölçüde yorgunluklarını gidermek, işlerin daha düzenli, daha verimli duruma getirebilmesi amacı ile hidâ adını verdikleri nağmeler söylemeleri gelenek halini almıştı.

özlem züleyha kuran 1 arap edebiyatının her döneminde tek kafiye sistemi kullanıldı. şairler de çok nadir olarak bu geleneğin dışına çıktı.

özlem züleyha kuran 2 ayrıca kafiyedeki bu standart sistemin zorunluluğu kasîdenin uzunluğunu sınırlamış, bu da şairler için ayak bağı olmuştur. böylece sıkıntı ve meşakat artmış, tekdüze kafiye sisteminden doğan yapmacıklık ve abartı ortaya çıkmıştır.

özlem züleyha kuran 1 ibn ‘abd rabbihi (ö.940) halife ııı. abdurrahman’ın kahramanlıklarını anlatan bir muzdevic urcûze yazmıştır. 912-934 yılları arasında kronolojik bir sıra ile nazmettiği 445 beyitlik şiiri, tarihe tanıklık etmesi bakımından oldukça önemlidir.

özlem züleyha kuran 2 ancak onun stili, aşırı derece sıkıcı ve monotondur.

zuheyr bin ebî sulmâ bıktım, usandım hayatın sıkıntılarından, elbette usanır-babası olmayasıca – seksen yıl yaşayan.

gümrük ve ticaret bakanlığı fiyat etiketi yönetmeliği bir malın veya hizmetin miktar, sayı, ebat ve benzeri farklı birimlerden satışı yapıldığı takdirde, her birime uygulanan fiyatlar, etiketlerde, tarife ve fiyat listelerinde ayrı ayrı gösterilir.

elif ü. akyıldız , ziya kır , safa çelik , gökhan ersoy mezar açma sonrası yapılan otopsilerde histopatolojik inceleme sonuçlarının analizi + özet bu çalışmadaki amaç histopatolojik incelemesi yapılmış adli mezar açma olgularında izlenen organ değişikliklerini gözden geçirmektir.

? / anonim yen-çi-şan dağını yitirdik kadınlarımızın güzelliğini aldılar silan şan yaylasını yitirdik hayvanlarımızı üretecek yeri aldılar

medicine kills millions medical journals report that pharmaceutical-based medicine is one of the leading causes of death & injury in developed countries.

aseem malhotra why modern medicine is a major threat to public health

lissa rankin is medicine killing you?

ilana strauss does medicine actually make people live longer? the truth is our early ancestors didn’t all die at 30 — and medical science has given us less of a boost than you think.

bestendings modern medicine can keep you alive

richard smith new pill may destroy diseases and keep you alive to 100

lösev sağlığımız için koşacağız! iyilik için koşacağız! daha sağlıklı bir toplum için koşacağız! tedavisi devam eden tüm hastalar için umut olacağız!

lösev koşar adım lösev kampanya bilgileri toplanan bağış tutarı 856.945,23 tl

sözcü rabia naz'ın şüpheli ölümü

bbc aysun yıldırım'ın şüpheli ölümü

ntv antalya'da 3 aylık bebeğin şüpheli ölümü

güneş antalya'da tuna öğretmenin şüpheli ölümü

sözcü seks skandalını ortaya çıkaran modelin şüpheli ölümü

sözcü emekli pilot yüzbaşının şüpheli ölümü

el-aziz yeldana’nın şüpheli ölümü

sabah 3 aylık reyhan'ın şüpheli ölümü

fikriyat orhan veli'nin şüpheli ölümü

aydın yeni ufuk suriyeli çocuğun şüpheli ölümü

fetö gerçekleri defne joy foster'ın şüpheli ölümü

cumhuriyet 9'uncu kattan düşen kadın pilotun şüpheli ölümü

başak solmaz söylenti ve dedikodu yönetimi

hale eda akduru , fatih semerciöz kamu kurumlarında örgütsel dedikodu ve işyeri yalnızlığına dair bir araştırma

firdevs karahan biçembilim ve eleştirel söylem çözümlemesi bağlamında dedikodu sütunlarına yönelik bir inceleme

muhammed salim danış dedikodunun sosyolojisi

erhan eroğlu yöneticilerin dedikodu ve söylentiye yönelik davranış biçimlerinin belirlenmesi

feride eşkin bacaksız , aytolan yıldırım dedikodu ve söylentiler: hastanelerdeki durum ve hemşirelerin tutumları

i. bakır arabacı , meltem sünkür , fatma zehra şimşek öğretmenlerin dedikodu ve söylenti mekanizmasına ilişkin görüşleri: nitel bir çalışma

abdurrahman kasapoğlu kur'an'da "gıybet" olgusu -bir davranım bozukluğu olarak dedikodu ve korunma yolları-

uygar aydemir dedikodunun boyalı yüzü: günlük gazetelerde dedikodu haberleri

tekin akgeyik işyeri dedikodusunun çok boyutluluğu (çalışanların dedikodu algıları üzerine bir araştırma)

hatice kocabay bir dedikodu iletim mekânı olarak internet sitelerinin forumları

kerim demirci dedikodu kavramına dair

merve esra polat milli seferberlik sürecinde “dedikodu” ve “öteki”nin inşası

mürsel taşgın , haluk o. bingöl karmaşık ağlarda dedikodu

hidayet tuncay dedikodu: iki tarafı keskin kılıç

şeyda betül kılıç aslını sormayanlara servis edilmiş kirli enformasyon: dedikodu

alim koray cengiz bir yerli olma bağlamında dedikodu, söylentiler ve antakyalılık

şeyda nur seçkin işyerinde algılanan dedikodunun psikolojik rahatlık ve sorumluluk üstlenme davranışı üzerine etkisi

halûk y. şehsuvaroğlu 100 yıl önce istanbulda siyaset dedikoduları

fuat türker dedikodu ve medya

yücel erol , müslüme akyüz dünyanın en eski medyası: dedikodunun örgüt düzeyindeki işlevleri ve algılanışı: sağlık örgütlerinde bir alan araştırması

hüseyin çalışkan dedikodu kültürü....

salih çaktı büyük markaların sırrı: seks, din ve dedikodu

yeni şafak bir gıybet ve dedikodu sektörü olarak "sosyal medya"

beyza himmetoğlu , damla ayduğ , coşkun bayrak eğitim örgütlerinde informal iletişim araçları olarak söylenti ve dedikodunun yönetimi

cumhuriyet dergi dedikodu dünyasının ilk köşe yazarı adalet cimcoz

davranış bilimleri enstitüsü günlük hayatta nispeten masum görünebilen dedikodunun işyerine taşınınca zararları profesyonelleşiyor.

? / anonim çanakkale içinde aynalı çarşı ana ben gidiyom düşmana karşı + çanakkale elinde toplar kuruldu vay bizim uşaklar orda vuruldu + çanakkale köprüsü dardır geçilmez al kan olmuş suları bir tas içilmez + çanakkale içinde vurdular beni ölmeden mezara koydular beni

oktay sinanoğlu türkçe konuşurken yarı ingilizce laflar sokuşturmak marifet değil, kimliksizlik, haysiyetsizlik alametidir.

tenzile erdoğan kız anadolu imam-hatip lisesi anneanne: zedeler. aileler arasında soğukluk kopukluk olur. kimse kimseyi anlamaz sevmez. o zaman o aile sıcaklığı biter akrabalık bağı zedelenir.

efe yiğit türkoğlu deli olabilirim ama akıllı şair boştur zaten...

tarık özcan akıllı şair, okuyucunun hatırı için zarını gele atmaz. kısacası şiirine kıymaz.

ahmet haşim maziye hürmetkâr, kaideye muti, dünyaya dâhi bir ´´hügo´´nun gelmiş olduğunu asla inkâr etmeyen, uslu, akıllı şair ve şairelerin her salı günü toplanıp şiirlerini bir kürsüden okudukları ´´grand palas´´daki şairler salonuna gittim.

nicholas j. clifford editorial: physical geography – the naughty world revisited

jennifer ann salmond , marc tadaki , mark dickson can big data tame a “naughty” world?

sabahattin ali dünya... alay etmekten başka bir şeye yaramaz...

latife tekin bir tane akıllı şair arkadaşım yok, işe yarayan şiir yoktur. ama yıldızlar da böyle, işe yaramazlar mesela.

ömer yatır müslüman ve hıristiyan toplumlarda kadın üretimde yoktur. kadın satın alınabilir bir değerdir. herhangi bir uyuşmazlıkta kadının tanıklığı bile geçerli değildir.

hülya çakır kadınların sınıfı ücretli ev emeği ve kadın öznelliğinin inşası

birgül güler , ayşe özfer özçelik çalışan ve çalışmayan kadınların yiyecek satın alma-hazırlama davranışları üzerinde bir araştırma

ali çırçır / rahmânî vatanda şehit verdik kefen dahi sarmadık kardeş dedik sarıldık birbirimiz kırmadık gece gündüz yürüdük bir an dahi durmadık nice kahpe düşmanlar kırdık da dadaş olduk

biyografi rahmânî ....... 25 ekim 1993 tarihinde konya aşıklar bayramına katılmak üzere bindiği otobüsün yolu, erzincan yakınlarındaki samsa deresi’nde teröristlerce kesildi ve burada şehit edildi.

önder özkoç cemal reşit rey’in “bebek efsanesi” eserinin ııı. bölümünün “bebek ninni” türküsü ile karşılaştırmalı analizi

el-cemâl el-reşîd rey / cemal reşit rey 1 riyaziyeden önce musikide müzikal duygu denilen şey lâzımdır. bu da daha ziyade tahteşuurda doğan bir şeydir. sanatkâr olmayan bir insan, bütün hayatı boyunca musikiye ait kitapları veya eserleri tetkik etmiş olabilir. fakat meselâ elli

el-cemâl el-reşîd rey / cemal reşit rey 2 senede elde edemiyeceği duyguyu — yani hakikî müzikal bilgiyi — doğuştan sanatkâr olan bir insan elli saniyede sezebilir.

cemal reşit rey teknik ve sanatın hududu yoktur. yani demek istiyorum ki çok bilen az bilendir. binaenaleyh saydığım şahsiyetler ayarında sanatkâr veya bilgin olduğunu iddia etmemekle beraber musiki dünyasının kaç bucak olduğunu pekâlâ bilen genç sanatkârlarımız mevcuttur.

el-ekrem el-reşîd rey / ekrem reşit rey para uğrunda

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu kainat’taki aslî hal, sükûnet ve istikrardır, bunu sağlayan ise, -müsbet ilmin tâbiriyle söylemek gerekirse- «tabiat kanunları»dır ki; vukuat ve şuûnat milyonla senedenberi hep onların muayyen çerçevesi dahilinde cereyan etmiş ve etmektedir.

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu lütfun içindeki bela, kahrın içindeki beladan daha ağırdır.

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu insanı, insan yapan imandır!

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu hayvan oğlu hayvan!

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu çok iş yapmakla bir adam büyük olmaz.

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu herkes, kelimenin mutlak manasıyla cahildir. bir insana alim demek mecazdır.

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu ilmin vasıtası lisandır. lisan bilmezseniz ilim elde edemezsiniz.

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu kemalist türkçeyle hiçbir ilim ciddi sürette öğrenilemez. kelimeler eksiktir ve yanlıştır.

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu her müslüman uydurma kelimelere düşman olmalı. ecnebiden iktibas eden kelimelere düşman olmalı. bu düşmanlığı da bunları kullanmıyarak icra etmelidir.

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu lisan dersleri

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu boykot kelimeler

el-kâdir mısıroğlu / kadir mısıroğlu bugün en mühim meseleniz lisan meselesidir.

evelyn reed ataerkil dönemde, bir erkek bir kadınla beraber olabilmek ya da evlenebilmek için armağanlar vermeye başlamıştır. önceleri aileler ve topluluklar arasında karşılıklı süregelen bu armağanlaşma, zamanla, kadının satın alındığı birer alışverişe dönüşmüştür.

evelyn reed insanın canını sıkan çalışma değil, sömürüye ve zora dayanan çalışmadır.

evelyn reed 1 sıkıntılarını bastırmak arayışı içindeki bu ev kadınları, tüketim malları alanındaki vurguncuların oyuncağı ve avı haline getirilebilirler.

evelyn reed 2 kadınların birer tüketici olarak bu sömürülmesi, esasta birer üretici olarak erkeklerin sömürülmesi üzerinde gelişen bir sistemin ayrılmaz bir parçasıdır.

evelyn reed 1 kadın, bir şeylerin satın alıcısı olmaya indirgendiğinde, korkunç yarış içindeki çılgınca uğraşısının 'karısı ve çocukları' için gerekli olduğuna kendini inandıran koca da 'evdeki bir eşya' haline gelir. her türlü süs eşyasıyla doldurulmuş bir evde, çocuklar da

evelyn reed 2 yaşayan eşyalara dönüşürler. kızgınlıklarının gerçek kaynağını ifade etmek bir yana, anlamaktan aciz kocalar, karılar, ebeveynler ve çocuklar birbirinden yabancılaşır, yaşantılarının tıkanmış olmasının suçunu sık sık birbirlerinin üzerine atarlar.

suha oğuz baytimur at veya kıymetli bir şeyi çalan hırsızın karnına kılıç batırılarak öldürülür.

suha oğuz baytimur eğer çaldığı şeyin dokuz katını verirse kurtulur. yoksa öldürülür.

suha oğuz baytimur hırsızın kesilen başı bir ipe bağlanarak babasının boynuna asılırdı. aile içinde böyle bir baba hırsız oğlunun başını ölünceye kadar başından çıkaramazdı.

suha oğuz baytimur hırsızlık suçlarına idam cezası ile islam hukukunda yer alan el kesme cezası da uygulanmaktadır.

suha oğuz baytimur hırsızlık suçlarında sürgün ve hapis cezaları sıkça görülmesine rağmen para cezası, kürek cezası, idam cezası ve el kesme cezasına çok fazla rastlanmamaktadır.

suha oğuz baytimur 1676 yılında istanbul kadılığı’nda kayıtlı bulunan bir davada, bir müştekinin dükkanından kıymetli eşyasını çalmakla itham olunan şahıs, mahkemede suçunu ikrar etmekle hâkim tarafından had (el kesme) cezası ile cezalandırılmıştır.

suha oğuz baytimur bekçiler hırsızlık yapmadıklarını ve yapılan suçlamayı kabul etmediklerini bildirmelerine rağmen yakalanıp bozcaada’ya sürgün edilmişlerdir.

suha oğuz baytimur ayşe hatun ise divan-ı hümayun’dan kişinin cezası belirtilene kadar imam hanesinde hapsedilmiştir. gönderilen ferman üzerine ayşe hatun bursa’ya sürgün edilmiştir.

suha oğuz baytimur ümmügülsüm ve yanında bulunan birkaç bayan hırsızlık suçundan yakalanmış ve bunlar suçlarını itiraf etmelerine rağmen limni adası’na sürgün edilmişlerdir.

suha oğuz baytimur hırsızlıktan mahkûm edilip serbest bırakılanların yeniden hırsızlık yaptıkları kayıtlarda görülmektedir.

suha oğuz baytimur 1 istanbul’da hafize isimli hatun hırsızlık suçundan yakalanmış ve sürgün cezasına çarptırılmıştır. bir daha bu tür davranışlarda bulunmayacağını bildirmesi üzerine affedilip serbest bırakılmıştır.

suha oğuz baytimur 2 serbest bırakıldıktan bir süre sonra sakız ağacı olarak bilinen bölgede yaşamaya başlamıştır. burada komşularıyla sürekli olarak sorun yaşadığı, onlara küfürlü sözler söylediği ve bohçasıyla gezip komşularının eşyalarını çaldığı bildirilmiştir.

suha oğuz baytimur 3 hafize suçunu kabul etmesi üzerine bir daha affedilmemek üzere bozcaada’ya sürgün edilmiştir.

suha oğuz baytimur 1 istanbul’da esirci kızı hatice isimli hatun zindan hamamı denilen hamamdan bir adet boğça içerisinde eşya çaldığı tespit edilmesi üzerine zindana atılıp haps edilmiştir.

suha oğuz baytimur 2 mübarek aylara hürmeten serbest bırakılan hatice hatun bu defa büyük ağa hamamından eşya çalması üzerine yakalanıp çaldığı eşyaları evinde kullandığını itiraf etmesi üzerine eşiyle beraber limni adasına sürgün edilmiştir.

suha oğuz baytimur idam cezasının uygulanmasında kişilerin hırsızlık yapmış oldukları mekân ve çaldığı eşyalar da etkili olmaktadır. bir diğer etken ise padişahın kendi iradesidir.

suha oğuz baytimur 1 sultan mustafa tarafından laleli de yaptırılan camiden sim avizelerden birini alırken ismail isimli şahıs fark edilmiştir. cami halkı şahsı yakalamak istediğinde ismail üzerlerine elindeki bıçak ile saldırmış ve birkaçını yaralamıştır.

suha oğuz baytimur 2 camiden kaçarken kendisine yine engel olmak isteyenleri yaralayan şahıs, civarda bulunan kişiler tarafından yakalanmış ve ağakapısı’na gönderilmiştir. burada görevliler tarafından üstü arandığında yanında sim avize bulunmuş ve avize yerine tekrar

suha oğuz baytimur 3 gönderilmiştir. hırsızlık yapan ismail’e kürek cezası uygun görülmesine rağmen, padişah bu cezayı onaylamayarak ibret-i alem için bu şahsın laleli çarşısı’nda asılmasını emretmiştir.

suha oğuz baytimur on hırvat’ın ikisi beşiktaş’ta, iki tanesi ortaköy’de, iki tanesi arnavudköy’de, iki tanesi yeniköy’de ve iki tanesi tarabya’da başkalarına da ders olması için asılmaları emredilmiştir.

suha oğuz baytimur 1 sisam adası gayrımüslimlerinden karakalpak isimli şahıs, hristiyanlardan oluşturduğu kırk elli kişilik grup ile beraber hayvan çalmayı amaçlamıştır.

suha oğuz baytimur 2 karakalpak’ın peşine düşülmüş ve yakalanarak idam edilmiştir. karakalpak’ın adamlarının bir kısmı farklı bir bölgede yakalanarak idam edilmiş, diğer adamları ise merkeze gönderilmiş ve idam edilmiştir.

suha oğuz baytimur fahişe makulesinden nefise isimli kadın cebehane hududunda bir miktar çalınmış eşya ile basılıp cebecibaşı ağa tarafından zindana konulmuştur.

suha oğuz baytimur tophaneli hafize fahişe zümresinden olup üç beş defa zindana konulmuş ve sabıkası olmasına rağmen bundan önce elinden bir çift altın bilezik ve bir çift küpe ile yakalanınca farklı bir bölgeye sürgün edilmiştir.

latîfî 1 hırsız olanlar : a) şiir söyleme yetenekleri olmadığı için bir şiirin mahlasını değiştirip veya içinden bir kaç iyi beyiti çalıp kendine mal edenler b) vezinli sözler söyleyebilen, yeteneksizliklerinden dolayı hayâl ve mâna bulamayarak başka şairlerin şiirlerindeki

latîfî 2 manaları tekrar edenler c) başkalarının şiirlerindeki anlamı değiştirip sanat ve hayâl bakımından aynı şeyleri söyleyenler

bünyamin taş gerçek bir şiir hırsızı şerîfî ve çalıntı divanı

m.akif özdoğan 1 türk edebiyatında intihâl kelimesi "edebiyatta birinin yazı veya şiirini kendisinin gibi gösterme" anlamında kullanılmaktadır. nitekim tâhir'ül-mevlevî, "edebiyat lügatı" adlı eserinde intihâli, "başka bir şâirin sözünü benimsemekdir (aşırma) ki müteşâirlerin

m.akif özdoğan 2 (şâir geçinenlerin) tutuldukları bir hastalıktır", şeklinde tarif ederek "böylelerine "düzd-i sühan" yani "söz hırsızı", yaptıklanna da "intihâl-i şi'r" yani şiir çalmak" denildiğini belirterek sünbülzâde vehbî'nin, meşhur "sühân" kâsîdesinde böyleleri için:

m.akif özdoğan 3 intihâl-i şi'r edene kat'-i zebân lâzımdır böyledir şer'-i belâgatta fetâvây-ı sühân (şiir intihâli yapanların belâgat kanunlarına göre dillerinin kesilmesi lazımdır).

friedrich wilhelm nietzsche tüm hayat hırsızlıktır.

pierre-joseph proudhon mülkiyet, hırsızlıktır.

ufuk takmak kutsal kitaplarda hırsızlık

sibel kavaklı kundakçı imdat hırsız var!: 1625-1650 amasyasından hırsızlık hikayeleri

bayram demir islam ceza hukukunda aile içi hırsızlık (türk ceza hukukunda failin ceza almamasını veya ceza indirimini gerektiren şahsi sebepler bağlamında)

araban anadolu lisesi yetişkinlerle olan çatışma 13 yaşlarında en üst noktaya gelmektedir. yasakları saçma, kendine tanınan hakları yetersiz bulur. uyarıldığında ‘bana karışamazsınız ben çocuk değilim’ diyerek birden tepki gösterir.

aysel kılıç evdeki kuralların çokluğundan ve sıkılığından yakınır. ana babanın uyarılarına birden tepki gösterir, kabalaşır, ters yanıtlar verir.‘‘bana karışamazsınız, ben çocuk değilim‘‘ der.

songül sallan gül , emine türkmen , özlem kahya nizam 15 yaşında, oto tamirciliği yapan suriyeli erkek çocuk ben çocuk değilim ....... hapis gibi. sadece çalışmak, para kazanmak. hayat bu kadar!.

songül sallan gül , emine türkmen , özlem kahya nizam 15 yaşında lokantada çırak olarak çalışan erkek çocuk ben çocuk değilim ....... biz abilerimle babamı çalıştırmıyoruz. kazandığımı aileme vermek istiyorum. sadece ailem için çalışıyorum. onlar mutlu olsun yeter. ben büyüdüm.

osman eskicioğlu fakīr kelimesi arapça’da “delmek, kazmak, kırmak” mânalarına gelen fakr kökünden sıfat olup asıl anlamı “omurgası (fekār) kırılmış kimse”dir.

ebûbekir kânî tavul çalsañ uyanmaz gâfil ancak uykusın gözler anı bilmez ki kan aglayacakdur yârın ol gözler + yatarsın sen eşekler gibi aduñ ise insândur hele sahrâya bak bir kalkmışlar otlar öküzler

ebûbekir kânî felek hemân beni mi bulduñ imtihân idecek garîk-i lücce-i endûh-ı bî-kerân idecek

ali lidar kimse kimseyi anlamaz, kimse kimseyi yeterince dinlemez, sadece ve sadece dinler gibi görünür ve sıranın bir an önce kendi anlatacaklarına gelmesini bekler.

süleyman ünüvar bir ülkede sıkça eğitim sistemi değişiyorsa veya değiştiriliyorsa; o ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel politik değerleri tam ve sağlıklı olarak gelişemez. nesiller arasında kopukluk had safhaya çıkar, kimse kimseyi anlamaz ve dinlemez.

ceyda karayıldız şahsen ben insanların ne birbirini anladığını ne de anlayama çalıştığın fark ettim. gerçekten kimse kimseyi anlamaz ve anlamakta istemez.

abdulkadir kıyak anadolu aleviliğindeki “düşkünlük” cezasının dinler tarihi açısından değerlendirilmesi

münteha maşalı dini hükümlerin genel gayelerinin ceza hukuku ile ilişkisi

hamza zülfikar doğru yazalım doğru konuşalım

mehmet dursun erdem birincil ünlü uzunlukları ve imâle

zeki ömer defne odamıza bir ısparta serildi, sanki bize bir bağ ferağ verildi, eve halı değil dört mevsim geldi.

zeki ömer defne yandı bu yaz da şu mezar sıkıntısında işte. de, hangi cehennem gömelim bu ölüleri? + altın elma, dev değil devler elinde şimdi sen bekle dur bir yitik çağlardan herkül’leri!

zeki ömer defne bilmem, bir savuşmaz melali mi var; hekim, hâkim bilmez bir hâli mi var. bana soracak bir suali mi var? şu kuş başucumda neye dönerler?

zeki ömer defne üç lamba var şehrimizde.. mehtâp varken yakılır süs mü bilmem mübârekler! ..oralara takılır doğrusu ya, bakılırsa ..şehre böyle bakılır.

zeki ömer defne yeter gönül sıcağımız bize, kaçalım dağlara, ay yine cehennem aylarından bir temmuz. + sanki nöbet geçiriyor bir büyük hastanede herkes: kimi kalbden, kimi bin bun, kimi üşütmüş, huzursuz.

zeki ömer defne işte böyle kalakalıyoruz çoğu gözlerimiz bir demir kapıda sönmüş, içimiz buz yüzümüz bir süngüde uzamış ve sipsivri sarkmış, solmuş bir ölü yüzü gibi parmaklıklar dışında, kendi dışımızda mahpus.

zeki ömer defne bunlar cevizden, cezadan, dalgadan sinop hapsanesinde yapılmış yelkenliler. bunlar büyük yellerle kabarmış kalmış böyle tahta, bahtsız yelkenler.

zeki ömer defne bir ad konmalıydı, sıhhatlere de, yalnız hastalıklarımıza değil. bak, şu bir yerlere sığamayışına. niçin bir saadet olmasın meyil?

zeki ömer defne geldi artık derdimizle uğraşmanın sırası geçti harbin, evler yıkan kasırgası, borası ne çare ki:…eksik olmaz, bu milletin belası

zeki ömer defne vapur gelir, vapur gider, iskele o iskele. saat vurmaya başlar karşımda altıları zehir zıkkım içkilerin içinden boşalır üstüme bir altıpatlar tabanca.

zeki ömer defne yavaş yavaş her güzelim âdet yere batıyor, günde bin derd aşımıza ne zehirler katıyor.

zeki ömer defne okkalarla toz yutturduk ona “sıhhat” dilerken yavaş yavaş zehirledik, mikroplar diş bilerken

zeki ömer defne dolmuş eteğine yüksükotlan, iğneler zahminden değil dertleri, zehretmiş ömrünü diz firkatleri seni firkat firkat duymak ne güzel + defne'm, derâğuşlar döktür iğneye, güzeller arzuya düştükçe giye. dost teslim olurken bir entariye, bütün tövbelerden caymak ne güzel

ercan harmancı kız öğrencilerin giydiği eşofman onları çıplak yapar. + beden eğitimi değil, bedeni şeytana hazırlama eğitimi. + bugün beden eğitimi adıyla adet görmüş kızlara zorla ve müfredat gerekçeli zina yaptırılıyor bu hiçbir babanın da umurunda değil.

georg simmel beden hareketlerinin hızı, temposu ve ritmi, temelde giyimle belirlenir ve benzer şekilde giyinen insanlar, nispeten benzer davranışlar sergiler.

nike lebron james all-star edition authentic + kumaş: %100 geri dönüştürülmüş polyester harfler, rakamlar ve tasarım charlotte hornets'tan ilham almıştır menşe ülke/bölge: tayland + 849,90 ₺

olympia 80 micron a6 pvc polyester poşet 100adet + 24,90 ₺

gülçin şahin kıyafetin zehirli öyküsü

gülçin şahin incelediğimiz tüm markalarda zararlı kimyasallara rastlanması, diğer pekçok markada da aynı durumun yaşanıyor olabileceğinin bir göstergesi.

greenpeace / yeşil barış adidas’a ait üç üründe, nike’a ait bir çocuk paltosunda ve uniqlo’ya ait bir cekette (uçucu veya iyonik olmak üzere) nispeten yüksek perflorlu madde konsantrasyonlarına rastlanmıştır.

greenpeace / yeşil barış ....... zararlı kimyasalları çıkarma sözünü verdi. bu şirketlerin çoğu, verdikleri söz doğrultusunda ilerleme kaydederek gerçek birer lider olduklarını gösterse de, üç marka (adidas, nike ve lining) verdikleri sözlere uygun gelişim göstermiyor.

fuat ustakara , mustafa aydemir nike, ingiltere premier lig dışında tüm liglerde en fazla takımı giydiren marka olarak öne çıkmaktadır.

fuat ustakara , mustafa aydemir adidas’ın 135 milyon euro kazanç elde ettiği; nike firmasının ise 125 milyon euro kazanç sağladığı görülmektedir.

fuat ustakara , mustafa aydemir dünyada 20. kez düzenlenen 32 takımın turnuvaya katıldığı 2014 brezilya dünya kupası’nda nike 10 takım, adidas 9 takım, 13 takım ise farklı markalar ile temsil edilmiştir.

fatma göksu yapılan analizler sonucunda öğrencilerin % 44,7 oranında nike’ı, % 37,1 oranında adidas’ı ve %9,5 oranında puma’yı tercih ettikleri anlaşılmaktadır.

fatma göksu beden eğitimi öğrencilerinin ilk akıllarına gelen spor firması %61,8 oranıyla nike, daha sonar ise, %35,2 ile adidas ve %0,6 oranla puma ve %0,6 oranla reebok gelmektedir.

fatma göksu 1 beden eğitimi öğrencileri piyasada en fazla bilinen spor markalarından nike, adidas, puma ve reebok’ı çoğunlukla hatırlamış olmalarına ve onlarla aralarında duygusal anlamda bir bağlılık olmasına rağmen

fatma göksu 2 satın almaya yönelik marka sadakatlerinde markaların performans özelliklerinin daha etkili olduğu görülmektedir.

gülçin üstün , neşe çeğindir 1 araştırma sonucunda, markanın önemine çocukların % 44’ünün inandığı, markanın çocukların % 35’ine saygınlığı, % 30’una kaliteyi ifade ettiği, giysi satın alırken markanın isminden çocukların % 63’ünün etkilenmediği, markaların logosundan çocukların

gülçin üstün , neşe çeğindir 2 % 37’nin etkilendiği, % 39’nun etkilenmediği, çocukların bir markayı seçmedeki en önemli unsurun aileleri (% 26) ve kendi tercihleri (% 24) olduğu belirlenmiştir.

gülçin üstün , neşe çeğindir çocukların ilk tercih ettikleri hazır giyim markalarının sırasıyla lcw, adidas ve nike olduğu tespit edilmiştir.

gülçin üstün , neşe çeğindir çalışmada her iki grubun giysilere harcadığı aylık ortalama para 31,70 euro olarak tespit edilmiştir. bu paranın en fazla adidas, nike, topshop, tommy girl ve new look gibi markalara harcandığı belirlenmiştir.

fatma seçil karayel adidas "dağlar öteden beri kutsal kitaplardaki vahiyler, peygamberler, tanrılar ve kahramanlarla ilişkili görülmüştür. zirveyi fethetmek olağan üstü bir başarıdır ve tepeden bir bakış taze bir görüş açısı sunar” (wilkinson, 2009:29).

fatma seçil karayel logotype küçük harflerle markanın adı olan “adidas” kalın ve tek renk olarak yazılmıştır. açık, sade, emin ve güçlü gibi anlamları barındırır.

fatma seçil karayel nike marka kişiliği: heyecanlı kışkırtıcı, canlı, soğukkanlı, yenilikçi, saldırgan, sağlık ve fitness içinde, mükemmelliği kovalamaktadır.

fatma seçil karayel kazanmak ve kaybetmek arasındaki ince çizgide nike zaferi ve gücü temsil eden logosuyla kullanıcının algılarına yön vermektedir.

fatma seçil karayel lacoste güçlü ve samimiyet duygusu taşıyan bu yazı tipi büyük harf ve siyah renktir.

fatma seçil karayel tüm renklerin karışımından elde edilen siyah, gücü, cesareti, otoriteyi, resmiyeti, gizliliği, sadeliği kısaca yapısal kuvveti sembolize eder. logoda yeşil renkte ağzını açarak avını bekleyen bir timsah amblemi bulunmaktadır.

fatma seçil karayel amerikan yerlileri için bir totem hayvanı olan bu timsah ana sevgisi(çoğu sürüngenin aksine yuvasını korur) gizlilik, saldırganlık hayatta kalma ve uyum yeteneğini temsil eder.

fatma seçil karayel puma kırmızı en canlandırıcı ama bir yandan da en çok anlamlı renktir. aşk ve tutkunun olduğu kadar saldırganlık ve savaşın; iyi talih kadar tehlikenin; bereketin ama cehennem ateşinin de rengidir.

fatma seçil karayel kullanılan sembol ve yazı karakteri gücü temsil ederek kullanıcısına da gücü vaat etmektedir.

fatma seçil karayel levi’s logotayp sans serif yazı tipi kullanılmıştır. levi ismi tırnakla ‘s’ (levi’nin) eki ile ayrılmıştır.

fatma seçil karayel kırmızı, sevgi ve nefret duygusunu birlikte içerir. bu renk insan üzerinde canlandırıcı, heyecan verici ve kışkırtıcı bir etki bırakır.

adnan kara , fatma müge arslan spor ayakkabı markalarına yönelik tüketici algılarının belirlenmesi

selçuk bora çavuşoğlu spor ürünlerinin tercih edilme nedenleri ve marka seçimi

çetin susan adidas, puma ve nike zehir saçıyor

helal platform israil ve amerikan malları boykot listesi

abdul tv nike adidas haram (allah yazısı)

takvim nike'ın kullandığı skandal logoya müslümanlardan tepki

aydınlık nike'nin görünmeyen yüzü

yalan dünya xd " just do it " nike sloganının hikayesi fabrikalarda çok ucuza çalışan köleler , durduklarında , yorulduklarında veya susadıklarında , herhangi bir sebeple işi bıraktıkları an , sırtlarında bir kırbaç patlar. ve tek birşey söylenir " just do it ".. " sadece yap ".

yekvucut ayakkabısının altına allah lafzını yazan nike işi pişkinliğe vurdu

cemre üçhisarlı nike’tan ürünlerini yakanları tiye alan paylaşım: “ürünlerimizi nasıl güvenli bir şekilde yakarsınız?”

inci varinli , deniz akgül tüketicilerin hediye alışveriş davranışlarının karşılaştırılması: kazakistan ve türkiye

mahmut tezcan folklorik ve antropolojik yönleriyle hediye geleneği ve türk kültüründeki yeri

tuğba kılıçer , elif boyraz , adem tüzemen kadın, erkek, ya da? hediye satın alma davranışında cinsiyet kimliği rolünün etkisi

eaton dünya çapında hediye verme ve ağırlama kuralları

wilhelm schmid hediye vermek ve hediye almak üzerine

gülda çetindağ kazak türklerinde evlenme geleneğine bağlı olarak gerçekleştirilen hediye alışverişi üzerine bir inceleme

ehli sünnet büyükleri hediye ve hükümleri

ali tomak , engin güney kültürel bir değer olarak hediye geleneği ve ekslibris

nebi özdemir türk hediyeleşme geleneği ve medya

dünya kurumsal hediye adabı

iş bankası hediye ve ağırlama politikası

sinem yeygel çakır , ayşen temel eğinli , özen okat özdem hediye verme davranışı ve alışveriş merkezlerinde deneyim yaratma stratejileri: sevgililer günü örneği

sabah suyun son kullanma tarihi olur mu?

ebû ca‘fer nasîrüddîn muhammed bin muhammed bin el-hasen et-tûsî kitaplar ölüleri canlandırmaz; bir budalayı akıllı, bir aptalı zeki yapmaz. zekayı canlandırır, biler, keskinleştirir ve bilgi açlığını giderir.

ebû ca‘fer nasîrüddîn muhammed bin muhammed bin el-hasen et-tûsî kitap sayesinde, bir ay içinde, bir uzmanın ağzından bir yaşam boyu öğrenemeyeceğin kadar şey öğrenirsin.

ebû ca‘fer nasîrüddîn muhammed bin muhammed bin el-hasen et-tûsî kitap seni iğrenç insanlarla düşüp kalkmaktan ve aptal, anlayışsız insanlarla ilişki kurmaktan kurtarır.

ebû ca‘fer nasîrüddîn muhammed bin muhammed bin el-hasen et-tûsî 1 musikide nispetler uygun olmadığında fasıllardan istifade ederek eşitlik sağlanır. buna riayet edilmedikçe ahenk bozulur, ölçüler uygun gelmez.

ebû ca‘fer nasîrüddîn muhammed bin muhammed bin el-hasen et-tûsî 2 nizam ve intizam gerektiren başka işlerde böyledir. her yerde adalet özünü hususi bir şekilde gösterir, aksi takdirde karmakarışıklık ve kargaşa meydana gelir.

murat demirkol 1 tusî’ye göre şehristanî’yi hayrete düşüren sebep, iki kısma ayrılan her şeyin, iki parçasından her birisinin mahiyetine ait parça olarak ayrıma tabi olduğunu ve bu parçanın diğer parçadan kendisiyle ayrıldığı her şeyin birinci parça dışındaki diğer parça olduğunu

murat demirkol 2 zannetmesidir. tusî, var olanın ya tek başına veya bir şey ile beraber olduğunu söylemenin bile şehristanî’nin bakış açısından, tek başına olanın iki şeyden oluştuğu sonucunu gerektireceğini ileri sürer.

agil şirinov tûsî’nin intihar ettiğini söylerse de bu bilgiyi diğer kaynaklar doğrulamamaktadır. nitekim aynı müellif eserinin başka bir yerinde onun normal şekilde öldüğünü belirtmektedir. ibnü’l-ibrî de, “bazıları onun zehirlenerek öldüğünü yaydılar” ifadesine yer vermiştir.

murat demirkol konevî, cevherin, herhangi bir niteliğinin kaybolmasıyla ortadan kalkmayacağı görüşünü savunur.

murat demirkol tusî, konevî’nin aksine her unsurun bozulacağını, mesela bunun gereği olarak ateşin de niteliklerinin yok olmasıyla yok olacağını savunur. aynı şekilde kaynayan suyun soğukluğu kaybolur, su bozulur ve bundan hava meydana gelir.

murat demirkol nasiruddin tusî, başta iran olmak üzere doğuda ve batıda birçok ülkede bilim adamlığı ve filozofluğu üzerine araştırmalar yapılan önemli bir bilgin ve filozof olmasına rağmen ülkemizde henüz hak ettiği bilimsel teveccühü bulamamıştır.

ebü’l-meâlî sadrüddîn muhammed bin ishâk bin muhammed bin yûsuf konevî sıcaklık ateşten yok olsa bile ateş yok olmaz.

fırat çelik sadreddin konevî’de muhabbet

kazım sarıkavak islâm filozoflarına göre beden sağlığı

ebû alî ahmed bin muhammed bin ya‘kūb bin miskeveyh el-hâzin fizikî âlem oluş ve bozuluşlar dünyasıdır.

ibn miskeveyh 1 altın bütün meslek ve işler için değerlidir ve bütün madeniere bedel olarak kullanılabilir. insanlık farklı olmasına rağmen rastlantısal olarak değil uzun bir tefekkür ve araştırma sonucu, altının bu dünyadaki varlıkların en kalıcısı, taşınması bakımından en

ibn miskeveyh 2 hafifi, nefis üzerinde en tesirli, en göz alıcı, en değerli ve bozulmadan en uzak olan şey olduğu kanaatine varmıştır. doğrusu kim bir şey değiştirmek ister ve onun karşılığında altın alırsa isabet etmiş olur. çünkü onunla dilediğini dilediği zaman bulur. altın

ibn miskeveyh 3 dışındaki varlıkları, var olduklan sürece etkileyen fesat türlerinin altını etkilemediğinden de emindir. eğer birisi altını kendisi ve ardından gelenler için biriktirirse bilir ki su, hava, ateş ve toprak onu değiştirmez. altının ardından, onun onda bir değerinde

ibn miskeveyh 4 olan gümüş gelir. çünkü gümüş de altın için zikredilen üstünlüklere sahiptir.

mustafa said kurşunoğlu ibn-i miskeveyh’in erdeme ve yasaya dayalı siyaset felsefesi

ibn miskeveyh - çev : ibrahim aslan ölüm korkusu, mahiyeti ve nefsin ölümden sonraki durumu

sevgi yüreklik filozof ibn miskeveyh'in evrim teorisi - 940-1030 ( darwin'den 850 yıl önce)

mehmet bayrakdar kaynaklarda ibn miskeveyh’in öldüğü yerle ilgili bilgi verilmediği halde bazı çağdaş yazarlar (meselâ hânsârî) onun ölümünden önce isfahan’da bulunduğunu ve orada vefat ettiğini, mezarının da şehrin hâcû mahallesinde olduğunu yazmaktadır.

ismail yakıt darwîn'den önce islam düşünürlerinde evrimle ilgili fikirler + kınalı-zâde ali efendi'nin evrim düşüncesi

mustafa nihat malkoç öğrenciler arasında şiire olan ilgi son derece düşüktür. çünkü şiir ciddi bir sanat dalıdır ve belli bir seviye gerektirir.

mustafa nihat malkoç günümüzde öğrenciler şiire ilgi duymuyorlar. okumayı ciddiye alan çalışkan öğrenciler gece gündüz demeden üniversite sınavlarına hazırlanıyorlar.

mustafa nihat malkoç aklı fikri üniversite sınavında olan bir öğrencinin şiirle ciddi olarak ilgilenmesi ne kadar mümkündür? aslında şiir insanı rahatlatır, dinlendirir. ders çalışmaktan çok bunaldığınız bir zamanda elinize bir şiir kitabı alıp rahatlayabilirsiniz.

mustafa nihat malkoç şiirin değişmeyen, mutlak bir tanımı yoktur. şiir bir değerler manzumesidir. meyvelerinin tadı öncekilerden başka(özgün) olması şart olan bir edebiyat ağacıdır şiir...

mustafa nihat malkoç şiiri yemek tarifi yapar gibi tarif edemezsiniz. bugüne kadar şairler ve eleştirmenler şiiri tanımlama çabaları göstermişlerse de bu tanımlar sadece kendi pencerelerinden şiire bakışlarının sözle ifadesinden başka bir şey değildir.

mustafa nihat malkoç şiir tanım kaldırabilen bir sanat dalı değildir.

mustafa nihat malkoç şiir tanımlanamaz, ancak tadılır ve yaşanır.

mustafa nihat malkoç şiirin mutlak gerçekleri de yoktur. iyi ki de öyledir. zira şiirin mutlak gerçekleri olsaydı gelişmeye ve derinleşmeye imkân veren bir sanat olmazdı.

mustafa nihat malkoç şiir bambaşka bir sanattır. gerçek şiirin insanı büyüleyen bir iklimi vardır. öyle istendiği zaman yazılabilen alelâde bir şey değildir şiir... şiirin kapınızı ne zaman çalacağı hiç belli olmaz. o davetsiz bir misafir gibidir.

mustafa nihat malkoç iyi bir şair dönüp dolaşıp aynı duyguları şiirinde terennüm etmez. şair daima bir arayış içerisinde olmalıdır. zira şair arayandır, şiir aramanın diğer bir adıdır.

mustafa nihat malkoç şairler toplumların iyi niyet sözcüleridir. şair, toplumun bamteline basıldığı zaman çığlık atan insandır. o; milletlerin gülen yüzüdür, söyleyen dilidir.

mustafa nihat malkoç tarih bizim bir anlamda kılavuzumuzdur. her şair tarihini ve kültürünü çok iyi bilmelidir.

mustafa nihat malkoç şiir canlı bir organizmadır. değişime ve gelişime açıktır, açık olmalıdır da… şair kendini yenileyen insandır.

mustafa nihat malkoç şiir klişeleri kaldırmaz, klişeler şiirin hareket alanını daraltır. ille de klişelerde ısrar edilecekse onları da çağın yeni anlayışlarıyla modernize etmek gerekir.

mustafa nihat malkoç ülkemizde “şiir yazanlar şiir okuyanlardan daha çoktur” iddiasındayım ben de. bu ne demektir? şiir meraklıları şiir okumadan şiir yazmaya kalkışıyorlar.

mustafa nihat malkoç çok şiir okumak iyi de bunun okuyana yansıyan olumsuzlukları da olabilir. keza çok şiir okuyan kişi belli bir şairin tesirinde kalarak onu taklit edebilir; onun atmosferinden kurtulamayabilir.

mustafa nihat malkoç şiiri bir yaşam tarzı olarak gören akıllı şiir okuyucusu şiirin gerçeği varken niçin sahtesini tercih etsin ki? buna esinlenme dersek bunun da belli bir sınırı vardır. şairler birbirinden esinlenebilir ama bu taklit boyutuna varmamalıdır.

f. yelda şahin “üç noktalı fe” harfinin ses karşılığı oğuzların /w/ karahanlıların /v/ ünsüzü kullanımı

mehmet akif kılıç , mevlüt erdem türkiye türkçesindeki ‘yumuşak g’ ünsüzünün fonetik analizi

mustafa durmuş ölümü güzelleştiren eda: türkçe şair tezkireleri ile şairnâmelerde ölüme bakış ve ölümün ifade biçimleri üzerine

gökhan tunç çağdaş türk edebiyatında görsel şiir

g. gonca gökalp-alpaslan türk edebiyatında somut (görsel) şiir

özer şenödeyici osmanlının görsel şiirleri

meral kaya okuma-yazma öğretiminde şiir

piralı eliyev klasik şiir örneklerinin okuma zamanı algılanması

hasan akay “çokgen şiir” algısı ve “hassas terazi”!

selahittin tolkun kübrâ keyvân ( 1960 - 1995 ) kimi kaynaklarda vahşice öldürülmüştür.

selahittin tolkun yaklaşık yarım asırdır çatışmanın eksik olmadığı bir ülkede yaşamış olan kısa ömürlü kübra keyvân, afganistan özbek edebiyatı dünyasında şiirleri kitap haline basılan ilk kadın şairdir.

kübrâ keyvân “ben tabibim can vereyim” diyerek aldı canını yavrum neyleyim hasretinde bütün kemiklerim yandı, ey kızım! + gözyaşım su gibi aktı, ne yapayım, onlar birer pınar ise ey bahçıvan farkında değilken sönen gül bahçem, kızım!

kübrâ keyvân derdime gamı deva ederek yabancı yurda sefer ettim bilemiyorum, haber al çünkü dermandan uzak düştüm. + dünyada seçtiğim, gül hayatımın tadı sensin. ana diye her yana perişan bakan (evladımdan) uzak düştüm

a.yaşar koçak şair câriyeler

abdil göktekin ana bir mektup gönder satırları köyüm kokan, sür kâğıda bahçedeki tereden, yeşil soğandan, balda isterim kılıç arıdan, kara kovandan, ana bir mektup gönder emirdağ'dan.

abdil göktekin dost dostu satıyor, dünya menfaat dünyası, çip takılsa beyinlere okunmuyor zihin haritası, bir mucize bekler insanlık, nerde musa'nın âsa'sı, çözemedim insanları, yorgunum be ana.

abdil göktekin azât eyle ya râb günahkâr kulunu, dalmış dünya malına kaybetmiş yolunu, hak uğrunda ağartmamış saçının telini, azat eyle ya râb günahkâr kulunu.

abdil göktekin baba demiş, kızım verdim seni, kız diyememiş saygıdan, baba sattın beni, aşkıma benzin döküp yaktın beni. + ne oldu kuzum çabuk boşandınız, ne olacaktı ana, ne sandınız, beni satarken bana mı sordunuz?

abdil göktekin sıka sıka kemeri kesilecek belim, asfalt bilmez tekerim karadır yolum, seçimden seçime hatırlanan sandıkta pulum, yeter gayrı bunca işkence bunca zulüm.

abdil göktekin nasırına basılmış bağırıyor, yemi kesilmiş anırıyor, sıkıştı mı sıkıyönetim çağırıyor, kalemiz yıkılıyor deyip halkı sokağa çağırıyor.

sevin okyay demograflar, abd'de 2050 yılında üç haneli yaşa varanların sayısının bugünkünün 10 katını bulacağı görüşünde. bugün de 100 yaşında 70 bin kişi varmış zaten. iyi, allah daha uzun ömür versin. ama bu hayır dua mı olur acaba, beddua mı?

nilay özer kara lastik pilli fener pazar ekmeği sevinç bir taşa beş erik atan ağaçtır ve bayramlar ağız tadıdır ama mezar üstlerinden toplanan şekerlerin azabı uzun sürer duası yapılmazsa

nilay özer şiirin ateşi üzerimize olsun rüzgarı zılgıt çekmeyen şehirlerde zor olur dağcıl duyguları harlamak kalk! sesleri saat seslerine ayarlı uygun adım evden uygun adım işe otobüsler duraklar itişmelerle geçip gider haftanın yedi günahı

m. ruhat yaşar yoksul çocukları özellikle eğitim sürecinde yalnız kalırlar. aileler bazen geçimlerine destek olmak üzere bazen de günah keçisi olarak çocuklarına yüklenirken çeşitli mihraklar da yine siyasi amaçları doğrultusunda bu çocukları kullanmaya çalışırlar.

heinrich theodor böll öyle sanıyorum ki yoksul kişilerde sinir bulunması günah. hem yoksulluk çek hem de sinirlerin bozuk olsun, bu kadarını da katlanılmayacak kadar fazla buluyorlar.

meryem koray 1 pogge, tarihsel gerçekçilikten hareket ederek yoksul ülke/bölgelerin yoksulluğundan zengin ülkelerin sorumlu tutulması ve bu konuda yoksulların günahı varsa bu günahın zenginler tarafından “ateşlendiği” gerçeğinin kabul edilmesinin daha doğru olacağını ileri

meryem koray 2 sürmekte ve sonuç olarak, yeryüzünün kaynaklarından yalnızca bir avuç politikacının ya da zengin ülkelerin yararlanmasındaki adaletsizliğin giderilmesi, yani “kaynakların eşit bölüşülmesinin” gerektiği yolunda bir yaklaşımı ortaya atmaktadır.

meryem koray yoksul ülkelerde en önemli günahkar baskıcı hükümetler ve yolsuzluk yapan elitlerdir demek (mbonda, 2004; 285) doğru olsa da, eksik kalmakta.

fyodor mihayloviç dostoyevski sonuçta yoksulluk günah değil.

el-râsim elibol / râsim elibol yoksul ve mazlum halkın, elinde avucunda ne varsa cebren almaya başladı + ruhbanlar,kralın gücünü arkalarına alıp kendilerine asi olan herkesi aforoz eden asıl günahkârlar + ben daha anaparayı ödeyemezken siz tutup iki kat gecikme faizi istiyorsunuz

dursun ayan doğrudan yoksulluğu benimseyen, çalışmayı, servet edinmeyi tercih etmeyen, bu durumları hor gören, zenginliği olası günahkârlık sayan ifadeler konunun kapsamı içinde sayılmaktadır.

dursun ayan 1 “yoksulluk-din” ilişkisi üzerinde yürütülmek istenen değerlendirme ekseninin “yoksulluk-tasavvuf zihniyeti” eksenine kaydırılması gerekmektedir. çünkü dindarlığın çağrıştırdığı “muğlak yoksulluk” ile tasavvuf erbabının müntesiplerini nispeten günahkârlıktan korumak

dursun ayan 2 için önerdiği veya bazı müntesiplerinin zihninde oluşan “mutlak yoksulluk” arasındaki fark açığa çıkartılmalıdır.

dursun ayan fazla kazanıp fazla yiyip içmenin “günah” olarak tasarlandığı pek çok tasavvufî metin kulu günah karşısında öğrenilmiş bir çaresizlik durumuna düşürebilmektedir.

burak durgut martin luther’in günah çıkartmak için kiliseye para vermeyi .......

reşat açıkgöz 1 sadaka vermenin günahlardan arınmanın bir yolu olarak görüldüğü hıristiyan toplumda yoksulların varlığı, geremek’e göre, tanrı’nın kurtuluş planının doğal bir parçasıydı. bu doktrinin klasik biçimi life of st. eligius’ta bulunabilir. aziz şöyle diyordu:

reşat açıkgöz 2 “tanrı bütün insanları zengin yapabilirdi, fakat o, bu dünyada yoksul insanların da olmasını istedi; böylece zenginler günahlarından kurutulabilirlerdi”.

reşat açıkgöz 1 yoksulluk gibi modern öncesi dönemde suç da bugün olduğundan çok farklı bir durumdaydı. geçmiş toplumların çoğu dinsel karakterde olduğu için, suç daha çok “günah” kavramıyla birlikte anılmaktaydı.

reşat açıkgöz 2 suçun tanımlayıcısı ve belirleyicisi hukuk sistemleri değil, çoğunlukla dinsel kurumlardı.

halit boz toplumlar arasında haksızlıkları oluşturan, bunun sonucu olarak yoksullaşmaya yol açan büyük günahlardan sayılan; faiz, kumar ve bunlara benzeyen çeşitli meşru olmayan kazanç şekilleriyle mü’minlerin, birbirlerinin mallarını batıl yolla yemelerini yasaklamıştır.

şafak ergül yoksulluk sağlık ilişkisi ve hemşirelik yaklaşımı

selim kılıç çevre sorunları ve yoksulluk

osman elbek tütün & yoksulluk “kısır döngü”

servet bayındır din ve ülke farklılığının faizin hükmüne etkisi

ksenofanes tanrılar, en başından insanlara her şeyi bildirmediler; fakat arayarak zamanla neyin daha iyi olduğunu öğrenirler.

ksenofanes meydana gelen ve gelişen her şey toprak ve sudur.

ksenofanes her şey topraktan gelir ve her şey en sonunda toprak olur.

yakup akyüz ilkçağ yunan düşüncesinde dinsizlik suçlaması ve arkaplanı

parmenides düşünülen her şey, vardır.

jean baudrillard - çev : serhan ada biz hepimiz transseksüeliz

gizem beycan ekitli, mahire olcay çam bakım sürecinde zorlandığımız alan lgbti’ye yönelik bir gözden geçirme

ahmet akçataş süre açısından türkiye türkçesinin sesleri üzerine bir değerlendirme

suzan tokatlı türkiye türkçesinde son seste tonlulaşma ve uzun ünlü üzerine bir inceleme

halide gamze ince türkiye türkçesindeki son ses ünsüz tonlulaşmasına asli ünlü uzunluklarının etkisi

kadir kınar arap dilinde seslerin anlamı yansıtması

tayfun akgül türkiye'deki okulların hapishaneden bir farkı var mı? okul mu hapishane mi?

lafisyanda bilgi bahane okul hapishane

halka - çağatay erkmen ( hasan yalnızoğlu ) dünyâ; yaşadığımız bi ev mi yoksa nefes alıp verdiğimiz bi mezarlık mı

aslı kayabal tarihi mezarlık çöplüğe döndü

ebü’l-abbâs takıyyüddîn ahmed bin abdilhalîm bin mecdiddîn abdisselâm el-harrânî / ibn teymiyye felsler para oldukları taktirde, bir para diğerine karşılık vadeli olarak satılamaz.

ferhat koca ibn teymiyye ....... üzüntüsünden hastalandı ve 20 zilkade 728’de (26 eylül 1328) hapishanede vefat etti.

michael walters dols ibn-i teymiyye ....... hapishaneden mezarlığa götürülürken evlerin çatılarından sarkan kadınlar onun tabutuna dokunup manevi faziletinden nasiplenebilmek için başörtülerini aşağıya sallandırmışlardı.

hanifi şahin ibn teymiyye’ye göre insanların çoğu, riyaseti güç elde etmek veya riyaset sayesinde zengin olmak için bu işte yer almak isterler. çünkü riyaseti isteyenin amacı, fıravun gibi olmak; mal-menfeat elde etmek isteyenin amacı da karun gibi zengin olmaktır.

faruk sancar bağnaz bir selefî mi endişeli bir entelektüel mi? (ibn teymiyye’nin eleştirel ve reaksiyoner karakteri hakkında)

mustafa öztoprak ne kadar da çok kul hakkı yiyoruz

saffet sancaklı hadisler bağlamında kul hakkı açısından trafik olgusunun analizi / değerlendirilmesi

banu gürer din eğitiminde bir değer olarak “kul hakkı” kavramı: imam hatip liseleri meslek dersleri ve din kültürü ve ahlâk bilgisi ders kitapları üzerine bir inceleme

erhan görmez üniversite öğrencilerinin "telif hakkı" kavramı hakkındaki düşünceleri üzerine bir durum çalışması + kul hakkı olduğu için cevabını veren okul öncesi bölümünden 6 kız, 7 erkek toplam 13 kişi

kırmızı yakalılar toplumdaki gericiliği kendi mesleki hayatımızda da iliklerimize kadar hissetmekteyiz. öyle ki, 21. yüzyılda anayasa mahkemesi’nin ocak 2017’de bir boşanma davasına ilişkin verdiği kararda dahi dinsel kökenli “kul hakkı” ibaresi geçebilmekte.

veysel dinler , tülin içli suç ve yoksulluk etkiselliği! (ısparta cezaevi örneği!)

eyyüp ensar taşkın çocuk suçluluğu suça sürüklenmiş çocukların tahliye sonrası süreçlerinin incelenmesi (ısparta örneği)

demet karakartal cezaevinden çıkan eski hükümlülerin yaşadıkları sorunların incelenmesi

mustakim arıcı parmaklıklar arkasında din hizmeti: cezaevi din hizmetlerinin dünü, bugünü

erhan tecim cezaevlerinde dini yaşantı ve din algısı: konya örneği

ışıl kurnaz hukukun taşları yanarken: adaletin görme biçimleri, cezaevi yangınları ve masumiyet

bbc brezilya'da kitap okuyana ceza indirimi

yavuz selim demirağ cezaevinde kitap yasak

hüseyin akın cezaevlerinde kitap okuma özgürlüğü

tbmm ceza infaz kurumları ile tutukevleri kütüphane ve kitaplık yönetmeliği

melda onur cezaevinde okumanız gereken 10 kitap!

haberturk mahpusa düşen kitaba sarılıyor

cengiz gökşen âşık veysel şahbazoğlu’nun (veysel deniz) cezaevi günlerinin şiirlerine yansıması

levent odabaşı cezaevi endüstrileri ve cezaevi özelleştirilmesi

selma soytürk hükümlü ve tutukluların sosyal hizmet gereksinimlerinin değerlendirilmesi: karaman m tipi kapalı-açık cezaevi örneği

ceza infaz sisteminde sivil toplum derneği / mustafa eren , zeynep alpar hapishanede engelli, yabancı, lgbti olmak

sefa yüce felsefi düşüncenin edebiyata yansıması: türk edebiyatında pozitivist ve materyalist anlayış

osman kehri çocuk kitabı çocuğu çağırmalı, rüyasına girebilmeli.

sadık sarısaman arapça ve farsça kökenli kelimelerde sadece uzun sesliler yazıldığı için yazılmayan kısa sesleri tespit etmekte sıkıntı çekiliyordu.

sadık sarısaman ıı. meşrutiyet döneminde yazı tartışmaları daha da alevlenir. bir grup ıslahatçılar türkçe’de hareke bulunmadığı için “hareke-i harfiye “ yani sesli harfler kullanılması gerektiği görüşünü savundular.

sadık sarısaman türkçe kelimelerin yazılışında sesli harfler kullanılır yada sesli harflerin sayısı artırılır ve ayrık yazma usulü benimsenirse arap alfabesinin her hanği bir kusuru kalmayacaktır.

sadık sarısaman osmanlı ordusunda 1916 yılından itibaren “ordu elifbası” , “ enverî yazısı “ adlarıyla anılan bir yazı çeşidi kullanılmaya başlandı. bu yazıda harfler ayrık yazılıyor, sessiz harflerin arasına sesli harfler konuluyordu.

muhiddin ibnü’l arabi - derleyen : izzet erş kendisinden suyun var edildiği felekten şın, gâyn, tı, ha, dad ve noktası; fa’nın gövde uzantısı; kaf’ın başı ve eğrisinin bir kısmı; zı’nın alt dairesinin yarısı meydana getirilmiştir.

muhiddin ibnü’l arabi - derleyen : izzet erş 1 bil ki lâm ve elif birlikte yanyana durdukları zaman, dost olurlar ve her biri diğerine bir eğilim duyar. bu eğilim hem bir tutkudur (heva) hem de bir ilgidir (garaz). demek ki eğilim ancak bir aşk hareketinden doğmaktadır...

muhiddin ibnü’l arabi - derleyen : izzet erş 2 lâm bu babda elif’ten daha güçlüdür, çünkü o elif’ten daha çok aşıktır: onun himmeti daha mükemmel bir varoluşa, daha tam bir fiile sahiptir. elif daha az âşıktır. onun himmeti lâm’a bağlanma bakımından daha azdır;

muhiddin ibnü’l arabi - derleyen : izzet erş 3 işte bu nedenle ayakta dimdik duramadı.

muhiddin ibnü’l arabi - derleyen : izzet erş 1 lâ acaba bu yazılış şeklinde hangisi elif’tir hangisi lâm? ikisini de kabul mümkündür. işte bu nedenle, dil uzmanları bu konuda ihtilaf etmişlerdir. lâm’ın ya da hemze’nin harekesini –ki elif’in üzerinde olmaktadır- nereye

muhiddin ibnü’l arabi - derleyen : izzet erş 2 koyacaklar. bir grup lafza uymuşlar, söyleyişe bakmışlar ve ilk harfe koymuşlar; elif sonraki harftir demişlerdir. bir diğer grup ise, yazılışlarına bakmışlardır. öyleyse bunu yazan ilk önce hangi harfin bacağından başlıyorsa,

muhiddin ibnü’l arabi - derleyen : izzet erş 3 ilk yazdığı lâm’dır, ikincisi elif’tir.

muhiddin ibnü’l arabi - derleyen : izzet erş harfler içinde iki imam, illet harfleri olan vav ve ya harfleridir.

muhiddin ibnü’l arabi - derleyen : izzet erş harflerin şekillerinin basit unsurlarına gelince, bu özellikle harflerin noktalarından kaynaklanır. bir harfin ne kadar noktası var ise, o kadar da basit unsuru vardır.

h. seçkin çelik fenikeliler, araplar ve ibraniler gibi, semitik bir kavimdi ve kendi dillerindeki sözcükleri ifade etmek için yeteri kadar sessiz harfe sahiptiler. bununla birlikte sesli harflerden bir ölçüde mahrumdular.

h. seçkin çelik tahsin ömer, bu kısımda arap alfabesinde var olan sesli ve sessiz harfler üzerinde durmuş ve sessiz harflerin arapça sözcükleri ifade etmede yeterli ve uygun olduğunu; ancak sesli harfler konusundaki eksikliğinin okumayı zorlaştırdığını ifade etmiştir.

h. seçkin çelik tahsin ömer’e göre sesli harflerdeki sorunun yanı sıra sessiz harfler açısından da arap harfleri türkçe sözcükleri ifade etmek için uygun değildi.

h. seçkin çelik galanti’ye göre latin harfleri kesinlikle türkçeyi yazmaya uygun değildi. üstelik belli ayarlamalarla her dil her alfabeyle yazılabilirdi, aksini iddia etmek bilimsel değildi.

h. seçkin çelik galanti, arap harflerinin muhafazasına karşı çıkanların tezini tersine çevirerek, latin alfabesini kabul etmenin terakki etmeye mani olduğunu öne sürüyordu.

yasin şerifoğlu türkiye türkçesinde isimleri sıfat yapan eklerin durumları üzerine bir inceleme ve yeni bir terim önerisi

fevzi karademir türkiye türkçesinde emir kip(lik)i üzerine

ferdi güzel +li eki üzerine

i. gülsel sev çıkma durumu eki pekiştirme eki olabilir mi?

yılmaz akdemir , hasan isi çekim ekinden yapım ekine “+ca”

sedat balyemez +ca eki, sıfatın anlamını güçlendirir mi?

mehmet kara mızıkçı kelimesinin kökeni üzerine

nasrin zabeti miandoab küçültme ekleri, isimlere küçültme, azaltma veya küçümsenme anlamıyla beraber -yerine göre acıma, sevme anlamlarını da kazandırırlar: kuşçağız (:acınan veya sevilen küçük kuş), adamcağız (:zavallı adam), kuzucuk (:sevimli veya zavallı kuzu) v.b.

nasrin zabeti miandoab özel isimlere de ulanabilirler: mehmetçik (:sevgiyi belirtmek üzere türk erlerine verilen ortak ad), sunacık (:sevimli veya zavallı suna) v.b.

nasrin zabeti miandoab anneciğim, kitapçık, kılçık, erkekçik, kızcağız, gölcük, annecik, azıcık, karınca, sarıca, güzelce, fazlaca, böcek, .......

mehmet baştürk parmakları sayma biçimi ve kökenlerinden hareketle türkçede sıra sayı sisteminin oluşumu

mine nakipoğlu türkçede kullanılan vücut sözcūkleri

cahit başdaş türkçe organ adlarında kelime sonu -k ünsüzü ve çokluk

azhar vlogskz türkçe ve kazakça ortak vücüt adları + latin alfabesine geçmeyi istiyor muyuz?? kazaklar cevaplıyor+benim fikrim

baykal tunc ızzet tunc mezar basinda türkü

? / anonim mezar arasında harman olur mu kama yaresine derman olur mu kamayı vuranda iman olur mu + mezar arasıdan atlayamadım cephanem döküldü toplayamadım bir tek düşmanımı haklayamadım + aslanım kâzımım yerde yatıyor kaytan bıyıkları kana batıyor

kemal ördek “o kadınlar”: trans kadın seks işçilerinin dilinden şiddet hikayeleri

greta ernman thunberg geleceğimizi çaldınız.

gabriele d'annunzio bir baba, yüz evlada bakar da yüz evlat bir babaya bakamaz.

anne brontë insan çalıştıkça derdini de unutur.

anne brontë gülü tutmak isteyen, dikenini de göze almalıdır.

anne brontë fena haber çabuk yayılır.

evrim sülün akın hayatını değiştiremiyorsan saçını değiştiriyorsun.

evrim sülün akın maalesef günümüzde mizahçıların da işi çok zor. artık politik mizah yok. din, siyaset, seks her şey dogma, hiçbirine dokunulmuyor. sadece aile ilişkileri üzerine mizah yapılıyor ve bu durum beni çok sıkıyor.

abdülhekim kulmuhammedov gel bizi, bu ğamlı qışdan qutar! besdür bu qaraqış, endi yeter!

abdülhekim kulmuhammedov edebiyat, yüksek bir dil, doğdırın, gün be gün, her yıl; parlasın, uşbu munlı il, munlanan, elime yüvür.

timur kocaoğlu "türkçü" ve "burjuaz milletçi" (burjuva milliyetçisi) diye karalanan kulmuhammedov 1931 'de tutuklandı. o büyük bir ihtimalle 1936 ile 1938 yılları arasında öldürülmüş olmalı (?).

hıdır deryayev benim yaşımı, hapiste kaldığım 19 seneyi çıkartarak hesaplayın.

muratgeldi söyegov ölümünden 16 sene sonra, 17 temmuz 1958 tarihinde türkistan yüksek askerî mahkemesi, kümüşali börüoğlu hakkında açılmış olan ceza davasını esastan bozarak kendisini aklar.

muratgeldi söyegov orazmammet vepayev’i sovyet rejimi hile yoluyla 1932'de geri getirtmiş, hapse atmış, 27 ekim 1937 tarihinde de kurşunlayarak öldürmüştür.

muratgeldi söyegov on sene 7 ay çeşitli hapishanelerde yatmış olan kümüşali börüoğlu, 27 ekim 1942 tarihinde rusya'nın kuzey bölgesindeki soğuk cezaevlerinin birinde ölür.

dursun ali tökel mezarlıklar şehrin nesi olurlar

ibrahim halil tuğluk arz-ı ihtirâm: teşekkür-nâme klâsik türk şiirinde teşekkür içerikli şiirler

hamdi bravo 1 bu yazının amacı, toplumsal yapının üzerine oturmuş olduğu yöneten-yönetilen ilişkisinin nasıl kurulmuş olabileceğine dair iki farklı yanıtı serimlemektir. bu yanıtlardan biri, “toplum sözleşmesi” fikri; diğeri ise “köle-efendi çelişkisi”dir. ‘toplum sözleşmesi’

hamdi bravo 2 fikrini savunanların gerekçelerini ve bu fikrin içermelerini gösterebilmek için j.j. rousseau’nun görüşleri; ‘köle-efendi çelişkisi’ni savunanların gerekçelerini ve bu düşüncenin içermelerini gösterebilmek için de f. nietzsche’nin görüşleri ele alınmıştır.

hamdi bravo 1 ‘insan’ adı verilen varlık için, içinde yaşadığı koşullar dışındaki koşulları tam anlamıyla ve eksiksiz olarak kavramak çok zor bir işse de, insanlık tarihinin başlarında belirli sayıda bir insanın bizlerden farklı olarak, bir topluma ve bir devlete dahil olmadan,

hamdi bravo 2 bütün diğer hayvanlar gibi yaşamlarını tek başlarına sürdürmek, gereksinimlerini tek başlarına karşılamak zorunda olduklarını varsaymak zorundayız. bu varsayım, ister yaratılış iddiasını kabul edip insanın adem ve havva’dan türediğini varsayalım, ister

hamdi bravo 3 evrim teorisini kabul edip insanın dünyadaki diğer canlılar gibi bir oluşum sürecinden geçtiğine inanalım, değişmez. dolayısıyla, insanlık tarihinin belirli bir dönemi vardır ki, bu dönemde insanlar, yiyecek, içecek, barınma, sağlık, güvenlik gibi var olması için

hamdi bravo 4 kaçınılmaz gereksinimlerini, başka insanların katkısı, devletin işbölümü ve organizasyonu olmadan, yalnızca kendi çalışma ve çabalarıyla ve tek başlarına karşılamak zorunda kalmışlardır.

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah 1 türkçe’de köleden başka kul, bende, halayık, esir ve “kadın köle” anlamında câriye, odalık; farsça’da bende, gulâm, kadın köle için kenîz; arapça’da abd, rakik, memlûk, kınn, gulâm, rakabe, vasîf, milkü’l-yemîn ve kadın köleler için

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah 2 memlûke, vasîfe, câriye, eme ve gurre kelimeleri kullanılmıştır. belirli dönemlerde memlükün daha ziyade beyaz, abdin ise zenci köleler için kullanıldığına rastlanmaktadır. ispanya’da siyah köleler için hâdim kelimesi tercih edilmiştir.

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah köle iman ve namaz, oruç gibi malî yönü bulunmayan şahsî nitelikteki dinî mükellefiyetler açısından hür insandan farksızken hukukî, sosyal ve iktisadî bakımlardan farklıdır.

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah her şeyden önce o hukukî işlemlere konu olması bakımından “mal” kabul edilir; hür insanlardan farklı bir statüde edâ (fiil) ehliyetinden tamamen, vücûb (hak) ehliyetinden kısmen mahrum tutulur.

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah kölenin klasik islâm hukuku kaynaklarında genellikle “velâyet, şehâdet ve kazâdan hükmen (hukuken) âciz ve mülkiyet hakkından mahrum olan kimse” şeklinde tarif edilmesi köleliğin esasında bir ehliyet ârızası olduğunu ifade eder.

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah tevrat’ta kölelikle ilgili olarak dönemin anlayış ve uygulamasını yansıtan bazı pasajlar vardır.

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah hz. nûh’un üç oğlundan hâm’ın işlediği günah sebebiyle oğlu ken‘ân’ın hâm’ın kardeşleri sâm ve yâfes’e kul olarak cezalandırıldığından bahsedilir (tekvîn, 9/20-29).

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah tevrat’ın ifadelerine göre kişinin borcuna mukabil kendisini köle olarak satması mümkündür (levililer, 25/39). ayrıca alacaklılar, borçlarını ödemeden ölen kimsenin başka malı yoksa çocuklarını köle olarak alabilirler (ıı. krallar, 4/1-7).

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah bir kimsenin kendi öz kızını satabilmesi de mümkündür (çıkış, 21/7).

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah tevrat’ta köle âzadıyla ilgili bir hüküm yoktur. incil’de de kölelerin âzat edilmesine dair bir hüküm yer almaz.

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah gerek katolik kilisesi gerekse diğer kiliseler köleliği bir vâkıa olarak kabul etmişler ve hıristiyanların kendi dindaşı köleler edinmesinde bir sakınca görmemişlerdir.

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah hatta saint thomas d’aquino’ya göre kölelik hz. âdem’in ilk günahının kaçınılmaz bir sonucudur.

mehmet âkif aydın , muhammed hamîdullah kölenin hukukî statüsünün sağlıklı bir şekilde tesbit edilebilmesi için onun hukukun çeşitli dalları bakımından ayrı ayrı ele alınıp incelenmesi gerekir.

mehmet atilla güler modern kölelik ve modern köleliğin görünümleri

cahit güngör ibn-i kesir, azat edilecek köle ile ilgili olarak, “sağlıklı bir köle azat etmeleri icap eder.” ifadesini kullanır.

derda küçükalp efendi-köle ahlâkı vs. efendi köle diyalektiği

muttalip özcan efendilik ve kölelik

nergiz karadaş kırbaçsız efendiler zincirsiz köleler: türk sinemasında iktidar bağlamında efendi-köle diyalektiği

muharrem öçalan bağırtlak kelimesi kelime kökü, etü. döneminden beri kaynaklarda geçen “baġır”; ‘ kara veya ak ciğer‘ anlamıyla mı ilgilidir? yoksa “bağır-; ‘yüksek ses çıkarmak” anlamıyla mı ilgilidir?

demet cansaran gürültü kirliliği düzeyini belirlemeye yönelik bir çalışma: amasya örneği

kübra eskigün kuşlarda görüş ve ses çok gelişmiştir. her türün çeşitli sesleri ve çoğunlukla belli bir şarkısı vardır.

kübra eskigün güle aşkını anlatan bülbül, sesi; boynunda halka bulunduğu için tasavvufta kulu simgeleyen kumru, hu çekmesi; mucizeler söyleyen tûtî, konuşması; tavus, göz alıcı renkleri; keklik, güzel yürüyüşü; ehlî olan güvercin, ürkekliği; sevgilinin âşığı avlayan gözüne ......

kübra eskigün türk edebiyatında sesleri ve ötüşleri ile kendisinden söz ettiren kuşlar arasında turaç (dürrac), turgay (toygar, çavuş kuşu, ibibik; islamlıktan sonra bunlara bir de arapça olan hüdhüd katılmıştır), kanarya, güvercin, keklik, turna vb. sayılabilir.

kübra eskigün sular çağlar, kuşların ötüş sesinden dağ tepesi inler. bahar günleridir (artık) bundan sonra ses ve patırtı artar.

kübra eskigün baharın gelmesiyle tabiat uyanır, canlanır, renklenir. bir bahar tasvirinin yer aldığı bu çok sesli beyitte şair, baharın gelmesiyle nehirlerin akmasını, kuşların ötmeye başlamasını ifade ediyor ve bundan sonra da tüm seslerin artacağını müjdeliyor.

kübra eskigün şair musikar kelimesini hem saz hem de efsanevi kaknus kuşu anlamında kullanarak tevriye yapıyor. kaknus/musikar kuşunun gagasından çıkan seslerle müziğin bulunduğuna inanıldığı için bu beyitte saz da müzik de zikrediliyor.

kübra eskigün sabah vakti, akbaba gül bahçesinde iken bülbül yüksek sesle gül mecmuasından bu beyitleri okudu.

kübra eskigün avcı kuşların gagaları da pençeleri de kuvvetli olduğu gibi kanatları da büyüktür ve uçarken yüksek ses çıkarır. bu alıcı kuşlar gagaları ve pençeleriyle küçük kuşların kanını dökerler, kanat seslerini keklik, turaç gibi kuşlara duyururlar.

suat vergili kayıt edilmiş insan sesinde konuşma anlaşılırlığının değerlendirilmesi ve anlaşılırlığı etkileyen faktörler

ahmet arısoy ısıtma tesisatlarında gürültü ve titreşim

istanbulsaglik gürültü kontrol yönetmeliği

reha recep ergül psikoakustik ve film sesinde algısallık

yeliz baş , remzi altunışık araştırmalara göre, ....... içerisinde ince ünlülerin bulunduğu marka isimleri, daha sofistike ve samimi görülebilmektedir. kalın ünlülerin bulunduğu marka isimleri ise daha sağlam ve gerçekçi görülebilmektedir.

yeliz baş , remzi altunışık konuşurken dilin ağız içerisindeki hareketlerine göre çıkartılan birtakım sesli harflerin, marka ismi ile ilgili yargısal değerlendirmelerde etkisi bulunmaktadır.

yeliz baş , remzi altunışık bu harfler, dilin ön tarafından ses olarak çıkartılmalarına göre, ön sesliler ve arka tarafıyla çıkartılmalarına göre arka sesliler olarak sınıflandırılmaktadır (türkçede bunlara ince (e,i,ö,ü) ve kalın (a,ı,o,u) sesliler denilmektedir).

yeliz baş , remzi altunışık marka isimlerinde ince ünlü harfler kullanmak, ürünün küçüklüğü, hafifliği, yumuşaklığı, inceliği, haslığı, soğukluğu, acısı, kadınlığı, halsizliği, hafifliği ve güzelliği gibi çağrışımlara neden olmaktadır.

yeliz baş , remzi altunışık a harfinin olduğu marka isimleri büyük, ağır, yavaş ve mat özellikleri ile eşleştirilirken, i harfinin bulunduğu isimler, küçük, hafif, canlı ve keskin özellikleri ile bağdaştırılmaktadır.

yeliz baş , remzi altunışık dilbilimsel olarak, bu ünlülerin yan yana çift olarak yazılıp uzatıldığı da görülmektedir (boot, feet gibi.). bu durumda etkiler de farklılaşmaktadır.

yeliz baş , remzi altunışık kısa kalın harfler (a gibi), uzun kalın harflerden (aa gibi) daha güçlü harf karakterleri olarak görülürken, uzun ve kısa ince harfler arasında böyle bir farklılığın olmadığı düşünülmektedir.

yeliz baş , remzi altunışık büyük arabalar içinde kalın ünlü harf bulunan marka isimleri, minyatür arabalar ise içinde ince ünlü harf bulunan marka isimleri ile eşleştirilebilmektedir.

yeliz baş , remzi altunışık ayrıca, marka isimlerinin uzun süreli hafızaya yerleştirilmesinde de harflerin etkisi olduğu düşünülmektedir.

yeliz baş , remzi altunışık sert ünsüzlerle (p,t,k) başlayan marka isimlerinin hatırlanabilirlikleri daha kolay olabilmektedir (pepsi ve kola gibi).

şişli belediye başkanlığı madde 4- (1)genel hayata müessir uyulması gerekli kurallar şunlardır. c)yüksek sesle bağırarak ve ses yükseltici araçlarla ve hoparlörlü araçlarla veya durarak satış, reklam, ilan yapmak,

feyzan m. göher edip günay’a göre siyasal mesajlı müzikler halk müziklerinden, çok sesli sanat müziklerine kadar müziğin her çeşidinde bulunmaktadır. milli gururu okşayan marşlar bile bir anlamda siyasidir.

feyzan m. göher yılların müzisyeni münir nurettin’in şarkılarını seslendiren timur selçuk’un albümleri, şarkılarından birinin bir istanbul masalı adlı dizide seslendirilmesiyle bir anda arttı.

feyzan m. göher eski ibranilere göre müzik, kardeşleri tarafından atıldığı kuyuda yetişen, esen rüzgarın etkisiyle ses çıkarmaya başlayan kamışlardan yaptığı çalgılardan çıkardığı ezgilerle yaslı yüreğini serinletmeye çalışan yusuf’tur.

menderes akdağ hoparlörlerin devreye girmesiyle halkevleri radyo yayınlarını bu teçhizatla neredeyse tüm beldede duyulacak şekilde yüksek sesle vermeye başlar.

menderes akdağ adnan menderes’in yumuşak bir ses tonu ve naif bir lisanla konuşması halkın menderes’i sevmesini sağlar (sezgin, görüşme tarihi: 22.03.2016). 10 yıl boyunca halkın büyük çoğunluğu radyodan adnan menderes’in naif sesini dinler.

menderes akdağ demokrat parti iktidarı yılları sesli sinema dönemidir.

menderes akdağ siyaset duayeni ecevit, kasetli propagandada kendi kişiliğini ön plana çıkartma ve temsil propagandası gibi teknikler kullanır. “halkçı ecevit” sloganına uygun olarak ecevit ve chp ileri gelenleri türkü şeklinde şarkılar yaptırır.

menderes akdağ genç adam yıldızı koşarak bir yere yetiştirmeye başlar. videonun alt planında dramatik bir müzikle erdoğan’ın sesi duyulmaya başlar. erdoğan duygu yüklü bir şiir okumaktadır.

mevlüt akyol akılcı seslenme tarzı + duygusal seslenme tarzı

sibel akova 1 görüntünün ve sesin çizgi ile buluştuğu izocam animasyon filmi, sunmak istediği mesajı, yalın reklam metni ile hedef kitleye en doğru ve net şekli ile ulaştırma başarısı göstermiş,

sibel akova 2 reklamın algılanması uygun ve samimi şekilde kurgulanmış, hafızalarda olumlu imajlar yaratılarak, izocam markasının günümüze değin hatırlanabilirliliği sağlanmıştır.

nihan aytekin reklam, insanın günlük yaşamının neredeyse her anına nüfuz etmiş bir olgudur.

nihan aytekin reklamı oluşturan temel unsurlar, insanın algısını inşa eden duyular ile eşleşir.

nihan aytekin reklamda görme duyusuna yönelik yazılar, şekiller, renkler, nesneler söz konusu iken, duyma duyusuna da sesler, müzik veya sessizlik hitap eder.

nihan aytekin aslında görüntü ile sesin birlikte sunumu ilk kez, sessiz sinemada orkestranın müzik ile görüntülere eşlik etmesiyle başlamıştır.

nihan aytekin 1 çevreyi değerlendirmede en önemli duyunun hangisi olduğu sorusuna katılımcıların yanıtları % 58 ile görme, % 45 ile koklama, % 41 ile ses, % 31 ile tatma, % 25 ile de dokunma duyusu olmuştur.

nihan aytekin 2 bu sonuçlar doğrultusunda lindstrom, bir markanın kulağa nasıl geldiğinin hafife alınmaması gerektiğini, sesin çoğu zaman hedef kitlenin tercihinde belirleyici bir etmen olabileceğini belirtir.

nihan aytekin mgm aslanının kükreyişi, windows’un açılış sesi, nokia’nın melodisi, ses – ürün – marka arasındaki eşleştirmenin en bilindik örneklerindendir (lindstrom, 2005: 87, 89, 90).

metin kasım radyo ve televizyonlarda hareketli görüntü ve ses unsurundan yararlanılarak reklamların etkisi arttırılabilmesine rağmen, gazeteler bundan yoksundurlar.

metin kasım radyo reklamları hedef kitleye sadece ses unsurundan yararlanılarak ulaştırılan reklam türüdür. bu sesler insan sesi, müzik veya efektlerden oluşmaktadır.

metin kasım radyoda görüntü söz konusu olmadığından, mesajların etkin olabilmesi için adı geçen üç ses türünün en iyi biçimde kullanılması zorunludur.

metin kasım radyo reklamlarının süresi sınırlıdır. radyoda yayınlanan reklamın anlaşılabilmesi, ortamın sessiz olmasına dinleyicinin o an radyoyu dikkatle dinliyor olmasına bağlıdır.

metin kasım televizyonun radyoya göre en büyük avantajı sesin yanısıra görüntü ögesini de içermesidir.

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat 1 toplumsal yaşam içinde insanlar çevresinde var olan yaşamı renkleri ve hareketleriyle görerek; duyabileceği desibeldeki sesleri işiterek; acı, tatlı, ekşi, gibi tatları diliyle tadarak; kötü veya güzel kokuları burunları aracılığıyla ayırt

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat 2 ederek; sertlik, yumuşaklık, sıcaklık veya soğukluğu derisine temas eden nesnelerden algılayarak ve bu gerçekliğin tam da farkında olmadan yaşamlarına devam ederler. böylece farkında olmadan çevrelerindeki sosyal veya medya göstergeleri

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat 3 ortamından etkilenir ve etkileşime girerler.

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat işitsellikte konuşmanın hedef kitle tarafından anlaşılabilirliği, spikerin ses tonu, sesletim ve vurgular, reklamın cıngılı veya program jeneriği kulak estetiğinin vazgeçilmezleri arasında sayılabilir.

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat 1 sesletimin yanında tüketicileri etkileyen bir başka önemli etkende reklamcılık dilidir; çünkü "gereksinimlerimizi yumuşak ama lezzetli bir şekilde karşılayan günlük peynir" gibi anlatan farklı bir dil kullanılır.

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat 2 en güzel, en beyaz, en temiz en lezizi gibi üstünlük sıfatlarına ağırlık veren bu özel dil bazen bir emir, bazen heyecan veren bir kelime oyunu, bazen de ürünün türüne göre -mecazlarla dolu ayartıcı bir sesleniştir.

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat reklam filmleri için ses öğesi iletinin güçlendirilmesi ve bütünlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. reklamı yapılan ürünün aynı kategorideki ürünlerden farklılaştırılması ve hatırlanma oranının yükseltilmesi için ses oldukça etkili olmaktadır.

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat diyalog, müzik, ses efektleri, cıngıl vb. öğeler görüntüsel öğelere yardımcı olarak etkiyi güçlendirir.

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat reklam filmlerinin gerçekliğini arttırmak yönünden de ses efektleri reklamcılar için önemli bir yardımcı durumundadır. özellikle animasyonlarda kullanılan ses efektleri anlam yüklü olup, anlatıyı basamak basamak ilerletir.

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat dikkati işitsel olarak çekmek, görüntüyü işitsel şekilde vurgulamak, uzamı desteklemek ve reklam filminde gerçekliği yakalamak için ses efektleri daha yoğun olarak tercih edilir.

nurdan öncel taşkıran , nursel bolat algılama süreci değişik şekillerde yorumlanmaktadır. bazı iletişimcilere göre reklamcılar, duyu organlarına seslenme ve algıyı tüketiciyi kandırarak satın almaya teşvik etmek için kandırma yöntemi olarak kullanıldığını belirtmektedir.

şerife şahin reklamda kullanılan bir efekt, yüksek ses, müzik ya da yayınlanma sıklığı hedef kitlenin algılamasını kolaylaştıracak etkenlerdir.

şerife şahin günlük hayatta birçok görüntü ve sese maruz kalırız, bunların bir bölümünü görüp algılarken bir bölümünü ise görür ve duyarız fakat görüntüler çok hızlı oldukları için veya sesler çok düşük tonda oldukları için algılayamayız.

şerife şahin bilinçaltı mesaj tüketicinin bilinçli bir şekilde algılayamayacağı çok hızlı görüntü veya çok düşük yoğunlukta ses verilmesi ile yapılır.

şerife şahin bilinçaltı reklamla ilgili olarak üç tür bilinçaltı uyaranın varlığından bahsedilir:

  1. işitsel mesajlarda ve reklamlarda düşük ses tonuyla verilen hızlandırılmış konuşma, .......

şerife şahin işitsel duyuya hitap eden bilinçaltı mesajlarda ses normal frekans aralığında verilirken bilinçaltına verilmek istenen mesaja gelindiğinde ses seviyesi birden düşer.

şerife şahin insan kulağı belirli frekans aralıklarındaki sesleri duyabilir ama çeşitli hayvanlara bu sesler verildiğinde hayvanları çılgına çevirmek mümkündür.

şerife şahin bilinçaltı mesaj içeren bir müziği kulağınızla dinlersiniz ancak içindeki gizli mesajı beyniniz dinler.

nuray yılmaz sert , tuba çevik ergin , ebru yılmaz reklamcılık alanında müziğin kullanılmasının ilk olarak sokak satıcılarının mallarını tanıtırken yüksek sesle söyledikleri melodiler ile başladığı kabul edilmektedir.

nuray yılmaz sert , tuba çevik ergin , ebru yılmaz sesin yüksekliği, duygusal tepkileri önemli ölçüde etkileyen başka bir faktördür.

nuray yılmaz sert , tuba çevik ergin , ebru yılmaz yüksek sesli müzik,yoğunluk / güç,heyecan,gerginlik,öfke ve sevinç gibi çeşitli ifadeleri ile ilişkilendirilebilirken,düşük sesli müzik- hafif müzik yumuşaklık,huzur,hassasiyet,üzüntü,kibarlık ve korku ile ilişkilendirilebilir.

nuray yılmaz sert , tuba çevik ergin , ebru yılmaz genel olarak, yüksek sesli müzik, yüksek aktivasyon ve güç ile ilişkili görünmekte iken, düşük sesli müzik – hafif müzik düşük aktivasyonlu ve belki de aktivasyon itaatkârlığı ile ilişkili gibi görünmektedir.

nuray yılmaz sert , tuba çevik ergin , ebru yılmaz yüksek ses, canlılık ve yakınlığı ifade ederken, düşük ses sakinliği ve uzaklığı ifade eder.

nuray yılmaz sert , tuba çevik ergin , ebru yılmaz yüksek sesli akorlar ve yüksek perdeli akorlar, moddan bağımsız olarak yumuşak akorlardan ve düşük perdeli akorlardan daha fazla mutluluk hissi verebilir.

ahmet ayhan , özlem kükrer aydın internet gazetelerindeki okur yorumlarına yönelik bir analiz (özgecan aslan cinayeti örneği)

seçil deren tbmm birleşimlerinde özgecan aslan cinayeti

memet arslan iktidar ve medyatik şiddet: özgecan aslan ve şefika etik cinayetleri analizi

fatma gürse kadın cinayetlerinin haber söylemi: münevver karabulut ve özgecan aslan haberleri üzerine eleştirel bir değerlendirme

nurgül eryeşil şule çet’in öyküsü, çalışma yaşamının diğer yüzü

yılmaz özdil bu topraklardaki ilk "rakı" fabrikası abdülhamid döneminde kuruldu. şahsen büyük vefa borcum var.

asım bezirci borcum var onbeş yaşındaki kıza kömür işçisine borcum var çocuklara borcum var borcum saymakla bitmez

alexandra cavelius bi hayat bi mutluluk borcum var.

kevser terzioğlu tükenmez borcum var anama benim.

ahmet erhan çok şeye borcum var.

haruki murakami geçen yıl hep yanımda olduğun için sana gönül borcum var.

james augustine aloysius joyce hiç kimseye borcum yok.

mine kuş hiç kimseye gönül borcum yok.

paul thomas mann tanrı'ya hiç borcum yok.

fyodor mihayloviç dostoyevski kimseye bir borcum yok.

umay gedikoğlu / umay umay terbiye borcum yok dünyaya.

stefan zweig kimseye daha fazla şükran borcum yok.

nicolaas thomas bernhard kimseye hesap borcum yok.

metin altıok borcum yok kimseye.

gherasim istrati / panait istrati sana hiçbir borcum yok.

birhan keskin bu memleketten 30 yıllık uyku alacağım var doktor.

madeleine sophie townley / sophie kinsella çok fazla kahkaha alacağım var.

nevzat erdem mutluluktan alacağım var.

canan tan hayattan alacağım var.

adnan binyazar hiçbir alacağım yok hayattan.

kâzım taşkent kimseden alacağım yok.

mehmet barış manço hayattan zırnık alacağım yok.

özdemir ince kimseden alacağım yok.

mehmed rif‘at ılgaz / mehmet rıfat ılgaz bir tek kuruş alacağım yok senden.

gönül göze reenkarnasyon nedir? reenkarnasyon var mı?

ali ahmed bâkesîr etrafımda idrakten yoksun insanlar görüyorum. hayır, kalpleri de yok!

ali ahmed bâkesîr onlar göçüp gittikten sonra ben, kederli, perişan, meftun, bitkin ve hastayım.

ali ahmed bâkesîr beni orada hastalığa tutsak olarak yalnız bıraktılar, gezegenler ve yıldızlar benimle sabahlıyor.

nurten turhan yüksel kor eriyiğine basıp teğet geçerek kardelenleri kızıl mürekkebimle kelebekler çizebildim ancak. kanatlarında ayaklanan esintilerdi gülüşüme benzetlenen ve bitik zamanların umursuzluğu... + ay tanrıya yargılandım bu yüzden.

nurten turhan yüksel cennetin şavkı parıldarken talihe bağlı yaşamda tarihimizi de bilememişken yeterince. üstelik bir adımızda tanrı iken içimizi salamadık hala dünyaya. sevmeye adayamadık benliğimizi. + bu yüzden. suskun kıyılara varmalı usum,parçalarım başka parçaları bulmalı.

ebru yener gökşenli

  1. ve 20. yüzyıl ispanyol romanında anti-kahramanın gelişimi

gülbahar kültür ne bu gel-gitler ne de bu iniş-çıkışlar. senin zırhsız halindir yüreğimi dize getiren.

gülbahar kültür şimdi yeni sözcükler bulmak lazım. gelmez hiç biri kendiliğinden. oturmaz tümlemin en can verici noktasına. karıştırmak gerekecek dilin ötesini berisini. belki de yeni bir lisan yaratmak.

olcay öztunalı kanarya adalı şair andrés sánchez robayna’nın şiirinde ‘içselleştirilmiş doğa’

mükremin yaman yeni roman bağlamında marguerıte duras’ın konsolos yardımcısı adlı romanı

harold bloom öyle büyük şairler vardır ki yorgun düştüğümüz hatta sıkıntıda olduğumuz zamanlarda okuruz çünkü onlar en iyi şekilde teselli edicidirler.

harold bloom en güçlü şairler bile ilk başta zayıftır; zira işe geriye dönük şeytanlar olarak değil ileriye dönük âdemler olarak başlarlar.

harold bloom şiirsel etkilenme bir özbilinç hastalığıdır.

fatma kılıç bosna cehennemi

jean nicolas arthur rimbaud esiyor balosuna iskeletlerin poyraz darağacı inliyor demirden bir org gibi koşuyor ormanlardan aç kurtlar avaz avaz gökyüzü andırıyor kızıl bir cehennemi

mehmet güneş aka gündüz’ün “bozgun” şiiri ...... balkan kavimlerinin rumeli topraklarını kan gölüne/cehenneme çevirdiğini şiir boyunca tekrarlar:

mehmet güneş mehmet âkif yine hakkın sesleri’nde rumeli’nin işgalini anlatırken benzetme unsurlardan da yararlanır. balkan kavimlerinin katliamlarını tufana, cehenneme benzetir:

berrin taş cehennem şiirleri

ahmet midhât / ahmet mithat dünya ne cennet, ne cehennemdir. dünyanın yalnızca dünya olması bize yeter.

charles pierre baudelaire sanıyorum ki yaşamım ta başından beri cehenneme döndü ve yine sanıyorum ki bu hep böyle sürüp gider.

şevket kadıoğlu baudelaire şiirinin cehennemi, tek tanrılı dinlerin sözünü ettikleri cehennemden daha fazlasıdır. baudelaire’in cehennemi şiirlerinde “çukur”, “uçurum”, “kuyu” simgeleriyle ortaya çıkan bir yeryüzü cehennemidir.

şevket kadıoğlu “sonsuzluk”tan koparılıp kapatıldığı bu dünya, baudelaire şiirinde, “sonluluk” uzamı olarak sıklıkla “cehennemsi” imgelerle betimlenir.

şevket kadıoğlu 1 kapatılmışlıkla cehennem arasındaki ilişki conio’nun (s.273), kapatılmışlığın cehennemi barındırmasına ilişkin olağanüstü saptamasıyla dikkat çekici bir somutluk kazanır. gerçekten de,

şevket kadıoğlu 2 fransızcada “hapsedilme, “kapatılma” anlamlarına gelen “enfermement” sözcüğü cehennem anlamına gelen “enfer” sözcüğünü içermektedir.

şevket kadıoğlu uçurum, baudelaire terminolojisinde düşüşü simgeler. yeryüzü cehennemine düşüştür bu.

şevket kadıoğlu baudelaire, anne karnından doğan çocuğun dünyaya gelişiyle yaşadığı uçurum duygusunu onun ilk korkusu olarak değerlendirir. bu da aslında kozmik ölçekte yaradılışla çakışan cennetten kovulmaya,

şevket kadıoğlu 2 dünyaya düşüşe denk düşmektedir. insanın yeryüzü cehenneminde yaşadığı bu korkuyu başka hiçbir şey giderememektedir.

şevket kadıoğlu cehennem aynı zamanda baudelaire için tanrı’dan uzak kaldığı yerdir, onulmaz bir “iç sıkıntısı”nı yaşadığı bu dünya çukurudur.

şevket kadıoğlu 1 cehennemsi dünya görüntüsünün sergilendiği bir diğer şiir “kapak” (le couvercle) adlı şiirdir. bu kuşkusuz içine insanın atıldığı devasa tencerenin kapağıdır. bu tencere simgesel olarak gülünç

şevket kadıoğlu 2 bir operanın sergilendiği dünyayı imlemektedir. ancak bu gülünç operanın sergilendiği alanın yüzeyi kanla kaplıdır.

şevket kadıoğlu 1 pişmanlık acısı şairin, tensel aşkların sonunda tattığı acı, cehennemsi bir meyvedir. günahın, bütün çirkinliği, kirliliği, yüzsüzlüğü ile insanın üzerine yapıştığı onursuz bir deneyimdir. cehennem ırmaklarından birinin adı olan lete adlı şiirde baudelaire,

şevket kadıoğlu 2 ne yazık ki, böyle bir deneyimi çektiği acılardan kurtulma umudu ile yaşar. ama bir “canavar” olarak nitelendirdiği sevgilinin öpüşlerinden cehennem ırmaklarının boşaldığının, göğüslerinden baldıranlar aktığının bilincindedir:

şevket kadıoğlu 1 baudelaire cehenneminin en canlı görüntülerinden biri kötü keşiş adlı şiirde sergilenir. burada şair ruhunu bir mezar olarak betimler. insanlık durumu ve kendi yazgısının kurbanı olan şair,

şevket kadıoğlu 2 burada tanrı’nın, kendisinden beklediklerini yapamayan kötü bir keşiş yerine koyar kendini.

şevket kadıoğlu acı çekmek üzere, tanrı’nın cennetinden kovulmuş, onun koruyucu bakışlarından uzağa, yeryüzü cehennemine düşmüş olan şair gibi ovidius da tanrılara hakaret etmek suçundan dolayı, latin cennetinden acı yazgısını yaşamak üzere kovulmuştur.

şevket kadıoğlu cehennem yönsemesine ilişkin bir başka şiir, türkçede “çaresiz” anlamına da gelebilecek l’irrémédiable adlı şiirdir. bu şiirde şair, yine, cennetten sürülmüş, tanrı tarafından terk edilmiş insan-melek örneklemeli bir insanlık durumu görünümü sunar.

şevket kadıoğlu victor hugo, baudelaire için “sanatın göğüne ölümü çağrıştıran bir ışın armağan ettiniz; yeni bir ürperti yarattınız” diyordu. bu ürperti hiç kuşkusuz “modern şiir cehennemdedir” kanıksamasıyla yola çıkan

şevket kadıoğlu 2 “geçmişin büyük ustalarına tarih açısından hak ettikleri hayranlığı duysa da onların bir model olarak alınması gerektiğini düşünmeyen” (çeviren ve alıntılayanlar: hasan anamurbeki haleva) baudelaire’in şiire kötülüğü sokmasıyla ilgilidir.

şevket kadıoğlu kitabının adı olan kötülük çiçekleri’ni bu dünya cehenneminde açan çiçekler olarak yorumlamak da olasıdır. ancak ağulu da olsalar, çiçeklerin estetik bir yanı olmadığını, güzelliği simgelemediklerini söyleyebilir miyiz?

şevket kadıoğlu baudelaire insanın içinde bulunduğu dünya cehennemini betimlemiş olsa da tekrar ulaşmayı umut edecekleri yitik bir cennetin varlığına dikkat çekmeyi de ihmal etmemiştir.

aysun sungurhan 1 yünus emre, düşünerek söylenen güzel ve manalı sözlerin önemi üzerinde de durur. söz kişinin yüzünü ağartabileceği, savaşı bitirebileceği, acı aşı tatlı yapabileceği,

aysun sungurhan 2 bu dünya cehennem'ini cennet'e çevirebileceği gibi başın kesilmesine sebep de olabilir. o yüzden söylenecek söze dikkat etmelidir.

ismail ferit edgü bu dünya cehennem, cehennem.

mustafa erdem devamlı baskı, zulüm ve işkenlere maruz kalan kıptilere, dünya cehennem olmuş ve ilk hıristiyanlar gözden uzak yerlerde inziva yoluyla dini değerlerini yaşatmayı amaçlamışlardır.

b.ünal ibret , duran aydınözü dünya cehennem gibidir; çünkü kötülerin yanında iyilerde yanar kötülük her şeye galip gelir (kız 19).

refik halit karay taşlar ayaklarımı daladı, bu ne cehennemin bucağı yermiş...

bhakti raksak srídhar deva gosuami majarash bu maddesel dünya cehennemdir.

albert caraco içinde yaşadığımız dünya cehennemdir.

vedat özdemiroğlu mizahsız dünya cehennemdir.

türker şener dünya, dürrenmatt için bir mezbaha halindedir. yazar dünyayı protesto eder. bu protesto, dünya düzeni, ideolojiler ve bir dereceye kadar tanrı için de geçerlidir. dünyada tanrı ve insan karşı karşıyadır. dünya cehennemdir ve tanrı'nın işi insana işkence etmektir.

thomas hardy kötü olan her şeyin daha da kötüsü vardır.

thomas hardy do not do an immoral thing for moral reasons!

ilhan tekeli sosyal bilimci ve siyasetçi olarak behice boran hesabı akılla verilen bir yaşam

behice sadık boran gariplikler yapmaktan hoşlanan ve kendimizle alay eden bir kahkaha ile, başlarımızı sallayacağız bilgece: çünkü hiçbir gün, o zaman göründüğü kadar parlak olmamıştı, ve hiçbiri o denli kapkara, bir umut ışığı barındırmayacak kadar.

behice sadık boran bu hayat, benim kendi hayatım mı? benim hayatım, kendi ellerimle yoğrulmuş? başımın üstüne kaldırıyorum, milyon parçaya ayrılıyor, yere atınca.

behice sadık boran sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır.

behice sadık boran gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!

hasan aktaş tasavvuf ve divan şiiri mutfağına kırk (erbain) günlüğüne patates soymaya şöyle bir uğrayın mistisizm ve şiir nasıl bir şeydir göreceksiniz.

hasan aktaş yahya kemal mektebinde yetişen (şiir dergâhında patates soyan) pek çok şair, yahya kemal’i başka şairlerle de anmışlardır.

betül tarıman yurdum benim mutfağım ben kayıpken cumhuriyet bulvarında patates mi haşlasam kızartma mı yapsam her gün bu da yenir mi teraneleriyle şaşkınım aile mezarlığına dönmüş masalardan masallardan

ihsan adlî serter soframıza oturmuş, yemeğe başlamıştık. ortada bir şey yoktu, patates lıaşlamıştık! ekmeğimiz çok azdı, yemeğin yoktu tadı zeki oğlum her şeyi gözlerimden anladı, ekmek az diye mi, baba, sen yemiyorsun? sevgili annerne de neden yedirmiyorsun?

dario fo inanın tek ciddi reform halkın düşünmeye başlamasıdır.

dario fo pisliğin içinde yüzüyoruz, hatta onu içiriyorlar. hiç kimse kalkıp da bunu bize limonlu çay diye yutturamaz.

dario fo bizi aşağılamak için bir bahane: işçiler tembel, miskin, hırsız ve beyinsizdir!

dario fo ödenmeyecek! ödemiyoruz! çünkü bu yıllardır buradan yaptığımız alışverişlerde bizden çaldıklarınızın karşılığıdır!

dario fo sanat kirlidir, bozuktur. saf ve temiz sanat olamaz, çünkü sanat yaşama kuvvetli bağlarla bağlıdır…

dario fo gardiyanlar, yargıçlar, politikacılar, hiçbiriniz umurumda değilsiniz. asla beni delirtemeyeceksiniz!

christian jarrett beyin yalanları ve gerçek bilim

timothy david spector / tim spector beslenme yalanları ve gerçek bilim

ben michael goldacre sahte bilimle mücadele etmek

kardelen cânan ergin / kardit - habit lab oturarak farkındalıkla yeme

çelik ahmet çelik destekten yoksun kalma tazminatının hukuksal niteliği

kürşat haldun akalın israillilerin ulusal dini olarak yahveizmin yabancı kökenleri

neşet ertaş seviştiğim anda mutlu olurum sevgisiz imanı nasıl bulurum ben böyle inandım böyle bilirim sevişmek ibadettir sevgi imandır

zeynep kantarcı bingöl nietzsche’de ahlak, din ve felsefe eleştirisi

ali abdülmu’ti muhammed - çev : tamer yıldırım tarihsel açıdan din-felsefe ilişkisi

caner taslaman ahlak felsefe ve allah

ayhan bıçak din felsefesi - felsefe

murtaza korlaelçi gabriel marcel'e göre teknik ve günah

fatih yeşilyaprak aziz augustinus ve asli günah anlayışı

sait kar john toland’ın din felsefesi üzerine bir inceleme

handan karakaya kırsal hayatta modernite karşıtı olarak din adamı imajının türk sinemasına yansımaları

sedat kardaş edebî tür ve tarz açısından tevbe-nâmeler ve lebîb divanı’nda yer alan tevbe-nâme örneği üzerine değerlendirmeler

nuran yılmaz münâcât ve tövbe-i nasûh geleneği çerçevesinde tövbenâme-i veysî

kemal timur tanzimat dönemi türk romanında din duygusu ve inançlar

gıyasettin aytaş recaizade mahmut ekrem’in divan edebiyatı, halk edebiyatı, din ve kültür hakkındaki görüşleri

mehmet özdemir dinî-tasavvufî türk edebiyatının cuma hutbelerinde kullanımı ve öğretici işlevi

zülfikar güngör türk edebiyatında hilye-i nebevi türünün doğuşu gelişimi ve sebepleri

rasih güven bengal edebiyatı ve baüller (ilâhiler söyleyerek dans eden zahitler)

ali çavuşoğlu türk-islâm kültüründe gök tanrı veya ulu tanrı inanışı ve edebî metinlere yansıması

yunus emre akbay rollo may’in birey ve din anlayışı

jalal uddin khan - çev : adem çalışkan islâmî bir bakış açısı ile edebiyat okuma

adem çalışkan islâmî çocuk edebiyatı

alfred adler insan olmak, aşağılık duygusu hissetmektir. + üstünlük kompleksinin işlevi üstünlük taslayarak altta yatan aşağılık kompleksini maskelemektir. + her ruhsal yaşamın başında az çok bir aşağılık duygusunun yer aldığını kabul etmek gerekecektir.

vikipedi aşağılık kompleksi, bireysel psikoloji ekolünün kurucusu alfred adler tarafından ortaya atılan ve kişinin bazı yönlerden kendini diğerlerinden aşağı hissetmesine neden olan karmaşasına verilen addır.

johann wolfgang von goethe sonuçta dünyanın bütün işleri aşağılıktır; başkalarının sözüyle, hiçbir tutkusu ya da bir gereksinimi olmaksızın, para, şan şeref ya da bilmem ne uğruna didinen biri her zaman budaladır.

galip güner dîvânü lugâti’t-türk’te oğuzca olarak geçen kündi “rezil, aşağılık” kelimesinin etimolojisi üzerine notlar

mustafa temiz kültürümüz’de özgünlük zillet ve aşağılık duygusu + türkçemiz, düşmanlarımız ve aşağılık duygusu

hayri balta aşağılık maymun

muhyiddîn ahmed hükümet, hizb-ut tahrir'i bastırmak için aşağılık amerikan üsluplarına başvurarak şebabını kaçırmaktadır + aşağılık türkiye yöneticilerinin tutumlarını kınamaya dönük bir gösteri!

hayrunisa topçu aşağılık karmaşasına hapsolmuş bir isim: ahmet haşim

merve seber reklam metinlerindeki psikolojik unsurların freud ve jung açısından analizi

anıl dal internet reklamlarında kabul ya da kaçınma davranışını etkileyen güdüler ve reklam türlerine yönelik bir araştırma

anıl dal canbazoğlu internet reklamları kabulünü etkileyen faktörler

osman köroğlu internet reklamlarının engellenmesinde kullanıcı, reklamcı ve onlıne içerik üreticilerin algısı üzerine inceleme

interaktif reklamcılık derneği reklam engelleme raporu

abdul latiff mohidin / latiff mohidin / el-latîf muhiddin / latif muhittin vakit akşam mevsim yaz huzursuzluk, şaşırmalar ve can sıkıntısı hiç durmayacak bir asansörde açıp okuduğum gazete içine aldı beni büyüyor, büyüyor

sami süleyman gündoğdu demirel sandığa ne girerse o çıkar.

ahmet kocacan ağzımızdan ne girerse beynimizden, bedenimizden ve dilimizden o çıkar…

gökşen özden keskin beyninize ne girerse, o çıkar.

serpil ata fabrikaya ne girerse o çıkar.

turgay biçer zihne, akla ve yüreğe ne girerse o çıkar.

ece özcan bünyeye ne girerse o çıkar.

vahdetissevenler sisteme ne girerse o çıkar.

franz seraphicus grillparzer güvenin gözü kördür; şüphe ise hiç yorulmadan haddinden fazlasını görür.

franz seraphicus grillparzer ruhların soluk alıp vermesi olan müziği de güfteler katarak bozuyorlar. böyle şeyler ancak nasır tutmuş ruhları kavrar, onların hoşuna gider.

franz seraphicus grillparzer mozart'ı, bach'ı çalarlar, ama tanrı'yı çalmazlar.

franz seraphicus grillparzer ne sizi istediğim gibi sevecek kadar zenginim ne de sizin istediğiniz gibi sevilecek kadar zavallı.

franz seraphicus grillparzer her şeyde çıkarlarını bilen satıcılar midesine düşkün olanları yürümek sıkıntısından kurtarır.

franz seraphicus grillparzer sonunda herkes layığını bulur.

pınar özgüner yeni yollarda da yeni tehlikeler, farklı çukurlar vardır. ama hayat bu değil mi zaten?

nureddin yıldız hayat bu değil kardeşlerim.

figen batur okul bitmiş uluslararası bir şirkette çalışılmaya başlanmış, yükselinmiş yükselinmiş ve günlerden bir gün, yaşamak istediğim hayat bu değil kararı alınıp dede topraklarında şarapçılık işine başlanmış.

şehâbeddin süleyman hayat bu değil, o değil, yalnız felaket, yalnız... azgın, vahşi, yırtıcı mâmâfih, sefil, sürünücü bir hırs, bir sefaletse yaşamak ve sonra ölmek niçin? niçin duruyoruz? niçin bu istibdâd-ı mukadderin boyunduruğu altında zebûn, miskin, mezbûh çırpınıyoruz.

nur a. ilaçlarım, psikiyatrist ve psikolog ziyaretlerim azalmıştı. ama bu demek değil ki herşey tozpembe, her günüm kahkahalarla dolu geçiyor, hayat bu değil ki zaten.

yunus zeyrek ne gezersin gurbet elde bunca yıl, kara başın, kan gözyaşın al da gel. rüyadasın, gerçek hayat bu değil, düşün taşın, en güzeli bul da gel.

fyodor mihailoviç dostoyevski aşağılık bir yaşamın önemsiz bir örneğidir bu. ....... gerçek hayat bu değil.

ezgi kahraman will’in yaşamak istediği hayat bu değil. aslında ne istediğini o da bilmiyor. ama ne istemediğini biliyor.

aşk laftan anlamaz - hayat uzun ( hande erçel ) en azından hayâlimdeki hayat o hayat diil. o hayat bu hayat diil anne.

umutcan baltacı / okeanos hayat bu değil dostum anlatıyım üşenmeden kışın gün geçirilmez stüdyoda üşünmeden mic ne bilmiyodum çıktım bu yola düşünmeden ve anlamsız kaldı saatlerin yanında cümleler

ekşi sözlük hayat bu değil

uludağ sözlük hayat bu değil

mehmet sıddık yalçın hayat bu değil bu hiç hayat değil bu demir kapılar bu kirli camlar bu solgun floreosan bu tabuta benzeyen ofis bu tahtalar,profiller,bazalar bu oldum olası çalan nostaljik şarkılar bu içimdeki sus bu gözlerimdeki pus bu demokrat bitkin duruş

cem papila hepimizin bir mesleği var fakat hayat bu değil.

cengiz erşahin hakkettiğim hayat bu değil!

? / anonim zap suyu derin akar can alır yürek yakar ben sevdim eller ala bana da kimler bakar + zap suyu aktı geçti sinemi yaktı geçti güzellerin içinden benim yarimi seçti

inönü alpat boğaza değil zap suyu’na köprü!

ömer zülfü livanelioğlu / zülfü livaneli ey cüceler cüceler uzun boylu cüceler cücelerle doludur uzun uzun geceler + bazan şirket yönetir bazan ülkeler onun bazan seni beğenmez çalım satar cüceler + boyları fidan gibi akıl ise mercimek cehaletse diz boyu ah cüceler cüceler

camille anna paglia feminizmin en rahatsız edici reflekslerinden biri, o moda olmuş ‘ataerkil toplum’ küçümsemesidir. oysa beni bir kadın olarak özgürleştiren ataerkil toplumdur.

camille anna paglia bana bu masada oturup bu kitabı yazmam için gereken boş vakti sağlayan kapitalizmdir.

camille anna paglia artık erkeklerle ilgili dar kafalılığımızı bir kenara bırakalım ve onların saplantısı sayesinde kültüre yağdırılan hazineleri kabullenelim.

camille anna paglia kaldırımlardan, su tesisatından çamaşır makinelerine, gözlükten antibiyotiklere ve bebek bezine kadar erkek başarılarının kapsamlı bir dökümü yapılabilir.

camille anna paglia amerika’nın büyük köprülerinin herhangi birinden geçerken şunu düşünürüm: bunu erkekler yaptı.

camille anna paglia inşaat en üst düzeyde erkek şiiridir…

camille anna paglia uygarlık kadının ellerine bırakılmış olsaydı hâlâ ottan kulübelerde yaşıyor olurduk…

camille anna paglia feministlerin ve entelektüellerin kapitalizmi horlarken bir yandan da onun nimetlerinden faydalanmaları ikiyüzlülük!

camille anna paglia trajik kadın kahramanlar nâdirdir. trajedi eril bir paradigmanın yükselişi ve düşüşüdür; dramatik ve cinsel hazzın doruğunun gölgeli bir analoji içinde sunulduğu bir grafiktir.

camille anna paglia her erkek, içinde hiçbir zaman tümüyle özgür olamayacağı, annesinin hükümranı olduğu kadınsı bir alan barındırır.

? boraltan bir köprü, aşar geçer aras’ı, yuğsan aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası. + düşman bekler karşıda, önüne kattı beni, can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni. + dönüp seslendim geri, merhametsiz birine, beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.

burcu yıldız , ş.şehvar beşiroğlu , robert reigle onnik dinkjian’ın müzikal kimliğinde kültürel bellek ve memleket izleri

arif kolay 1920'li yıllarda avrupa'da sinema ve tiyatroda ermeni propagandası

yunus demir , rahime fulya yüksel kemalist ideolojide kadın imgesi: kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi bir lütuf mu yoksa kazanılmış bir hak mı?

emine yeniterzi kadın şairlerimizin gözüyle hz. peygamber

şahika karaca biyografik bir okuma denemesi: emine semiye’nin romanları

imren gece hanımlara mahsus gazete’de edebî faaliyet

gökhan reyhanoğulları necip fazıl kısakürek’in poetikasını “şiirde anlam sorunu” bağlamında okumak: anlam’ın “ben” döngüsü

ülkü çetinkaya şiirde anlam kapalılığı bağlamında fehim-i kadim’in bir gazeli üzerine değerlendirmeler

ismail boztaş metindilbilim açısından şiir

özden apaydın ahmet haşim’in poetikasına göre “vuzuh”un mahiyeti ve değeri

ahmet demir hilmi yavuz'un “şiirde anlam, açıklık ve kapalılık”a dair görüşleri

muhammet nur doğan yol ve yolcu metaforu bağlamında klasik şiiri anlamak

ekrem güzel dilthey’in felsefesinde üzerinde ısrarla durduğu iki önemli öğe vardır. bunlar, yaşam ve anlamaktır. filozofa göre şiiri anlamada en önemli ölçüt yaşama deneyimidir, dahası sanatların ve özellikle de şiirin yine bu deneyimden kaynaklanmasıdır.

ekrem güzel yaşama deneyimini ve çağın psişik bağlarını anlama ve anlamlandırmada şiir, bilimin yapamadığı bir şeyi ifa eder.

ekrem güzel dilthey, şiiri tarihsel ve psişik olanla birlikte bizi anlamaya davet eden bir süreç ve şairi de bu anlama sürecinin tipleşmesini gerçekleştiren bir beden olarak görür.

ekrem güzel 1 şiirin okur ve dinleyiciye kendi duygularını nasıl daha iyi anlaması ve günlük yaşamın sıradanlığı içinde gizlenen gerçekliği daha iyi seçebilecek bir görü vermesi gerektiğinden söz eder.

ekrem güzel 2 bu bağlamda, şiir insana rahat bir nefes alma olanağı tanır. duygularını anlamayı ve onları nasıl okuması gerektiğinin imkânlarını gösterir.

ekrem güzel dilthey, “bütün sahih şiirler tarihî olguyla beslenir.” der. bu anlamda, onun için, bazen tarih bile sanat eseri kabilindedir.

ekrem güzel şair, anlama ve anlamlandırmanın canlılık ve yoğunluğunu ifade edişte de koruyabilen biridir.

ekrem güzel çağın tinini ve şairin eserini anlamak en az şair kadar güçlü bir görü ve çağı anlama potansiyeline sahip olmak demektir. bu anlamda, ona göre, “usta yorumcular, usta sanatçılardır da”.

ekrem güzel dilthey, şiir hakkında yazarken poetika üzerinde de uzun uzadıya durur. çünkü şiirin içsel bağlarını görüp anlamamız için poetikaya ihtiyacımız vardır.

ekrem güzel cemil meriç’e baktığımızda şiiri bir emekleme ve çocukluk dili olarak tarif ettikten sonra, ifadenin en sarih ve sahici biçiminin ancak nesirde kendine yol bulduğundan söz eder.

ekrem güzel cemil meriç şiiri çocukluk dili olarak gördüğünde, vico gibi bir anlama çabasından da pek söz etmez, dahası onu bir vecd ve coşkusal taşma olarak tanımlar.

ekrem güzel hegel, herder ve hamann’ın da şiiri bir anlamda insanlığın çocukluk dili, henüz yeterince tekâmül etmemiş bir toplumun üretimi olarak gördüklerini de belirtmek gerekir.

ekrem güzel cemil meriç, şiiri pek sahih görmemiş gibidir. bir tarafta şiir yazmaktan utanan cemil meriç, öteki tarafta tarih yazımını dahi poetik ve sanatsal bir etkinlik olarak gören dilthey.

ekrem güzel dilthey’in şiir için söylediği “hayatı anlamının organonu” tezini cemil meriç de tersinden roman, özellikle de balzac külliyatı için benimsemiş gibidir.

ekrem güzel meriç’in şiiri düşünceden ve bilinçten soyutlaması aynı zamanda doğuyu, müslüman toplumları ve özellikle de osmanlıyı düşünceden soyutlaması anlamını taşır.

ekrem güzel islam medeniyetinde, özellikle bizde, şiirin daha çok duygu ve hissedişle anlamlandırıldığını söylemek çok da yanlış bir çıkarım olmaz.

archibald macleish şiir bilimin anlama diye adlandırdığı yetimize seslenmez. anlamayı yalnız düşünme yetisinin bir işlevi olarak görenler için, hiçbir şiir anlaşılamaz, başka sanat yapıtları da anlaşılamaz.

onat kök şair bizim bir şey anlamamızı isteseydi şiir değil, anlayacağımız bir şey yazardı da okuyup anlardık biz de.

jean camborde şiiri anlamak için çok zaman eleusis'lere mahsus sırların zamanla kazanılmış ve sabırla idare edilmiş bilgisi lâzımdır.

dursun hazer hz.ömer ....... anlama sanattan daha çok değer vermiştir.

dursun hazer şiir sanatında iki hususa dikkat etmiştir: şekil ve üslüb yönünden, akıcı olmayan şiirden ve anlamı kapalı kelimelerden hoşlanmamıştır. anlam ve içerik yönünden, sözün yerinde söylenınesini ve gerçeği ifade etmesini istemiştir.

dursun hazer şiirin içerdiği anlama lafız ve belağatından çok değer vermiştir. şiire hikmet sanatı olarak yaklaşmış, onu eğlence, eğlendinci sanat görmemiştir.

metin güven “şiiri anlamak, çözmek isteyen okur” hem içerde nasıl bir dünya olduğu bilmiyordur, hem de onun öyle sızmak gibi bir hakkı yoktur.

metin güven “şiiri anlamak, çözmek isteyen okur”un önünde, çağdaş şiirin kuruluş tarzını, imge düzenini, söz ve anlam sanatlarını bilmek gibi bir görev de vardır.

fahri kaplan yahya kemal ....... şâir; şiiri anlamak, hissetmek, özümsemek ve şerh edebilmek için o şiirin ufkuna uygun bir fikrî derinlik ve donanıma, dünyevî aklın ve kuru mantığın üstünde aşkın bir tefekkür, his ve zevk ufkuna sahip olmak gerektiğini belirtir.

fahri kaplan 1 günlük işleri halletmek için kullanılan, aşağı seviyede işleri idare etmeye yarayan dünyevî akıl, şiirin sırlarını anlamaktan âcizdir. şiirin sır ve inceliklerini yüksek fikir sahipleri söylemelidir. şiiri anlamak, ondan tad, zevk ve incelikler çıkarmak, onu

fahri kaplan 2 özümsemek sıradan bir bakış ve duyuşla olacak bir iş değildir. bunun için buna uygun bir nitelik ve donanıma sahip olmak, şiiri anlayıp tadacak bir fikir, irfan ve zevk ufkuna erişmek gerekir.

fahri kaplan zevk erbabı kişiler, şiiri anlama ve tatma ufkuna sahip kimseler ise güzel şiirleri tekrar tekrar söylemeli, böylece hem kendileri hem de o şiire ilgi duyan zevk erbabı bundan istifade etmeli, güzel sözleri defalarca tatmalıdır.

mustafa özçelik şiir anlaşılamaz.

banu tellioğlu şiir çevirisi eleştirisinde çevrilebilirlik/çevrilemezlik ikiliğini aşmak

fatih yapıcı , gamze öksüz “vişne bahçesi” çevirilerinin rus dilbilgisel çeviri kuramları açısından değerlendirilmesi

roni margulies 1 “şiir çevrilemez” yanılgısının temelinde de şiirin biçimden ibaret olduğu anlayışı yatıyor kanımca. kelime oyunlarının tercüme edilmesi çoğu zaman olanaksızdır, yabancı dilin kelimeleriyle o oyun oynanamıyordur çünkü. şiir kelime oyunlarından ibaret olunca da,

roni margulies 2 şiiri çevirmek olanaksız oluyor. dolayısıyla, şiir çevrilemez zannediliyor. oysa, tam tersine, şavkar altınel’in kuzeyde bir adadan adlı ingiliz şiiri antojisinin önsözünde dediği gibi, “çevrilemeyen şey şiir değildir.” çevrilemeyen şey oyundur, fantezidir.

roni margulies 3 çevrilen ve çevrilmesi her zaman mümkün olan şey ise, şairin dünya hakkında ve dünyada insanın durumu hakkında söyledikleridir, yani şiirdir. bunları çevirirken şairin kullandığı biçime ilişkin tüm unsurları yansıtmamız mümkün olmayabilir, ama önemli olan

roni margulies 4 biçimsel unsurları değil, şiiri çevirmektir zaten.

ioanna kuçuradi 1 şiir çevirisinde başka bir dile aktarılması söz konusu olan, “ses”tir. bu aktarım, başka bir dille “aynı ses”i yaratmakla, başka bir dilin sözcükleri ve olanaklarıyla aynı imgeyi kurmakla olur. burada, belirli bir dille kurulmuş bir imgeyi başka bir dille

ioanna kuçuradi 2 yeniden kurmak, o başka dille belirli bir imge arasında bir ilişki kurmak demektir; bu da yepyeni bir iştir. şiir çevirmeyi en zor çeviri yapan, bazen de “şiir çevrilemez” dedirten şey, işte, bu yeni ilişkiyi kurma gerekliliğidir.

ayfer altay deyimlerde, atasözlerinde, bilmecelerde, tekerlemelerde, her dilde görülen uyaklar, ölçüler, ses yinelemeleri şiir dilinin çevrilemeyecek öğelerinden bir kısmını oluşturan ve bizi "şiir çevrilemez" yargısına götüren niteliklerdir.

doğan nâci aksan şiir çevrilemez.

mario wandruszka şiir çevrilemez.

melahat pars başta biçimciler olmak üzere, birçok kimse şiirin çevrilemezliğini savunmuştur. tezleri odur ki, büyük şiir çevrilemez, eğer bir şiir çevrilebiliyorsa, bu vasat hatta aşağı düzeyde bir şiirdir.

oğuz baykara “şiir çevrilemez” ya da “ ben şiir çeviremem” ön yargısıyla gelen öğrencilerimin üç-dört ay gibi kısa bir zam anda nasıl yol kat ettiğini hayretle gördüm ve mutlu oldum.

benedetto croce bir yazınsal yapıt hiçbir zaman çevrilemez.

roman osipoviç jakobson ses benzeşimi, şiir sanatı üzerinde hüküm sürer. bu mutlak veya sınırlı olsa da şiir, tanımı itibariyle, çevrilemezdir.

durante degli alighieri / dante alighieri hiçbir şiir, tadından bir şeyler yitirmeden bir başka dile aktarılamaz.

kemal cihat binici , onur yaylacı haksız tutuklama ve haksız tutuklamalardan kaynaklı tazminat davaları

sami selçuk 1 hukuk devrimi, salt batıdan yasa almakla bitiveren kabuk bir alıntı değil, türk toplumunun düzeyini yükseltmek için bir kaldıraç işlevini üstlenmiş bir devrimdir. yeter ki bu işlev,

sami selçuk 2 yüzeysel ve sığ taklitlerle değil, batılı yasaların özündeki felsefi birikim özümsenerek ve türk toplumunun uygarlıkla çatışmayan öz değerlerine kıyılmadan gerçekleştirilsin.

cennet uslu haklar etiği ve teorilerindeki bu zenginliğin muhtemel nedenlerinden biri, insan hak ve özgürlüklerinin değerine duyulan bu genel ilgiyi sağlam bir felsefî temel ile taçlandırmak arzusunun filozof ve düşünce insanlarını kamçılaması olabilir.

cennet uslu bütün bu eleştirilerin keskinliği ve kuvveti yüzünden pek çok filozof ve teoriysen, insan haklarına duyduğu sempati ve inanç ile bu fikrin felsefî temeli veya temellerinin sağlamlığı konusunda duyduğu şüphe ve sorgulamalar arasında bir baskı altında kalabilir.

cennet uslu bu baskının, entelektüel dürüstlükten tâviz vererek insan hakları fikrine “sadık” kalmak veya entelektüel dürüstlük uğruna insan haklarını ıskartaya çıkarmak gibi sâdece iki zorlayıcı tercih ile sonuçlanması zorunlu değildir.

cennet uslu evrensel/doğal insan hakları fikri ilk olarak doğal hukuk yaklaşımı içinde kendine bir zemin bulmuş ve ilk olarak doğal hukukçu filozoflar tarafından savunulmuştur.

özgür küçüktaşdemir çağımız modern devletleri, kendilerini yaratmış olan aydınlanma çağının siyasi felsefesinin doğrudan izlerini taşımaktadır.

özgür küçüktaşdemir beccaria’nın hapis cezasıyla ve cezaevlerinin koşullarıyla ilgili görüşlerinde hümanist düşüncelerinden çok faydacı felsefesinin ağır bastığı söylenebilir.

özgür küçüktaşdemir alman ceza hukuku’nun başta kant’a ve daha az olmakla birlikte de hegel’e dayandığı söylenmekle beraber, aslında her iki filozofun etkilerinin sınırlı olduğu, modern alman ceza hukuku’nun feuerbach’a dayandığı ileri sürülmektedir.

sercan gürler albay chabert (hukuk felsefesi açısından bir inceleme)

ayşe gül çıvgın platon’un adalet ve filozof kral anlayışı

william l. prosser benim hukuk felsefem

abdurrahim kozalı hukukta aklın kaynaklığı konusunda felsefi bir katkı (batı hukuku ve islam hukuku karşılaştırmasıyla)

osman vahdet işsevenler felsefe adalet ile başlar: doğal hukukun sokrates öncesi temelleri

josé llompart - çev : tuğba ballıgil hukuki ve felsefi düşünme

yusuf bulutlu muhammed tâhir bin âşûr’un islam hukuk felsefesi ile ilgili görüşleri

theognis insan için hiç doğmamış olmak, güneş’in kavurucu ışığını hiç görmemiş olmak en iyisi olurdu, ama eğer doğmuşsa bildiğince çabuk hades’in kapılarına koşturmalı ve orada yerin altında huzur bulmalıdır.

theognis ey kyrnos, kent hâlâ aynı kent, ancak ahalisi bașka artık, önceden ne hakkaniyeti, ne de yasaları bilirlerdi bunlar keçi postları eskitirlerdi böğürlerinin çevresinde, geyikler gibi yayılırlardı kentin dıșında. șimdiyse soylu kesildiler bașımıza

theognis gaspederler zorla serveti, yerle bir olur düzen yok artık ortak çıkarı eșit üleșme, navluncular bașa geçmiș, hükmediyor alelade adam

nadire özdemir etiğin, yaşamda karşılaştığımız eylem ve değerlendirmelere dair felsefi bakışla fark edilebilecek sorun ve sorularla ilgili olması, avukatlık meslek etiğinin anlamına da ışık tutmaktadır.

nadire özdemir 1 doktrinde, mevcut sistemi eleştiren ve klasik avukat rolüne karşı öneriler geliştiren önemli isimlerden biri de simon’dır. simon, “avukat gibi düşünme”nin sadece yazılı meslek kurallarını bire bir uygulamak anlamına gelmediğine dikkat çekmektedir.

nadire özdemir 2 hukuki muhakeme yeteneğinin bir hukuk problemine, hukuk felsefesi ve hukukun bütünü kapsamında yaklaşmakla ilgili olduğunu ve bunun mesleki sorumluluk doktrininde daha büyük bir role sahip olması gerektiğini savunmaktadır.

nadire özdemir luban, ....... her avukatın bir anlamda ‘hukuki realist’ olduğu ve hatta hukuki realizmin, avukatın hukuk felsefesi olduğunu söyler.

nazime beysan hak kavramının hukuk felsefesi açısından analizi

cengiz çuhadar hegel’in “hukuk felsefesinin prensipleri” adlı eseri bağlamında ahlakın oluşumu

kahan onur arslan hukuk eksi hukuk felsefesi

özge demir türk ceza hukukunun felsefesi

michael d. bayles - çev : uğur dinç hukuk felsefesi neye dairdir? hukuk kuramları, tanımları, kavramları ya da kavrayışları mı?

niyazi öktem ronald dworkin ve hukuk felsefesi

mehmet kaya hukuk fakültesi 3.sınıfa kadar ben avukat olmam diyordum. çünkü, adalet kavramı ile avukatlığı bağdaştıramıyordum. hâkim olmakta kararlıydım. ancak, 3.sınıfta -ceza usul ve hukuk felsefesi derslerinin etkisi ile olacak- kesinlikle avukat olmalıyım, dedim.

osman vahdet işsevenler ‘ruhani alıştırma olarak felsefe’ye örnek: sokrates gibi savunmak

kurtul gülenç tragedyadan felsefeye suç, ceza ve adalet

ilham rahimov suç ve ceza felsefesi

yasemin şeyda aktürk varoluş felsefesi ile suç kavramına bir bakış

beyza eskici katırcıgil cesare beccaria’nın suç ve ceza felsefesi

m. ihsan darende ceza felsefesi açısından ceza sorumluluğu

doğuhan murat yücel hukuk ile savaş arasında hobbes, rousseau, vattel ve clausewitz

ali husein kerim “devlet” sözcüğünün etimolojisi

süleyman kaan yalçın “geri” sözcüğünün etimolojisi üzerine bir değerlendirme

fatma özkan yıldırım, yıldız, alev, alaz / yalaz, ışın ve ışık kelimeleri nereden geliyor?

ertan besli eski ve orta türkçe hayvan isimlerinin etimolojisi

mehmet cihat üstün erzincan ağzına etimolojik bir yaklaşım: karma kelimeler

nurhan güner kadınla ilgili eski türkçe bir kelime: uragut

zafer önler tarihten günümüze abdal sözcüğü

osman fikri sertkaya vakit / zaman / çağ bildiren ifadelerde kullanılan sularında kelimesinin etimolojisi

selcan gürçayır teke idealize edilen köy yaşamının medyada temsili: ana ocağı yarışması örneği

köy-koop haber gazetesi bütünleştirilen şehir, parçalanan kırsal

doğan kaya şehire göç ve köye özlem olgusunun âşık edebiyatındaki yansımaları -sivas örneği-

süleymân âteş / süleyman ateş peygamberimiz müslüman’ı, “insanların, elinden, dilinden zarar görmediği insan” olarak tanımlamıştır. müslüman saldırmaz, barışır; gönül kırmaz, onarır.

alî el-rızâ demircân / ali rıza demircan sevişmek ibadettir.

âişe sucu / ayşe sucu ateist ahlaklı, dindar ahlaksız olabilir.

el-beyzâ bilgin / beyza bilgin günümüzde insanların birçoğu birbirlerine karşı sevgisiz ve sorumsuz. kendi hayatlarını dahi, yaratıcı sanki kendileri imiş gibi hiçe sayıyorlar.

suâd yıldırım / suat yıldırım hiç kimse "şeytana tapıyorum" demez, fakat "işi gücü şeytanlık olan", hep şeytanı sevindirecek işler yapan kimse, ona ibadet ediyor demektir.

müderris-zâde sa‘dullah bin abdülkerîm bin mustafâ şeyhî / sa‘d / sa‘dullah / izzet âh efendim yalıñız ben degilim gaddârı var benim gibi niçe şâ‘ir-i nâdân-ı sühan + ne sâgardan ne mînâdan ne şeyh-i şâbdan gördük hemân biz neş’eyi sâkî şarâb-ı nâbdan gördük

muhemmetcan raşidin ara ayda düğün etsem, ayrılırmışım gece horoz ötse, ölürmüşüm böyle dedi bir molla bana dönerek taharette kâğıt kullanırsan dönüp durursun zamana uygun değil çamura batan hurafe

muhammetcan sadik olmazsa insanda gurur denen şey basar mıydı erkekçesine adım çalışıp yiyecek güneşli âleme çalışmadan yiyecek cennetten. minnetli yemek insana utanç, kendin diktiğin fidandaki atık elma bile yüreğine huzur başkasının verdiği şirin yemişten.

françois de salignac de la mothe-fénelon / françois fénelon tüm savaşlar iç savaştır, çünkü tüm insanlar kardeştir.

claude adrien helvétius tüm insanlar anlamak için eşit eğilime sahiptir.

aristoteles bütün insanlar, doğal olarak bilmek isterler.

edmund burke bütün insanlar eşit haklara sahip olmakla birlikte eşit şeylere sahip değillerdir.

insan hakları evrensel bildirgesi bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.

nizami qulu oğlu cəfərov / nizami cəfərov / nizami ceferov bütün insanlar şairdir.

daniel foe / daniel defoe olabilseler bütün insanlar tiran olmak isterler.

daniel foe / daniel defoe dünyada tartışılması olanaksız iki tip insan vardır: birincisi bilge, ikincisi aptal olandır.

daniel foe / daniel defoe günümüzde erkeklerin çok azı karakter sahibidir.

daniel foe / daniel defoe kadınların şanssız durumda olması erkekler için çok büyük bir skandaldır ve bu skandalın kaynağı da gene erkeklerdir.

daniel foe / daniel defoe kibir, züppelerin en belirleyici niteliğidir.

daniel foe / daniel defoe dünyada, dertleri başlarını aşınca en büyük bunalımı yaşayanlar daima en güçlü ruhlardır! umarsızlığa kapılıp kendilerini bırakma eğilimi en çok onlarda görülür!

daniel foe / daniel defoe bir kötülük her zaman bir başkasına yol açar : insanların korku ve kaygıları onları sayısız zayıflığa, aptallığa ve şerre sürükledi, ne var ki onları bu işlere teşvik eden ve gerçek anlamıyla kötü insanlardan oluşan bir kitle zaten eksik değildi.

harriet elisabeth beecher / harriet beecher stowe annelerin çoğu içgüdüsel filozoflardır. + kadınlar toplumun gerçek mimarlarıdır.

ömer faik anlı “bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler”, fakat bilimsel bilgi olanaklı mıdır?

sinan çaya bilim adamlığı ve kişilik profili

ferhat onur sorgulanmamış hayat yaşanmaya değer mi?

george berkeley insanların birkaçı düşünür, bununla birlikte hepsinin düşünceleri vardır.

étienne bonnot de condillac felsefe duyumların bilgisidir.

yusuf halıcı 1 yusuf bin esbât ....... müslümanların ahirette kendilerine verilecek sonsuz nimetleri terk edip de, dünyanın geçici, yalancı ve aldatıcı zevklerine yönelmelerini zavallılık olarak görür onların gafletlerini ve yakalandıkları bu hastalığın tehlikesini görmeleri

yusuf halıcı 2 için, hazret-i ali’nin; “dünya çöplük gibidir. kim ona talip olursa sıkıntılarına katlanmaya hazır olsun.” sözünü sık sık tekrar ederdi.

yusuf bin esbât 1 ey gençler! fırsatı ganimet biliniz. sizlere hastalık ve ihtiyarlık gelmeden önce sıhhatinizin kıymetini biliniz. allahu teâlâ’nın ihsanı olan bu zamanı, allahu teâlâ’ya ibadette kullanın. ben şimdi yaşlandım. sıhhatim gitti. onun için namazımın rükû ve

yusuf bin esbât 2 secdelerini adabına uygun yapamıyorum. çünkü bunları tam yapabilmek için uygun olan gençlik ve sıhhat, artık benden uzaklaştı. namazının rükû ve secdelerini tam yapıp bütün edeplerine riayet eden kimselere imreniyor, onlar gibi olmak istiyorum.

vikipedi tevfik kolaylı ....... son dönemlerinde bakırköy akıl hastanesi'nde kendine ayrılan 21. koğuşta kalmıştır.

fahrettin kerim gökay rakının her kadehi, hayatımızı bir saat kısaltır. + tevfik kolaylı hesap ettim, meğer ben öleli tam kırk yıl olmuş.

karin karakaşlı gomidas vartabed ....... cehennem yaratmıştı kendine. bir daha bu cehennemden çıkamadı. 1916 sonbaharında askerî hastaneye götürülen gomidas, 1919 tarihinde paris’teki villejuif akıl hastanesi’ne nakledildi. 22 ekim 1935’te hastanede hayatını kaybetti.

soğomon kevork soğomonyan / gomidas vartabed / komitas önce ses gitti, sonra insanlar.. sanki hiç yaşamamıştılar. oysa müzikleri bendeydi ama sesim çıkmıyordu artık. + o zamandan beri bu topraklarda sadece koca bir boşluk uğuldar. bari siz ses verin şimdi, ruhum sizi hemen duyar.

maksivizyon nureddin şefkatî (tiyatrocu) ....... mınakyan, raşid rıza, yeni sahne, millî sahne topluluklarında çalıştı. dârülbedayi'e girdi. son günlerini sıkıntı içinde geçirdi. 1936' da bakırköy akıl hastanesinde vefat etti.

hikmet feridun nureddein şefkati genç kadının yatağına yaklaştığı zaman

yaprak zihnioğlu nezihe muhiddin, 10 şubat 1958 günü istanbul'da yalnız ve unutulmuş bir durumda bir akıl hastanesinde vefat etti.

devrim pınar gürbüzoğlu türkiye'de kadın haklarının önemli temsilcilerinden nezihe muhiddin ve bir model oyun

vikipedi makbule leman (d. 1865 - ö. 1898), türk şair. ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirmiştir. şaire makbule leman hanım'ın eyüp'teki mezar taşı.

ülkü eliuz meşrutiyete giden süreçte yeni kadın imgesi: fatma makbule leman

albert caraco derdin devası acımasızdır, hastalık daha da acımasız.

altan armutak allah önce ırmaklardaki balıkları öldürtür ....... ardından, yalnızca mısırlıların hayvanlarına bir hastalık musallat eder ve kırda olan hayvanların, atların, eşeklerin, develerin, sığırların ve koyunların hepsi bu salgında telef olur.

berrin şentürk türkiye’de salgın hayvan hastalık sorunu ve yeni model önerileri

devlet planlama teşkilatı hayvan hastalıklarıyla savaş alt komisyonu raporu

mehmet ak osmanlı devleti’nde veba-i bakarî (sığır vebası)

mevzuat hayvan hastalıklarında tazminat yönetmeliği

istanbul edu mezbahaların önemi 1) hayvanlardan insanlara geçebilen hastalıklardan, kimyasal ve toksik maddelerden korumak, .......

yasin meral 1 ayrıca yazar tevrat’taki cüzzamlılar ve benzeri hastalar için dokunmama uygulamasının ceza olmadığını ve bunun sağlık açısında bulaşıcı hastalıklardan korunma yöntemi olduğunu söylemektedir.

yasin meral 2 ancak bu yorum yazarın tevrat’ın sayılar kitabının 12. bölümüne konu olan meryem’in deri hastalığıyla cezalandırılmasını bu bağlamda değerlendirmediğini göstermektedir.

yasin meral 3 halbuki kıssaya göre meryem ve hz. harun, hz. musa’yı kınamakta ve onu kendileriyle denk görmenin sonucunda tanrı’nın bir cezalandırması olarak meryem bembeyaz olarak deri hastalığına yakalanmakta ve toplumdan uzaklaştırılmaktadır.

necati kara 1 dünyada nimet, iyilik ve ihsan ile zaruret, çaresizlik, yoksulluk ve sıkıntı arasına sıkıştırılmış bir hayat vardır. hayat, zıtlıkların bileşimidir. insanların kimi zengin, kimi fakir; kimi neşeli, kimi kederli; kimi sıhhatli, kimi hastadır.

necati kara 2 insanların birbirlerine karşı durumları bu olmakla beraber fert bazında da insan, neşeli-üzüntülü, varlıklı-fakir, sıhhatli-hasta durumlarının arasında gider, gelir.

yusuf çelik hepimiz şunu iyi biliyoruz ki; cefa çekmeyenler sefayı, hastalık çekmeyenler şifayı, ayrılık çekmeyenler vuslatı, buhrana düşmeyenler necatı, felaketi yaşamayanlar saadeti gereği gibi bilememektedirler.

muhammed ali bağır yapılan savaşlarda binlerce kişinin ölmesi sonucu salgın hastalıklar ortaya çıktı. + ibn daud, saadia gaon’un melankoli hastalığından öldüğünü özellikle belirtir.

muhammed ali bağır levililer 13/53’de geçen “hastalık/belâ” kelimesi, 54. pasukta bir defa 55. pasukta ise üç defa tekrar edilmesine rağmen saadia 54. ve 55. pasuklarda tekrardan kaçınarak sadece zamir kullanır.

nurten gökalp bağımlılığa felsefi bir bakış

türkiye bağımlılıkla mücadele eğitim programı ....... organize suç gruplarının ve terör örgütlerinin, sigara kaçakçılığını önemli bir gelir kaynağı olarak değerlendirmeleri de dikkate alındığında, .......

ahmed hulûsi akten cinlerin en çok sevdikleri koku da sigara kokusudur... sigara içen bir kişiyi buldukları zaman, artık kolay kolay onun yanından ayrılmazlar ve onun peşini de bırakmazlar.

emrah akyüz özellikle milyonlarca insanın kullandığı sigaranın doğrudan çevreye ve diğer canlılara verdiği zararlar, çevre ve insan hakları noktasında ele alınması önem arz etmektedir.

sağlık bakanlığı sigara içilmesi kalp hastalıklarının oluşmasındaki başlıca etmenlerden birisidir.

sağlık bakanlığı sigara içilmesinin de çeşitli kanserlerde rolü olduğu bilinmektedir.

sağlık bakanlığı sigara kullanımı ile depresyon ve alzheimer hastalığı arasında da ilişkiler vardır.

sağlık bakanlığı sigara ile beyin ve sinir sistemi hastalıkları arasındaki ilişki iki açıdan önemlidir. bunlardan birisi sigaranın bağımlılık yapıcı etkisi, diğeri de sigara içilmesi durumunda beyinle ilgili olarak ortaya çıkan sağlık sorunlarıdır.

sağlık bakanlığı sigara içilmesi ile akciğer hastalıkları arasında ilişkiler olduğu uzun zamandan beri bilinmektedir.

sağlık bakanlığı sigara içimi ile ilgili önemli risklerden biri olan infertilite, kadın ve erkek üreme sağlığını olumsuz bir şekilde etkilemektedir.

sağlık bakanlığı sigara ve tütün kullanımı ağız için oldukça zararlıdır.

ayfer karadakovan sigara içenlerin kan basıncı düzeyinin içmeyenlerden daha yüksek olduğu bulunmuştur.

new york state psychiatric institute / new york eyaleti psikiyatri enstitüsü sigara bipolar bozukluk riskini arttırıyor.

muhit özcan sigara bütün kötülüklerin anası.

gıda ve ihtiyaç maddeleri denetleme ve sertifikalama araştırmaları derneği alkol, antidepresan değil, bir depresandır. bütün kötülüklerin anasıdır.

canan karaağaç alkoliklerin ölüm sebepleri genellikle, kalp, böbrek, karaciğer hastalıkları, zatürree, kanser, alkol zehirlenmesi, kaza, cinayet ve intihardır.

m. evren hoşrik dua ve plasebonun siğiller üzerindeki etkisi

murat yüce , özlem yüce çocukluk çağı tekrarlayan karın ağrılarının psikososyal yönü

jean chevalier , çev : mehmet aydın 1 insan kendini bir problem olarak ele alabilir. ancak iç bakışını ne kadar uzaklara yansıtırsa yansıtsın yine de o, sadece problemlerini derinleştirmiş olur. çünkü ne binlerce senelik başlangıç noktasına doğru yükselme, ne biogenetik,

jean chevalier , çev : mehmet aydın 2 psikolojik refleksi tahliller, ne tarih, ne ilim, ne de felsefe bu problemi ortadan kaldırmıştır. aslında burada söz konusu edilen problem, varlığın derinliğindedir. işte bu ana mesele, kendi kaynağından çıkan muayyen bir cevabı, hiç bir

jean chevalier , çev : mehmet aydın 3 zaman bulamamıştır. çünkü bu ana problem, duygunun, endişenin, kaygının ürünü değildir. bu problem daha çok varlığın kaynağında vardır. o, metafizik seviyede kaldıkça, ne kadar acı olursa olsun, patolojik hiç bir şeye sahip olamaz.

peter c. hill, kenneth i. pargament, ralph w. hood jr, michael e. mccullough, james p. swyers, david b. larson, brian j. zinnbauer - çev : nurten kimter bazı dinî bağlanma biçimleri, psikolojik olarak sağlıksız olmasına ve diğer bazıları da patoloji geliştirmesine rağmen, .......

peter c. hill, kenneth i. pargament, ralph w. hood jr, michael e. mccullough, james p. swyers, david b. larson, brian j. zinnbauer - çev : nurten kimter din, ruhsal hastalık potansiyelini arttırmasına ya da onu desteklemesine ve farklı açılardan ruhsal hastalığı kendine .......

peter c. hill, kenneth i. pargament, ralph w. hood jr, michael e. mccullough, james p. swyers, david b. larson, brian j. zinnbauer - çev : nurten kimter din ve maneviyatın daha fazla patolojik ya da daha az sağlıklı olarak nitelendirilen çeşitli anlatımları açıkça .......

hasan kaplan , nihal işbilen esendir tıp öğrencileri ve doktorlarda mucize ve mucizevi iyileşme inancı: çanakkale örneği

mustafa köylü ruh ve beden sağlığı ile din ilişkisi üzerine yapılan araştırmaların bir değerlendirmesi

mehmet bayyiğit sağlık / din sosyolojisi

m. akif kılavuz hasta hekim ilişkileri açısından din ögretiminin önemi

ali ayten din ve sağlık: bireysel dindarlık, sağlık davranışları ve hayat memnuniyeti ilişkisi üzerine bir araştırma

selma baş manevi danışmanlıkta duanın bir destekleme metodu olarak kullanımı

muradiye varol kanser hastalarının alternatif bir tedavi yöntemi olarak dua tercihi

fatma genç , çiğdem köçkar , fatoş mutlu , mehtap buğdaycı hastalar ağrı sırasında, non- farmakolojik yöntem olarak %87’si dua ettiğini, %63.4’ü ağrıyan bölgelere masaj yaptığını, %59.3’ü kuran okuduğunu belirtti.

muharem ćufta kanser hastalığı ile başa çıkmada dini inanç ve tutumların rolü (kosova örneği)

ali bardakoğlu islâm hayata geçirilme oranınca sağlıklı bir toplum oluşumunun temel dinamikleri sayılabilecek bu esaslar, aynı zamanda müslümanlardaki hukuk fikrinin gelişim yönünü ve ana çizgisini de tayin edici olmuştur.

ali bardakoğlu islâm böyle olduğu için de kur’an ve sünnet’te insan hayatı ve davranışları bir bütün olarak ele alınmış, insanın her yönüyle yetkin ve sorumluluk sahibi olması, bundan hareketle sağlıklı bir toplumun kurulması hedeflenmiştir.

ilhan kutluer islâm biliminin vıı (xııı) ve vııı. (xıv.) yüzyıllarda zirveye çıktığını gösteren birçok veri bulunmaktadır. meselâ ibnü’n-nefîs’in küçük kan dolaşımını keşfi, lisânüddin ibnü’l-hatîb’in bulaşıcı hastalık kavramını ortaya atması, .......

ilhan kutluer islâm tarihinde gelişen başlıca eğitim kurumları camiler, enstitüler, medreseler, hastahaneler, .......

ilhan kutluer islâm toplumunun en önemli başarılarından biri uygulama hastahaneleri olmuştur.

ilhan kutluer 1 bu kurumların yapısı ve gelişimi itibariyle daha önceki birikimden hangi etkileri aldığı ve avrupa hastahanelerine ne tür etkilerde bulunduğu hususunda henüz yeterli bilgi bulunmamakla birlikte şam’daki nûreddin, kahire’deki kalavun ve diğer islâm

ilhan kutluer 2 ülkelerindeki benzeri hastahanelerin batı hastahaneleri üzerinde kalıcı etkiler bıraktığı, max meyerhof gibi uzmanlar tarafından erken tarihlerde öne sürülmeye başlanmıştır.

tess gerritsen insanlar ne kadar da çatlak.

tess gerritsen bu içine ...tığımının dünyasına neler oluyor böyle?

tess gerritsen onu görmedim. st. francis hastanesin'den aldığımız son rapora göre hemen ameliyata alınmış. kafatasında bir sürü kırık ve beyninde de iç kanama varmış. aynı bu kurban gibi.

tess gerritsen bu rahibe olamaz. herhalde manastırda maaşlı çalışanlardan biri diye düşündü maura, bu hastalıklı insanlara biraz daha yaklaşırken.

tess gerritsen sanırım dış dünyadan tamamen kopuk yaşadığımızı, hiçbir şeyden haberimiz olmadığını düşünüyorsunuz. ama bazı rahibelerimiz okullarda ya da hastanelerde görev almışlardır.

tess gerritsen nöbette olduğu bir gece üç hasta hayatını kaybetmiş ve her şey o andan itibaren kötü gitmeye başlamıştı. eski sorumluluklar ve başarısızlıkların gölgesi peşini bırakmıyordu şimdi, yoğun bakım ünitesi'ne girerken.

tess gerritsen hemşirelerin notlarına baktı ve hastanın ameliyattan sonraki durumuna şöyle bir göz gezdirdi.

tess gerritsen dr. sutcliffe maura'nın hâlâ kalbi atan bir hastaya nasıl bakılacağını bilmediğini düşünüyor ve açık vermesi için aportta bekliyordu.

tess gerritsen maura stetoskopu kulaklarına yerleştirdi ve hastane önlüğünü sıyırıp göğsünü açtı ursula'nın. büyük memeleri çıkıvermişti ortaya.

tess gerritsen senelerden beri bir manastırda güneşin yaşlandırıcı ışınlarından korunduğu için atmış sekiz yaşında olmasına rağmen cildi hâlâ bembeyaz ve dipdiriydi.

tess gerritsen sanırım hastalarınız pek acele ettirmiyor size. evet sizin gibi bol mayınlı bir hayat yaşamıyorum ben.

tess gerritsen tıpta öğren-cisiyken stajını yaptığı hastanenin kafeteryasında sıkça verilen tatsız tuzsuz ve kayışımsı lazanyayı hatırlatan nahoş kokular.

tess gerritsen hastane odasından çıktığında hem acı hem de azıcık vicdan azabı hissetti. azıcık ama. hastanın trajedisi kendi trajedisi olamazdı. o hastanın hayatına çok kısa bir süre girip çıkan, kadersizliğini paylaşmaya hiçbir mecburiyeti olmayan bir öğrenciydi sadece.

tess gerritsen aslında tecavüzü soğukkanlıkla planlanmış bir sapıkla kontrolsüz bir psikoz hastası arasında büyük fark vardı.

tess gerritsen hastane ölümleri de pek temiz ölümler sayılmazdı.

tess gerritsen pankreas kanserine yakalanmış bir kadın vardı. kurtulması imkânsız bir hastalık değil mi pankreas kanseri? doğru. hemen hemen öleceği kesindir.

tess gerritsen bana mucizelere inanmadığınızı söylüyorsunuz, ama pankreas kanseri hastanızın nasıl iyileştiğini açıklayamıyor-sunuz.

tess gerritsen dik gitsin, tamam mı? saatlerce bir hastane odasında beklemek istemiyorum. kesin başıma bir de stajyer doktor dikerler.

tess gerritsen hastaneye gitmeyeceğinden emin misin? hayır. sadece bir tylenol alıcam eczaneden.

tess gerritsen doktora azizlerle aynı acıları çekmek için bunu yaptığını söyledi. böylece tann'ya daha fazla yaklaşacakmış.

tess gerritsen sonunda hasta öldüğünde bir kilise bahçesine değil, lanetlenmiş gibi kilise duvarlarının dışına, çok uzak bir yere gömülürdü.

tess gerritsen bu ülkede en fakir hasta bile bir şekilde tedavi olabilir.

tess gerritsen iyiye gittiğini sanmıyorum. bu makinalar deminden beri kaç defa bipledi bir bilseniz.

tess gerritsen rizzoli'yi kaba bir şekilde kolundan tutup hastayı görmemesi için sert bir şekilde perdeyi kapattı.

tess gerritsen bir hemşire elinde defibrillatörle hastaya doğru ilerlediğinde herkes geri çekildi. rizzoli ursula'nın kabarıp kızarmış çıplak göğsünü çok net görebiliyordu. saçma sapan bir düşünce olduğunu bile bile bir rahibenin bu kadar büyük göğüsleri olmasına şaşmıştı.

tess gerritsen ne kadar ironik değil mi? günlerden beri hasta hakkında sayfalarca yazı yaz, sonra tek bir paragrafta özetleyiver durumu. çok pis bir iş bu.

tess gerritsen ben gerçekçi biriyim. dr.yuen onu iyileştirebileceğini sanıyor, çünkü o bir cerrah. istatistiklere güveniyor. onun için önemli olan tek şey ameliyatın başanyla sonuçlanması. hasta sonunda bitkisel hayata girse dahi.

tess gerritsen hastanın göğsü vantilatörden gelen her bir sinyal sesiyle birlikte inip çıkıyordu.

tess gerritsen hasta huzursuzlanıp serumu çıkartmak istedi.

tess gerritsen hemşire ilaç odasından bölmeye, bölmeden ilaç odasına hızla koşuşturmuş olmalıydı. hasta yatağında acıdan kıvranırken steril sargılar yırtarak açılmış ilaç şişeleri hızla boşaltılmış, dozajların iyi ayarlanması için delicesine bir çaba sarfetmişlerdi.

hüseyin nibat tüberküloz savaşında sağlık ocaklarının yeri

abdurrahman abakay , özlem abakay , a. çetin tanrıkulu , mehmet coşkunsel dispanser ve göğüs hastalıkları klinikleri arasında tüberküloz tanısına yaklaşımlarının karşılaştırılması ve uygulamadaki hatalar

ibrahim şaban şâkir hasbâk, “köyün doktoru” adlı öyküsü ve tahlili

m.talha gönüllü , f.ilter aydınol , orhan sevimoğlu , cem kural dispanser ve özel hastanede oluşan katı atık miktarları

zeynep m. polat , semra gürel , selma altındiş hasta güvenliğinde ambulans hijyeni

milli eğitim bakanlığı acil sağlık hizmetleri ambulanslar

alkman yalvarımızı kabul edin, ey tanrıçalar! tanrılar gerçekleştirir dileklerimizi. bu koronun önderi derdim ki, ben basit bir kız boşuna gevezelik ettim konduğum yerden bir baykuş gibi – en çok aiotis’e ben beğendirmek isterim türkümü, o ki dertlerimizin devacısı oldu.

mustafa eren içerisindekileri “idare edenler” ve “itaat etmesi gerekenler” olarak kesin çizgilerle ikiye ayıran itaat etmesi gerekenler için “iyileştirme”yi öngören hatta öngörmekle kalmayıp zorunlu kılan hapishaneler için “patolojik kurumlar” denilebilir mi?

mustafa eren bu patolojinin kökeninde, merkezinde idareyi “doktor”, mahpusu “hasta” olarak gören “iyileştirme” mantığı yer alabilir mi? bu mantık, egemen olana katıksız bir “hastaya rağmen” otoritesi sunmaz mı?

psikolog cezaevi psikologlarının görev ve çalışma standartları

duygu ayhan , rabia kahveci , esra meltem koç , irfan sencan , ismail kasım , adem özkara , serdar güler ceza infaz kurumlarında diyabet yönetimi

sümbüle köksoy , emine öncü , şenay şermet , mehmet ali sungur cezaevinde bulunan mahkumların ilk yardım bilgi düzeyleri

bavver kılıçoğlu türkiye cezaevlerinde bulunan hasta mahpusların durumunun uluslararası metinler ışığında değerlendirilmesi: hapis dışı yöntemlerin olgunlaştırılmasında uluslararası arayışlar ve hasta mahpusların konumu

rozi sayit cihan nerde, öz nerde? bunu düşünenler pek az, acayip iştir, huy mizaçta boş vermişliğe yüz tuttu. stil, moda giysi, saç modeli sohbetlerin konusu, süslenmenin derdi, hali, perişanlığa yüz tuttu.

rozi sayit bu milletin kanını bozdu bölgecilik, kadın düşkünlüğü, bir de eklendi içki düşkünlüğü, bu illetler sanki eksik, “nereliymiş” diye ölçer oldu, “kötü”yü “iyi”yi tövbe, imanını, canını vermeyi vaat etti, cananlar yaparsa cilve.

hatice akın 1840’daki ceza kanunu’nun ardından çıkarılan ceza kanunlarında yer alan hapis cezasının uygulama alanı olan hapishanelerin fiziki yapısı, sağlık koşulları ve yönetimine dair nizamnameler çıkarılarak hapishanelerin ıslah edilmesine gayret edilmiştir.

hatice akın 1 ingiliz büyükelçisi stratford canning, osmanlı hapishanelerinde yaptığı teftişlerden sonra hazırladığı “osmanlı’daki hapishanelerin ıslahı” adındaki raporunda sağlık ve yaşam koşulların elverişsizliği,

hatice akın 2 mahkûmların yakınlarının yardımlarına muhtaç olduğu, her tip ve her yaştan mahkûmun aynı yerde kaldığından bahsetmektedir.

hatice akın 1 1880’de hapishanelerin yönetimine ilişkin “hapishane ve ıslahevi nizamnamesi” başlıklı bir düzenleme getirildi. bu nizamname; hapishanelerin sağlık, hijyen, yaşam koşullarının düzenlenmesi, farklı tip mahkumların ayrı bölmelerde tutulması, hapishane personelinin

hatice akın 2 görevleri, mahkumların üstlenecekleri işler ve benzeri idari prosedürleri nasıl yerine getirmeleri gerektiğini detaylı bir şekilde açıklayan doksan yedi maddeden oluşuyordu.

hatice akın 1 1896’da dâhiliye nezareti kapsamında sultanın reformlarını hızlandırmak ve modernleşme programlarının ne derece iyi uygulandığını takip etmek için teftişler yapmak üzere tesri-i muamelat ve ıslahat komisyonu kuruldu.

hatice akın 2 bu komisyon daha ziyade hapishane, hastahane ve kentsel alanlarda osmanlı sağlık ve hijyen sorunlarını incelemeye ağırlık verdi.

hatice akın cezaevleri ayrıca abdülhamid döneminin sosyal yapılanma çabaları, özellikle de devletin halkın refahını sağlamak ve bulaşıcı hastalıkları önlemeye yönelik sağlık konusunda sonradan edinilmiş sorumluluğu ile beraber anılmaya başladı.

hatice akın genel olarak hapishanelerde en çok şikâyet edilen konuların başında sağlık koşulları, mekânsal yetersizlik ve iaşe sıkıntısı gelmekteydi. devletin elinden gelen gayreti göstermesine karşın yeterli gelişme bütçe sıkıntılarından dolayı gerçekleşemiyordu.

osman / nevres-i cedîd bilmezdim özüm gamzene meftûn imişim ben âfet-zede dil-hasta ciğer-hûn imişim ben

osman elbek ...... tıp da artık doğa üstü bir güç olarak değil; bilim, teknik ve sanatsal yetilerin bütünü olarak değerlendirilir. ilk kez hastalıkların nedenleri doğa üstü güçlere bağlanmaz.

osman elbek doğaldır ki yaşanan bu değişim hastalığın nedenleri kadar sağaltımının da insani bir yeti olabileceği gerçeğini var eder. artık hipokrat tarih sahnesindedir, felsefe hipokrat’ı var etmiştir.

osman elbek artık geçerli hüküm soru sormak, düşünmek ve yanıtlar aramak değil; doğruluğu tartışılamayacak önermeleri sorgusuz kabul etmekti, yaratılan saltanata baş eğmekti.

osman elbek çağ engizisyonlar çağıydı; egemen düşünceden farklı her kelam ve kelam sahibi zincire vuruldu, yakıldı, aforoz edildi.

osman elbek bu karanlığa karşı ilk ses ms 1000 yılında italya’nın bologna şehrinden geldi. ....... tıp da o günden sonra hastalık hakkında felsefi düşünen kimseyi “doktor” olarak anmaya başladı.

osman elbek 1 aslında kapitalizmin tıp alanı üzerindeki en olumsuz etkisi sağlığı ticarileştirebilmiş olmasıdır. bu konuda trajikomik bir örnek; brezilyalı tarım işçilerinde kronik açlığın neden olduğu

osman elbek 2 bedensel ve ruhsal sıkıntının o bölgedeki hekimlerce asıl nedenin göz ardı edilerek ruhsal hastalık olarak tanımlanması ve hastalara psikotrop ilaçlar önerilmesidir.

osman elbek ..... hastaları iki-üç ay daha fazla yaşatabilmek için kemoterapi ilaçlarını üreten şirketlere milyarlarca lira para harcayabilirken, toplumda tütün alışkanlığını önleyecek projelere mali kaynak ayır(a)mamamız sağlığın ticarileştirildiğinin açık kanıtları değil midir?

osman elbek bugün bölgesel, ulusal yada uluslararası bilimsel toplantıların, kongrelerde sunulan bilimsel çalışmaların ve küresel hastalık tedavi kılavuzlarının içeriği dolaylı yada doğrudan etki ile büyük oranda endüstri tarafından belirlenmektedir.

osman elbek 1 epiktetos, insanda olması gereken özellikleri açıkladıktan sonra bu değerlere ancak felsefe ile ulaşılacağına vurgu yapmaktadır. ona göre “hekimlik sürekli hastalığı olanlara hava değiştirmeyi salık verdiği gibi,

osman elbek 2 felsefe de böylece kökleşmiş alışkanlıkları olanlara yer değiştirmelerine salık verir. çünkü bu alışkanlıklarının kuruluşunu sağlayan hava onları güçlendirmekten başka bir şey yapmaz.”

osman elbek bu açıklamalardan sonra epiktetos insanların doğruya ulaşmak ve kurtuluşa ermek için izlemesi gereken yolun ne olduğunu belirtmektedir. ona göre insan, uzun zaman azgın isteklere karşı savaşmalı,

osman elbek 2 bütün davranışlarını incelemeli ve bunların bir hastanın yersiz iştahları ya da isterik bir kadının çırpınmaları olup olmadığını anlamalı, uzun zaman gizli kalmaya çalışmalı, yalnızca felsefe ile uğraşmalıdır.

osman elbek düşünürümüze göre filozofun ekolü hekimin eczanesi gibidir. oraya zevk duymak için gidilmez, ama kurtaran bir acıyı çekmek için gidilir. birinin çıkık bir omzu, ötekinin bir yarası vardır. berikinin bir fistülü, ötekinin başında bir sancısı vardır.

osman elbek nasıl hasta olan bir insan zevk çekerek iyileşemezse filozofa çare için gidende acı gerçeklerle yüzleşmeye hazır olmalıdır. yanlışlıklar kolay, acısız bir şekilde değiştirilemeyecektir.

marek stachowski - çev : faruk gökçe kıpçtü. çor "hastalık" ~ çorlu "hasta" ; aağ. çor çöp (amasya) "ufak tefek çöp, kırıntı" aağ. çörü (çorum, maraş) ~ çörüş (bolu) ~ çörüşük (çorum) "hastalıklı, dertli, illetli"

hüseyin yıldız sihirbazlık literatüründe genellikle hokus pokus ile beraber adı sık anılan bir diğer kelime abrakadabra olup türkçe sözlük‘te 1 eski çağlarda bazı hastalıklara iyi geldiğine inanılan büyülü söz. 2 sihirbazların sıkça kullandığı büyü sözü. şeklinde tanımlanır.

hüseyin yıldız ateşli hastayı iyileştirmek için ekmeğin üzerine ab : ra : ca d.a: — b. r: a yazılarak, ekmek hastaya yedirilir. harfler birleştiğinde abracadabra kelimesini oluşturur.

sapfo - çev : kriton dinçmen görkemli tahttaki sen zeus’un kızı, baştan çıkarıcı ölümsüz afroditi yalvarırım sana, sahibem benim, hüzün ve mâraza esir etme gönlümü

nesrin akca , ali yılmaz , oğuz ışık sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet: özel bir tıp merkezi örneği

barış can kurt dünya edebiyatında hastalık + türk edebiyatında hastalık + peyami safa ve hastalık

uluğ nutku felsefi etiğin bir uygulama alanı olarak tıp etiğine bir değini

søren aabye kierkegaard yeryüzündeki varoluşumuz bir tür hastalık.

şinâsî olmuş insâna taasub bir unulmaz illet hüsn-i tedbîrin ile kurtulur andan millet

ali c. toprak öykücülüğün gerçekçi, tarafsız, net 'hekim'i: çehov

fatma ağbuğa çevre sorunlarına etik bir yaklaşım: “felsefi bir sorgulama”

hasan erbay “tıp öykücülüğü” üzerine

hasan ayık her “yüz kızarıklığı” hastalıktan kaynaklanamayacağı gibi, her “ah- of sesi” de acıdan dolayı çıkmamaktadır.

ludwig andreas feuerbach tanrı’nın bütün iyiliklerin ve mükemmelliğin kaynağı olarak görüldüğü sürece insanoğlu eksik ve hasta olarak görülecektir.

ludwig andreas feuerbach 1 dini yönelim inançlı kişinin gerçek otonomluğundan, üstünlüğünden ve topluluğundan mahrum olması ve devretmesi gibi bir illüzyon ve hastalıktır, hatta en derin; en doğru duygu olan sevgi bile, dindarlığın anlamıyla sadece zahiri, aldatıcı olur, zira

ludwig andreas feuerbach 2 dini sevgi sadece tanrı’nın hatırı için insana verilir, öyle ki bu sadece görünüşte insana, fakat gerçekte tanrı’ya verilmiştir.

ludwig andreas feuerbach 1 hastanın iyileşmesi bir mucize değildir; ancak aniden olanlar, bir emirle gerçekleşenler mucizedir; bu da mucizenin gizemidir. ancak temelde, maddede doğal, duyuların yapısına uygun olarak ve yalnızca biçim ve süreçte doğaüstü, duyuüstü olan bir güç,

ludwig andreas feuerbach 2 imgelem gücünden başka bir şey değildir. mucizevî güç aslında imgelem gücüdür.

ludwig andreas feuerbach hıristiyan bu dünyayı sadece geçici olarak değil bilakis hastalık olarak görür.

david herbert richards lawrence genç doktor başım yavaşça çevirip baktı. "senin neyin var?" diye alaylı alaylı sordu.

david herbert richards lawrence yok canım, böyle ateşli bir doktorun hastası ne oldum ne de inşallah bundan sonra olurum.

alan sillitoe ....... kimsenin bana akıl vermesine izin veremem. daha bile erken yapmak lazım bunu, ama yasaya aykırı; herkes için olduğu gibi, bu hastalıklı, anlı şanlı ülkemizde.

kathleen mansfield beauchamp / kathleen mansfield murry yaşam sevimsiz bir iş, yadsınamaz bu. g. ve j. ile parkta, bedensel sağlıklarından, "partileri" nasıl hâlâ heyecanla bekleyebildiklerinden söz ederken, az kalsın bir inilti çıkacaktı ağzımdan.

m. başak uysal 1 kadın karakterler mansfield'in eserlerinde daha çok toplum dışına itilmişler, sınır dışı edilmişler, azınlıklar ve varoşlarda yaşayanlar olarak göze çarparlar. genellikle eril bir gücün altında ezilirler; çocuk yetiştirmenin, bastırılmış hayal kırıklıklarının,

m. başak uysal 2 kifayetsizliğin ve tatminsizliklerinin vermiş olduğu suçluluk duygusunun sonucunda sağlıkları bozulur. onlar için evlilik yaşamı ne kadar zorsa, hastalık çok daha kötüdür. sağlıklı eşler zayıf olan tarafa yardım etmek için fedakârlık yapmazlar ve bunun

m. başak uysal 3 neticesinde kırgınlıklar ortaya çıkar. hatta kişinin günlük yaşama bağlılığı zayıfladığı için kendini çevresinden ve toplumdan soyutlama da giderek artar; zayıflık kişiyi kendisine bile yardım edemeyecek bir hale sokar.

haluk erdemol 1 katherine mansfield (1888 – 1923) ....... genç yaşında yakalandığı ve daha sonra vereme dönüşen akciğer hastalığına karşın dinlenmesi gerektiği halde kendini zorlayarak ve yaşam sevgisine tutunarak yazmayı sürdürdü.

haluk erdemol 2 yaşamının son beş yılı ilerleyen hastalığıyla boğuşmakla geçti. güzel havası için sıkça gittiği güney fransa’nın fontainebleu kasabasındaki bir klinikte yaşama veda etti.

şebnem kaya 1 gurdieff manastırın küçük ahırında hastası için bir asma kat yapar. hayvanların nefesinin solunabilir bir aşı işlevi görebileceğine, mansfield’ın “sevecen hayvanlar arasında, sıcak bir ortamda” olmanın verdiği duyguyla toparlanabileceğine inanmaktadır. böylelikle

şebnem kaya 2 tüberkülozlu yazar, zamanının çoğunu ahırdaki balkona konan bir divanda uzanarak geçirmeye başlar. hemen aşağısında da, ona insan olmayan doğayla arasında bir bağ bulunduğunu hissettirerek rahatlık verebilecek, soluğu “şifalı” hayvanlar vardır.

şebnem kaya ....... hastanın, hayvanın ciğerlerinden geçmek suretiyle bir anlamda dönüştürülmüş havayı içine çekerek – tıbben olmasa da teselli ilacı etkisiyle – daha iyi hissetme olasılığı da vardır.

şebnem kaya 1 hastalığından ötürü dışarıdaki hayatla ilişkisi kesilmiş olan mansfield, gurdjieff’in öğrencileriyle birlikte, kendi içinde yaşamsal bir dünya keşfedebileceğini fark etmiş olmalıdır. onların yanında bedeni hakkında kara kara düşünmeyi bırakır, dikkatini – 26

şebnem kaya 2 aralıkta manastırdan yine murry’ye yazdığı bir mektupta ifade ettiği – “ben kimim?” ve “ben diye bir şey var mı?” gibi metafizik sorular üzerinde toplar ve cevaplar bulmaya çalışır. peçeli olarak hayatın anlamını sorguladığı mektubuna kendi ereğini belirtir, “gerçek

şebnem kaya 3 olmak istiyorum.” cümlesini ulamaktadır. hiç kuşkusuz içe kapanmadan iç gözlem yoluyla bilincini genişletme, böylelikle kendisini gerçekleştirme ya da, gurdjieff’in kullandığı benzetmeyle, “uyanma” olasılığının farkındadır.

john keats hiçbir şey sağlıksız olmak kadar kötü değil. + zevk zaman zaman gelen bir ziyaretçidir; ama ağrı gaddarca bize sarılır kalır.

vikipedi 1 john keats ....... yirmi bir yaşındayken, çırak olarak başlayıp tam da önemli bir aşamaya geldiği tıp alanını bırakıp, kendini tümüyle şiire vermeye karar verdi.

vikipedi 2 hastalığı arttı, parasal sorunlar yaşamaya başladı ve parasızlık yüzünden ne tedavi görebildi ne de evlenebildi. 3 şubat 1820'de ilk kez kan kustu ve veremi artık ölümcül bir noktaya geldi. 23 şubat 1821'de henüz 25 yaşındayken italya'da öldü.

tezer özlü tıp, tıp, tıp diye damlayan su damlacıklarıyla uyandığımda saat dört. kalkıyorum. duşun kapısını ve odanın koridora açılan kapısını kapıyorum.

nuray yıldırım 1 özlü; yaşamının büyük bir bölümünde sıkıntılı haldedir. yine bir gün bu iç sıkıntısından kurtulmak için duş alarak rahatlamak ister. yazar sonu ve başlangıcı olmayan bir yolculuk olan yaşamdan bahseder. bu yolculuğu çoğu zaman benliğinin derinliğinde hisseder.

nuray yıldırım 2 hayatı sorgulayarak kendi iç dünyasına döner ve kendi kendine konuşmalar yapar. hastalığı sebebiyle sıkıntı yaşamaktadır. hayata karşı olan yorgunluğunun ağrılarının ötesinde olduğundan bahseder. bunu yenebilmek için uyumaya çalışır. su damlalarının sesinden

nuray yıldırım 3 uykusundan uyanır. yazar su damlasının sesini duyabilecek kadar hassas bir yapıya sahiptir. çevre koşulları da onun huzursuzluk ve iç sıkıntısı yaşamasına neden olmaktadır.

john waller 1879’dan 1899’a kadar her yıl bilim insanları başka bir önemli bulaşıcı hastalığın gizemini ortaya çıkardı; daha önce tıp bu kadar hızlı ya da köklü bir ilerleme görmemişti.

ilaç endüstrisi işverenler sendikası türkiye ilaç pazarı

neslihan pınar ülkemizde ilaç harcamaları

halil beydilli defibrilatör nasıl çalışır?

mehmet ulukütük bugün tıp felsefesi olarak karşımıza çıkan metinlerin çok büyük bir kısmının modern batı tıbbının insana, bedene ve hastalıklara yaklaşımına karşı bir itiraz ve isyan görünümünde olmasının en önemli sebebi tıbbın mezkur manzarasından kaynaklanmaktadır.

mehmet ulukütük din felsefesi ise, pek çok hastayı ve bu arada hekimlerin yakın bir ilişki içinde oldukları insanları daha iyi anlama noktasında önem kazanır.

mehmet ulukütük soyşekerci kitabında hastalıklara ilişkin bulguları, doktorların gösterdiğinden ve neyi gösteriyorsa onu söylemesinden çok, bu işe sanatçıların öncülük ettiğini iddia eder.

mehmet ulukütük saydam’ın “hekimin filozof hali”, adlı bir başka yazısı ise tıp felsefesinin; “tıbbın sorduğu sorular hakkında sorular sormak” olduğunun altını çizer. nedir bu sorular? mesela “yaşam nedir, insan nedir, hastalık/sakatlık nerede başlar, ölümsüzlük mümkün .......

mehmet ulukütük kanıta dayalı tıp, hasta ve hastalığa tanı koyma, tedavi etme süreçlerinde sorgulayıcı aydın rolünde olmalarına yönelik bir çağrıdır.

hesiodos toprak bela doludur, denizler bela dolu, geceler dert doludur, gündüzler dert dolu salgınlar başıboş dolaşır sessizce ölümlülerin çevresinde

mevzuat hayvan sağlığı ve zabıtası yönetmeliği

ahmet burak baş türkiye'de ve dünyada körlüğün nedenleri ve alınması gereken önlemler

elif demirkılınç biler , suzan güven yılmaz , halil ateş körlük ölüme yakın mı?

kader türkoğlu , m. erhan türkoğlu , emin kaya gözlük kullanıcılarının sorunları, beklentileri ve çözüm önerileri

sadun aren köylü ve şehirli halk zihniyet, ahlâkî telâkki, dünya görüşü ve sıhhatleri bakımından birbirlerinden önemli şekilde farklıdırlar.

özkan yaşayancan , cihat zülfüoğulları , esra ser-demir , seyhan özelce köy sağlık evlerinde çalışan sağlık personelinin ambalajlanmış su hakkında bilgi tutum ve davranışları

ceyhun atuf kansu bir kasaba hekiminin defteri

bedr şâkir es-seyyâb üzüm bağlarının altından toprak uykusundan uyandı temmuz uyandı ve yeşil babil'i himaye etmek için geri döndü babil'in davulları çalacaktı ve sonra da onu koruyacaktı kulelerindeki rüzgar uğultusu ve hastalarının inlemeleri

tayseer ez-ziyadât , semira karuko es-seyyâb ....... şiirlerinde protestocu/karşıt görüşler, hastalıktan yakınmalar ve ölüm hakkındaki duygular çokça yer alır.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko gençliğinin en parlak dönemindeyken hastalık onu yakalamış, sağlık ve rahatından da olmuştur.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko ölüm, hastalık, gurbet, ayrılık gibi özellikler sadece es-seyyâb’ın karşılaştığı durumlar olmayıp, bütün insanların kısmen de olsa başlarına gelmiş ya da gelebilecek durumlardır.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko bu açıdan da aslında o insanların duygularına az ya da çok tercüman olmuş sayılır.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko es-seyyâb, bir türlü kurtulamayacağı çaresiz bir hastalığa tutulmuştur. bacaklarında güçsüzlük şikayetiyle hastanelere gitmeye başlamış; doktorlar, derdine deva bulmakta aciz kalmışlardır.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko o, kuveyt’ten paris’e, londra’dan beyrut’a kadar hastane hastane dolaşıp durmuştur. “hayatının son demlerindeki bu seneler, yani 1944-1960 yılları arası, es-seyyâb’ın sıhhi ve sosyal ümitsizlik yıllarıdır.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko ona göre onu ailesinden ve çocuklarından ayıran şey hastalıktır.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko es-seyyâb’ın hayatı boyunca karşılaştığı hastalıktan ayrılığa, açlıktan ıstıraba varan tüm acılarının şiddeti ortadadır.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko es-seyyâb, çocukluğundan itibaren hüznü çağıran bir ortamda yetişmiştir.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko bunun sebebi öncelikle annesini, akabinde de babasını kaybetmesi, ninesinin vefatı, kendi hastalığı, fakirliği ve hayatın ona olan acımasızlığı duygulara dönüşüp dizelere dökülmüştür.

tayseer ez-ziyadât , semira karuko es-seyyâb’ın mücadele ettiği en büyük acı hiç şüphesiz hastalık ve bunun neticesinde altından kalkamadığı tedavi yolculuk ve masrafları olmuştur.

h. meltem sönmez , bilgehan yollu , levent sevinçok hekimlerin beyaz önlük giymesi hakkında halkın düşünce ve tutumları

berna arda ister öznel kaynaklı, ister nesnel kaynaklı olsun, "hastalık" insan kavrayışı için, başka olgulardan ayırdedilmesi gerekli ve mümkün olan bir fenomendir.

berna arda tanımlanması ve açıklanması çağlar boyunca değişiklik göstermiş olsa da, hastalık daima tanınması kolay ve varlığı inkar edilmeyen bir "değişiklik" olarak algılanmıştır.

berna arda hem iç ve öznel belirtileri açısından, hem de somut ve nesnel belirtiler açısından, hastalık "sağlıktan farklı bir durum"dur.

berna arda hastalık olgusunun ikinci bir özelliği, onun zaman boyutu ile ilgili oluşudur. hastalık, onu tanımlayacak olan kişinin karşısına "var" olarak çıkmış olsa bile, kesinlikle şöyle veya böyle biten ya da belirli bir "son"a sahip olan bir durumdur.

berna arda tıbbın temel amacı, hastalık olgusunu ortadan kaldırmaktır. bu olgu insanın yeryüzünde yaşamaya başlamasından beri hep yanıbaşında bulunan, savaşmasını ve alt etmesini gerektiren bir nitelik taşımıştır.

berna arda olumsuz birçok niteliği barındıran ya da kendisine iliştirilmiş olan hastalık sözcüğü, "kötü, çirkin, kaçınılması gereken" bir anlam yüküne sahiptir.

berna arda dilimizde "organizmada birtakım değişikliklerin meydana gelmesiyle fizyolojik işlevlerin bozulması hali, sayrılık, esenlik karşıtı" olarak tanımlanmıştır.

berna arda hipokrat'ın, mistik tıp döneminden kalan epilepsi'nin kutsal bir hastalık olduğu genel kuralını kabul etmemesi, mistisizme sırt çevirmesi onun aynı zamanda doğadışı ya da doğaüstü nedensellik açıklamalarını da doğru saymamasının sonucudur.

berna arda hastalık olgusunun açıklanmasında etki göçü kavramı hipokrat'da, galenos'da, ibni sina'da felsefi ve deneyime dayanan biçimde karşımıza çıkmaktadır.

berna arda ortaçağ hastalık kuramları "doğal neden-doğal sonuç" ilkesini zaman içinde giderek artan biçimde gözardı etmiştir.

tennur koyuncuoğlu doktor sigortası mı, hasta sigortası mı?

betül erer , mehmet eren sol kalp hastalığına bağlı pulmoner hipertansiyon

handan özdemir tıp konusu, değişik dönemlerde değişik derecelerde hemen çoğu kez pek çok yazarı etkilemiştir.

handan özdemir tıp ve edebiyat arasındaki en önemli ortak nokta insanın kendisi olup, yıllar ve asırlar boyunca her ikisi de var olmak için birbirine durmadan devam eden bir paradoks ile bağlanmıştır.

handan özdemir tıp bilgisi açısından william shakespeare incelendiği zaman eserlerinden de anlaşılacağı üzere, kendi döneminin doktorlarından bile çok daha iyi bir insan gözlemcisi olarak tıp tarihinde de yer almıştır.

handan özdemir shakespeare’in oyunları incelendiği zaman ileri derecede gözlem yeteneğinin yanı sıra o dönem için oldukça yüksek seviyede tıp bilgisine sahip olduğu dikkati çekmektedir.

handan özdemir hiçbir hekimin bilmediği bazı hastalıkların bulgularını ve belirtilerini o kadar güzel tanımlamıştır ki, bu inanılmaz başarılı saptamalar shakespeare’in gözlem yeteneğini şüphesiz ortaya koymaktadır.

handan özdemir shakespeare oyunlarında hastalıklara ve tedavilere yer verirken, galen’e ait bilgilerin yanı sıra paracelsus’un (farmakolojinin babası) bilgilerini de kullanmıştır.

handan özdemir shakespeare’de smith gibi yağlı ve aşırı yemek yemenin zararları ve etkileri konusunu eserlerinde mükerrer kez vurgulamıştır. özellikle richard ııı oyununda, ölümcül hastalığı olan kralın doğru beslenmesi gerektiği konusuna dikkat çekmiştir.

handan özdemir shakespeare, oyunlarında yaptığı kusursuz ölüm tarifi, zehirler hakkındaki inanılmaz bilgisi ve bunların kullanımı ile belirtileri konusundaki dağarcığı ile herkesi şaşırtmaktadır.

handan özdemir genellikle shakespeare, oyunlarında hekimler hakkında saygılı bir dil kullanmıştır; ancak bazen aşağıdaki dizelerde olduğu gibi hekimler hakkında alaycı üsluplar ve eleştirel bir dil kullanmıştır. .......

handan özdemir shakespeare’in medikal bilgileri hakkında yapılan araştırmalar hep shakespeare’in bu bilgileri nereden elde ettiği yönünde yapılmıştır.

handan özdemir shakespear ....... oyundaki camilla karakteri bir insanın hasta olmadan da bir hastalığı yayabileceğini seyirciye aktarmaktadır.

handan özdemir shakespeare, henry ıv oyununda immünisazyonun temelini, esaslarını ve ilkelerini tarif etmektedir. zehirlerin ilaç gibi tedavi edici olabileceklerini ve hasta olmanın bir şekilde kişiyi tedavi edebileceğini seyirciye aktarır.

handan özdemir shakespeare, insan ruhunda meydana gelen hastalıkların derinine inebilme kabiliyeti ile 400 yıldan fazladır tiyatro severleri şaşırtmaktadır.

server tanilli hacıya-hocaya, üfürükçüye, şifacıya başvuran kimi hastalarımızın sayısı bugün daha fazla.

fadime emir sıkışık ruhların çağrısı!

osman karatay hem büyücü, hem rahip, hem de tabip: uzmanlaşma neden yok?

cahit karakuş cadılar: büyücü bilge kadınlar

vikipedi cin (arapça: جن), ~[cnn] 1. gece karanlığı, 2. bir tür görünmez varlık < ar cunūn جنون [msd.] gizleme, saklama, örtme (= aram genyā גניא cin, görünmez varlık < aram gny גני gizleme, saklama = aram gnn גננ koruma, çitle çevirme, kapatma )

vikipedi modern veya antik birçok din ve inanışta, ibrahimi dinler de dahil, bulunan bir tür ruhani mitolojik yaratıktır. farklı inanışlarda farklı karakteristiklere ve özelliklere sahiptir.

vikipedi modernist yorumculardan bazıları ise onları kelime anlamlarına dayanarak bazıları mikroorganizma, tespit edilemeyen şahıs, radyasyon gibi gözle tespit edilemeyen varlıklar olarak ifede etmişlerdir.

vikipedi bazı yazarlar cin ve tanrıları eşit kılıyorlardı ve onları sadece insanlarla olan ilişkilerinden ayırdılar.

vikipedi cinler inancında cinler kudretli varlıklardır, insanları aldatırlar ve bazı insanları aracı -medyum- olarak kullanırlar. buna göre bu medyumun söyledikleri eğer bu cinler medyuma doğruyu söylüyorlarsa doğru olabilir.

vikipedi cin ve şeytanlar; saf ateşten, yani, dumansız ateş alevinden ve havadan yaratılmış ruhani varlıklardır. ama cinde hava şeytanda ateş fazladır. ....... cins ve mahiyet bakımından meleklerden ayrı yaratıklardır.

vikipedi demon, hristiyan edebiyatında cin ve şeytan anlamında kullanılmış bir terimdir. terimin kökeni eski yunanca’da tamamen farklı anlamlarda kullanılmış olan daimon sözcüğüdür.

salih yaşar özden , ferah vedi , ilhan yargıç , nihat kaya büyücü-üfürükcü-cinci ve astrolog gibi hekim olmayan kişiler ile ruh hastalıklarının ilişkilerinin çeşitli yönlerden araştırılması

mehmet yılmaz 1 çeşitli türlerde birçok eser veba salgınlarından söz eder. bunlar arasında mahkeme kayıtları, hükümler, fetvalar, diplomatik yazışmalar, şiirler, biyografik eserler, seyahatnâmeler, mezar taşları, veba risâleleri zikredilebilir. tedavi yöntemleri için kaleme

mehmet yılmaz 2 alınan çok sayıda risâlede değişik tedavi usullerinden söz edilir. eski yunan ve roma tıbbının etkisiyle önceleri hastalığın sebebi bozulmuş havaya bağlanır ve yüksek yerlerde ikamet edilmesi, temiz hava getiren rüzgârlara açık evlerde oturulması,yaşanılan mekânda

mehmet yılmaz 3 ve dışarıdaki havayı arındırmak için sirke, sandal ağacı ve gül suyu kullanılması tavsiye edilirdi. sağlığı koruma yöntemleri arasında en yaygın olanı kan aldırmaktı. bunun yanı sıra hastalığın tedavisinde merhem, şurup, yakı vb. ilâçlar, yiyecek ve içeceğin

mehmet yılmaz 4 hazırlanışına dair bilgiler de eserlerde yer almaktadır. tıbbın yanında dua, astroloji ve büyüye de sıkça başvurulmuştur. veba duaları, büyü reçeteleri, muskalar, tılsımlar vb. mânevî tedavi usullerine vebaya dair eserlerde bolca rastlanmaktadır.

mehmet yılmaz 1 tütsü 1- etrafa güzel bir koku yaymak veya nazar, sinir hastalıkları, sara vb. gidermek, bunlardan korunmak maksadıyla yakılan koklanan madde. 2- büyü, nazar vb. hedef olduğu düşünülen kişi veya nesneyi yakılan bu maddenin dumanına tutma işlemi. 3- büyü ya da ilaç

mehmet yılmaz 2 yapmak ya da dinsel törenlerde çevrenin güzel kokmasını sağlamak için yakılan kokulu madde. genelde temyanla yapılan tütsünün temel amacı kötü ruhlardan korunmaktır. tütsü işlemi aynı zamanda deri, kemik, boynuz ve benzeri maddelerle yapılmaktadır.

abdullah özbolat isimlerle ilgili anlayış ve pratiklerde, çoğu kez geçmişte yaşanan ölümlere, onulmaz hastalıklara ve beklenmeyen tehlikelere karşı dinsel anlamı olan ya da kadere bu anlamda yön vermek isteyen koruyucu isimlere müracaat edilmektedir.

abdullah özbolat adak kurbanı, çocuk sahibi olmak, belli hastalıklardan kurtulmak gibi amaçlarla gidilen ziyaret yerlerinin de kendilerine mahsus menasikinin bulunduğu görülmektedir.

abdullah özbolat türbe ziyaretlerinin nedenleri arasında şifa amacıyla hastalıklardan kurtulmak ilk sıralarda yer almaktadır. ziyaretçilerin birçoğu modern tıbbın imkanlarına başvurmuş, doktorların verdiği ilaçları kullanmış ancak çare bulamamış insanlardan oluşmaktadır.

abdullah özbolat dolayısıyla bu gruptaki insanlarda genel olarak “tıbbi çaresizlik algısı” olarak nitelendirilebilecek tıbbın hastalığına şifa bulamadığı bir düşünce hakimdir.

abdullah özbolat türbelerde, insanlar hastalıkları ya da dilekleri için “bir umut olur mu” diyerek şifa arayışına girmektedirler. ziyaretleri insan psikolojisi açısından değerlendirilecek olursa kişiler, çocuk sahibi olamasa da veli ziyaretinin teskin ediciliği tespit edilmektedir.

öner dikensoy whatsapp neredeyse vazgeçilmezimiz olmuş durumda. whatsapp sayesinde uzaktan hasta konsülte edip takip etmek mümkün. acil serviste asistanınız tarafından görülen bir hastanın akciğer grafisi ve tüm tetkikleri anında cebinize geliyor.

öner dikensoy 1 öğrencilerime abd’de 2016 yılında yayınlanmaya başlayan ancak ilk sezon sonunda nedendir bilmiyorum durdurulan “pure genious” isimli diziyi seyretmelerini tavsiye ediyorum. dizi genç bir silikon vadi dehasının son teknoloji ile donattığı hastanesinde emekli ama

öner dikensoy 2 çok iyi bir cerrah ve ekibindeki diğer genç doktor ve mühendisler ile birlikte tedavi edilemeyen hastalıkların nasıl tedavi edilebilir hale geldiğini işliyor. dizide hasta vizitleri ve konseyler hekim ve mühendislerin birlikte katılımı ile gerçekleşiyor.

sağlık bakanlığı beşeri tıbbi ürünler imalathaneleri iyi imalat uygulamaları (gmp) kılavuzu

osman zeki yüksel / osman yüksel serdengeçti volkan gibi lâv atmış, ne susmuş ne sönmüşüm. ben bir iman uğruna çılgınlara dönmüşüm

osman zeki yüksel / osman yüksel serdengeçti düşmüşüm yatağa hastayım, hasta gözlerim kapıda, kulağım seste yastayım kardaşlar yastayım yasta + yıkılası hapishane damları anam yandım allah yandım, daha mı yanam

mustafa mirza demir 1 marmara kıraathanesi… girişte sağdaki masada yalnız başına bir adam oturmakta ve önünde duran bir bardak çaya bakmaktadır. ömrünün son demlerinde yakalandığı hastalık yüzünden titreyen elleriyle çayına binbir güçlükle attığı şekeri bir türlü

mustafa mirza demir 2 karıştıramayınca elindeki çay kaşığını fırlatır atar. arkasına yaslanıp önündeki bardağa biraz hüzünlü biraz da müstehzi bir ifadeyle bakar ve o meşhur serzenişini masaya bırakır: “hey gidi günler hey!.. bir zamanlar türkiye’yi karıştıran serdengeçti, şimdi

mustafa mirza demir 3 bir çayı bile karıştıramıyor.” bir zamanların ele avuca sığmayan bu delişmen sipahi yürekli adamı; şimdi ıstırabını çektiği parkinson hastalığına ilk yakalandığında, hastalığını da karşılaştığı her durumda gösterdiği o alaycı tavrıyla karşılamış ve “öyle bir

mustafa mirza demir 4 hastalık ki araba markasına benziyor: parkinson! insanın ‘keşke benim de bir parkinson’um olsa!’ diyesi geliyor.” diyerek parkinson’u da nükte konusu yapmıştı. + ...... konusu yaptığı parkinson hastalığından hayatının son zamanlarında büyük ıstıraplar çekti.

barbara alexander / barbara ehrenreich , deirdre english - çev : ergün uğur cadılar büyücüler ve hemşireler

burcu tekin ortaçağ ispanya’sında büyü, büyücülük ve “la celestina” adlı esere yansıması

temmuz gönç kadın yoğun meslekleri erilleştirmeye yönelik stratejiler: türkiye’de erkek hemşireler örneği

mahmud celâleddin paşa / âsaf kim demiş kim nâ-revadır intihâr hastaya en son devâdır intihâr böyle ber-eyyâm çıkmazsa ma‘âş her fakîre iktizâdır intihâr şu‘le-i idrâkden efrûhte sanma vehm ü hûlyâdır intihâr hastedir zîrâ vücûd-ı saltanat hastaya mutlak şifâdır intihâr

aybala ağaç ay , sibel polat , ahmet ay , bülent halaçlar bir șifacılık gerçeği olarak ikna ve inanç: modern tıpta eksik olan nedir?

meryem yılmaz , nuran güler , güngör güler , semra kocataş bir grup kadının ilaç kullanımı ile ilgili bazı davranışları: akılcı mı?

ravzî maraz-ı gayra tabîbâne ‘ilâc eyler iseñ haste-i ‘ışka meded kıl var ise dermânuñ

âhî dün gün artar eksük olmaz rûy-i zerdüm var benüm hîç etibbâ-yı cihân bilmez ne derdüm var benüm

öncel demirdaş 1 çin‟de yaygın olan yin ve yang düşüncesi, hastalıkların ruhsal dengesizlerin bir sonucu olduğu fikrinden hareket eder.

öncel demirdaş 2 ruhun beden üzerindeki etkisine önem vermesi açısından dikkat çekici olan bu düşünceye göre, maddî ve manevî açıdan temiz gıdalarla ruhun dengesinin sağlanıp hastalığın iyileşeceği ileri sürülmektedir.

öncel demirdaş yahudi ve hıristiyan geleneğinde büyük perhiz süresince et yemekten uzak durulması da, gıdanın fizyoloji ve ruh üzerindeki etkisinden hareketle yapıla gelen bir uygulamadır.

öncel demirdaş nasslar, islam toplumunda şişmanlığa bir hastalık olarak işaret etmektedir. yemekte aşırılık, islam toplumunda bir hastalık kabul edilmektedir.

öncel demirdaş seriyyü's-sakatî (ö. 257/870) sûfîleri tasvir ederken, “hasta insanlar gibi yemek yerler, suya batan kimseler gibi uyurlar ve mahcup kişiler gibi konuşurlar” demiştir.

ismâil hakkı bursevî hakkı! yemek az ye, az uyu, az söyle. can sağlığı, dil hoşluğu bul sen öyle. + açlık ki tamam-ı hıffet u iffettir, her derde şifadır ol tene sıhhattir.

hasan isi 1 hastalık bir gerçektir. sağlığını yitirmiş bir insanın yaşamış olduğu acı ve bunun beraberinde gelen perişanlık, nesnel olarak fark edebildiğimiz bir durumdur. ancak manevi olarak bu hastanın yaşamış olduğu sıkıntılar, günahlardan arınmaya işaret etmektedir.

hasan isi 2 derdin de neşenin de allah’tan geldiğini bilen biri için, bu durum bir sabır ve şükretme mücadelesidir. bu mücadelenin sonucunda bireyin inancıyla allah’a yönelmesi ve zihninde beliren tasavvur, “hakikat”i ifade etmektedir.

thomas hobbes nasıl ki insan vücûdu hastalanırsa, aynı şekilde vatandaşlar arasında kavgalar olur ve nasıl ki insan vücûdu birgün ölürse, aynı şekilde devletin ölümü de iç savaş'tan ibarettir.

jean-jacques rousseau 1 insanların çoğu gibi, milletler'in çoğu da, ancak gençliklerinde uysal'dırlar. yaşlandıkça, islâh olmaz hâle gelirler. bir kere âdetler yerleşip, boş inanlar kökleşti mi, artık onları yola getirmeğe kalkışmak hem tehlikeli, hem de nâfile olur.

jean-jacques rousseau 2 halk, tıpkı doktoru görünce titremeğe başlayan akılsız ve cesaretsiz hasta gibi, ortadan kaldırılmak için bile olsa, kusurlarına dokundurmak istemezler.